akın hangi otoriteye demeyi aklınızdan geçirmeyin! Otorite otoritedir. Ha ABD, ha israil, ha Rus, ha İngiliz otoritesi!. İster dini olsun ister olmasın. İtaat için asla meşruiyet sorgusuna kalkışmayın! yoksa yanarsınız!.. Gücünüz yoksa mukavemet etmeyecek boyun eğeceksiniz. Boyun eğmeniz için karşı tarafın “otorite” olması yeter de artar. F. Gülen'in israil'i kastederek “otoriteden izin alınmamasını” eleştirmesi örneğinde olduğu gibi.
Maalesef tarihimizde otoriteye itaatin kutsiyeti Yezit'e dayanır. O gün bu gündür Hz. Hüseyin suçlanır, itham edilir, yarım ağız kınanır. Efendim, meşru olsun olmasın iktidara itaat vacip iken ne diye ayaklandın! Çoluk çocuğunu bu tehlikeye attın, Kûfe'lilerin tuzağına düştün. Büyük sözü dinlemedin! Falan filan.
Öncelikle şu tespiti yapmak zorundayız. Hz. Hüseyin, Yezid'in fasıklığına, zalimliğine itiraz etmek suretiyle bir kıyam hareketine kalkışmamıştır. İlk başta yaptıklarını onaylamamak suretiyle pasif bir muhalefette bulunmuştu. Zira kendisi de bir avuç Müslüman ile Yezitle baş edilemeyeceğini biliyordu.
Ancak Yezit saldırgan bir tavırla ve ısrarla Hz. Hüseyin'den kendisine biat etmesini istiyordu. Mesela “aleyhime konuşma, beni eleştirme” demiyor, beni onayla diyordu. Belki gerçekten aktif muhalefet etmese bile Hz. Hüseyin pasif muhalefete de razı olacaktı, ancak bu hain “aktif destek” talep ediyordu. Yezid'in istediği tam olarak şuydu Hz. Hüseyin'den “Ben ceddinin dinini tahrif edeceğim, tahrip edeceğim, sen de onun en yakını olarak Noter gibi yaptıklarımı onaylayacaksın yoksa seni öldürürüm”. Başka bir ifade ile Yezit açıkça “ya imanını ya da canını alacağım tercih senin” demeye getiriyordu. Hz. Hüseyin canını cananını imanına feda etmeyi tercih etmiştir. Belki takiyye yolunu tercih edebilirdi. Ama ruhsatı değil azimeti tercih etmek suretiyle tam da kendisine yakışanı yapmıştı.
Kerbela olayı kesinlikle bir iktidar mücadelesi değil “hak-batıl” mücadelesidir. Evlad-ı resul hiçbir zaman iktidar ya da saltanat mücadelesine tenezzül etmemiştir. Nitekim kendi aralarında iktidar mücadelesi veren iki komutan ayrı ayrı evlad-ı resul olan İmam Caferi Sadık'tan yardım istediklerinde İmam “aranızdaki mücadele hak-batıl mücadelesi olsaydı tereddütsüz hakkın yanında yerimizi alırdık ancak iktidar mücadelesinde bizim yerimiz yoktur” demiştir.
Bu olayların Şiilik, Sünnilik ve Selefilikle ilgisi yoktur. Ne Hz. Hüseyin Şiiliğin, ne de Yezit Sünniliğin temsilcisidir. Sünnilik ve Selefilik Yezidin yaptıklarından münezzehtir. Sünnilerin Ehlibeyt sevgisinin Şiilerden az olduğunu hiç kimse iddia edemez etse dahi iddiası ile kalır asla ispat edemez.
Esasen Sünnilik “Resulullah Efendimizin sünnetine tabi olmaksa Şiiler de Selefiler de sünnete tabidirler ve Sünni'dirler. Şiilik Ehli beyte muhabbet ise Sünniler de selefiler de Şiidirler. Hiç kimse bunların ehl-i beyte muhabbetlerinin olmadığını iddia edemez. Selefilik selef-i salihinin izinden gitmek ise hem Şiiler hem de Sünniler aynı zamanda selefidirler. Bu üç mezhep arasındaki farklar Sünni mezheplerin kendi aralarındaki farklardan azdır çok değildir.
“Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?” FUSSİLET-33