Kerhen demokrasi

Ahmet Taşgetiren

Parti kapatmacı zihniyete baktığınızda Türkiye'ye demokrasinin kerhen geldiğini ve kerhen devam ettirildiğini düşünüyorsunuz. Kerhen, yani zoraki, istemeyerek... İki çizgi var:

Bir çizgi şöyle düşünüyor: Aslında çok partili hayata geçilmesi hata idi. Halk yeterince bilinçlenmemiş, devrim ilkelerini içine sindirmemişti. Böyle bir halkla demokrasi uygulaması başladığında, yani halka istediğini seçme özgürlüğü verildiğinde halkın karşı devrimcileri, dincileri seçmesi kaçınılmazdı.

Böyle bir değerlendirmenin sonunda "Peki çare ne?" diye sorduğunuzda, açıkça ifade edilmese de, dilin altındaki bakla şöyle şekilleniyor: "Öyleyse yeniden tek parti zihniyeti ile halkın yeniden terbiye edileceği bir süreç yaşanmalı. Darbe ise darbe, jakobenlikse jakobenlik."

2-İkinci çizgi şöyle düşünüyor: Evet, halkın tek parti döneminde yeterince bilinçlenmediği bir vakıa. Bu dönemde gerçekleşen iki parti denemesinin halkın ne kadar din söylemlerinin etkisinde kaldığını gösterdiği açık. Ama 1946 - 50'lerin dünya şartları, artık tek parti iktidarını sürdürmeyi mümkün kılmayan şartlar.

Zaten çok partili hayata da bu yüzden geçildi. Bu durumda, madem dünya şartları, konjonktür vs gibi etkilerle bir şekilde demokrasiye geçtik, o zaman, demokrasi içinde tek parti iktidarı nasıl korunur, onun çareleri aranmalı, sistem ona göre kurulmalı, halk eğilimlerine karşı zaman zaman tanzim edici operasyonlar yapılmalı, kimi zaman askeri müdahaleler, kimi zaman yargı müdahaleleri halk iradesindeki sapmaları tamir etmeli. Birinci çizginin zaten demokrasi diye bir meselesinin olmadığı açık.

O, kendi doğrusunu dayatmakta hiçbir mahzur görmüyor. Onun hesabı kullanabileceği güçle alakalı...

Eğer halk üzerinde her türlü operasyonu yapmaya yetecek gücü elinde bulundurduğuna inanırsa, özgürlük vs. kolaylıkla çiğnenecek... Bilinen parola "Halka rağmen halk için!" Tabii ki bu çizgi, halk için neyin gerekli olduğuna da kendisi karar verecektir.

O her şeyi bilir, o mutlakıyetçidir!! Bu çizgi açısından da belki bir gün halkın oyuna başvurulabilir, ne zaman, tek tip bir halk oluşturulduğu zaman...

İkinci çizgi, çok partili hayata geçilme realitesini kabul ediyor. Dünya şartları ve Türkiye'nin o dünya içinde bir yer edinmesi açısından bunu zorunlu görüyor.

Hani bu "Kürt realitesini kabul etmek" gibi bir şey: Halk realitesini kabul etmek. Ama bu çizgide de derinden derine bir "Ya bu halk yanlış yaparsa..." düşüncesinin aktığı anlaşılıyor. Halk korkusu, halk endişesi...

Onun için yedekte müdahale saklı tutuluyor. Llyod George, "Doğu halklarıyla konuşurken arkanda sopayı saklı tutacaksın" dermiş. Halk, tek parti şablonları dışında bir siyasi yöneliş sergilerse sopayı göstereceksin.

Buradaki "Sopa" kelimesini kimse yadırgamasın.

Vaktiyle (12 Mart 1971'li günlerde), İnönü'nün damadı Metin Toker, askeri müdahaleleri meşrulaştırmak için "Gerekirse sopa kullanılacak" ifadesini bizzat seslendirmişti. Türkiye, çok partili hayata geçildiğinden bu yana türlü çeşitli askeri müdahalelerle ve ona paralel işleyen bir anayasal yargı mantığı ile geliyor.

Sistem yedekli çalışıyor: Askeri müdahale olmazsa, yargı devreye girsin. Bu sistemin hep, halk iradesinin yolunu değiştirmek için kullanıldığını ayrıca söylemeye gerek yok.

Yani yukarda birileri, halk iradesinin biçimleniş şeklinden sürekli kuşku duyuyor ve tanzim edici bir iradenin sürekli devreye girmesini veya girme ihtimalini halka hissettirmeyi zaruri görüyor. -Yargı devreye girmezse asker girecek! Bir ara Demirel'in post modern darbe sürecindeki rolleri, "28 Şubat süreci olmasaydı asker gelirdi" mantığı ile meşrulaştırılmadı mı, yani askerin açık açık bulunmasındansa, örtülü bulunması tercih edilmedi mi?

Evet, işler tam da böyle oluyor. -Ya asker açık açık gelecektir. -Ya askerin açık açık gelmesindense örtülü gelmesi iyidir. -Askerin gelmesindense yargının işi bitirmesi iyidir! Bunların hepsi halk kuşkusu taşıyan yaklaşımlardır. Ve hepsi demokrasi özürlüdür. "Millet çoğunluğu"nu korku odağı gibi algılayan ve millet iradesinin kontrol altında tutulmasını öngörenler, elbette bir azınlığı oluşturuyor.

Yani açık olan şu ki, bir azınlık millet çoğunluğunu kontrol etmek istiyor. Bir şey daha açık ki, bu azınlık bir şekilde güç kullanabildiği ölçüde bu tavrı sürdürecek.

Peki ağır aksak da işlese, bir tür demokratik vasatta, millet çoğunluğu bu güç dengesini değiştiremez mi? Millet bir gün "Yetti gaari - Artık Yeter! Söz Milletin! Karar milletin" diyecek noktaya gelirse...

Millet kendi içinden bunu seslendirecek ekipler çıkarırsa... Yaşadığımız sancılar bana, işte bunu önleme çabası gibi görünüyor.

Millet bu defa başka türlü geliyor, özgül ağırlığını yükseltmiş kadrolarla geliyor, bu yolu kesmek zor. Birileri onun telaşı ile acele hareket etmeye çalışıyor. Bence işleri bundan sonra çok zor.

Bugün