Kıbrıs sadece Türk ve Rum kesimlerinden ibaret bir ada değil. Kıbrıs aynı zamanda İngiltere, Rusya, AB ve İsrail demektir. Kıbrıs’a giden herkes bu alemin bir parçası değil elbette ama, giden politikacı, bürokrat, akademisyen ve özellikle de işadamlarının bir kısmı “Yavru vatan”ın dertleri ile değil de “Yavru”larla(!) ilgilenmek için giderler!
Demem o ki, Lefkoşe’de pişen bir şey varsa Ankara’ya, İstanbul’a, İzmir’e, Antalya’ya, Muğla’ya, Mersin’e de düşer.
Bu işin sağı solu, Alevi’si Sünni’si, Türk’ü, Kürt’ü, Arab’ı yok.
Peker şimdi bir başka adres üzerinden burada dönen fuhuş belgelerini yayınlayacakmış. Zaten daha dakika bir, KKTC Başbakanı gitti. Süreç bir işadamı ile başladı. KKTC ile ilgili iddialara bakılırsa, burada kumar da var, kara para işi de, fuhuş da var, uyuşturucu da.
Bana kalırsa bu bir kuşatma ve teslim alma operasyonudur. Bu gelişmeler, Ankara’da İstanbul’da birtakım çevreleri ciddi anlamda rahatsız etmiştir. Aslında onlara şu mesaj veriliyor: “Akıllı olun, uslu oturun, söz dinleyin, yoksa!..” Hiçbir zaman o kasetlerin bütünü açıklanmayacak! O kasetleri servis edenler, o tezgahı kuranlardır.
Bunlar bugünkü kayıtlar değil, eski arşivlerdir. Eee “sakla kasedi gelir zamanı”!.
Siyaseti yeniden dizayn etmek isteyenler bu kasetler ve belgeler üzerinden birilerini teslim alacaklar. Kasedi çıkanlar, ıskartaya çıkarılmış olanlar. Bu namus şovunda birilerinin kurban seçtikleridir. Böylece kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle deniyor. Onların içlerinden biri feda ediliyorsa, deşifre ediliyorsa, ona yönelik linç ne kadar şiddetli olursa, aynı dosyada adı geçen diğerlerini teslim almak o kadar kolay olur!
Bu tür kasetlerle siyasetin dizayn edilmesi yeni değil. Yakın zamanda Baykal’ın nasıl gidip Kılıçdaroğlu’nun nasıl geldiğine bakın. O süreçte başka kimler kaset operasyonunun kurbanı olmuşlardı, hatırlayın! Sanırım birileri 15 Temmuz’la da ilgili birtakım bilgi, belgeler servis edecekler. Bunların doğru olması da gerekmiyor. Bu belgelerin birçoğu fabrikasyon çıkmadı mı? Birileri de bu işlere bulaşırken bir gün bu işlerin bu noktaya geleceğini hiç düşünmüyorlar sanki. Çevrelerinde çok güçlü birçok kişi, isim olunca, bir de kendi aralarında bir “dehşet dengesi” olunca bir özgüven patlaması yaşıyorlar.
Bu işleri kim niçin yaparsa yapsın, birileri bu işi kendi kişisel hesaplaşması, siyasi çıkarları için de kullanacaktır. Hatta dikkat etmek gerek, birileri bu durumu fırsat bilip, yangına körükle gidercesine, kendi elindeki tek ya da sınırlı sayıdaki bilgi, belge, görüntüleri bu yolla servis edebilir.
Hatta Deepfake görüntülerle, aslı astarı olmayan kurgular da gündeme gelebilir. Şantaj dosyaları gündeme gelebilir. Bu işlerin bu noktaya geleceği belliydi ve gelişmeler böyle bir şeyin yaklaştığını gösteriyordu.
Bugün MOSSAD ajanlarına operasyon yapılıyor, Osman Kavala konusu AB ve ABD ile aramızda yeni bir sorun haline geldi. Durup dururken, Peker sonrası o çizgiden “Deli çavuş” diye biri daha çıktı. Bu kaynaktan ortaya atılan iddialar burada kalmıyor, birçok YouTube kanalında bunlar yorumlanarak daha başka detaylarla konu günlerce tartışılıyor.
“ABD’nin, Rusya’yı kuşatma politikası Japon denizinden Afganistan’a, Kafkaslar’dan, Türki Cumhuriyetlerden Balkanlara, Baltık denizinden Karadeniz’e, Selanik’ten Girit’e kadar olan toprakları silahlandırarak Yunanistan’ı bir ‘garnizon’ haline mi getirmeye çalışıyor” konusu tartışılıyor.
Aslında ABD Adriyatik’ten Doğu Akdeniz’e kendisine askeri bir güvenlik alanı oluşturmaya çalışıyor. Böylece ABD AB ile komşu olmasının ötesinde, Balkanlardan Doğu Akdeniz’e bir koridor oluşturarak, Dışarıdan Rusya’yı kuşatırken, Balkanlar, Türkiye ve Mezopotamya havzasını, Arap yarımadası, Süveyş ve Kızıldeniz/ Nil vadisini kontrol etmeye çalışıyor. Öte yandan, bu koridorla Kuzey Afrika’yı tarassut altına alıyor. Yani sadece Çin faktörü değil, Rus faktörü de önemli ve tabii Hind faktörü de. Nereden bakarsanız bakın, bütün bunların bileşmesinde bir Türk ve İslam faktörü karşınıza çıkacak. Türkiye’yi çökertmek kimsenin işine gelmez. Ama Türkiye’yi birileri teslim almak istiyor sanki. O birileri “Hayır” diyen bir Türkiye istemiyor. Kendi emeline hizmet edecek ve İslam dünyasını kontrol edebilecek bir Türkiye arayışı var bu ülkelerde.
Bu süreçte birileri içeride birtakım operasyonlar yapacaksa, dikkatleri başka yöne çekmeye çalışan sansasyonel gelişmelere dikkat. Mesela dolardaki hareketlilik de önemli. İçeride birtakım sorunlar yaşanırken, dikkatleri dışarıya çekmeleri de mümkün. Ya da tam tersi de olabilir. Bu işler biraz konjonktüre göre planlanır genellikle. Çünkü bu tür süreçte geleceği öngörmek her zaman mümkün olmayabilir.
Bu süreçte asimetrik çapraz derin ilişkilere de dikkat etmek gerek. Bu gibi durumlarda herkes “olağan şüphelilere” bakar. Onlar yok değildir, ama gerçek onlardan ibaret de değildir. Charles De Gaulle, ABD’nin karşılıksız dolar bastığını öğrenince, dolar karşılığında varolduğu söylenen altınları istedi.
Sol’un beklenen tavrı De Gaulle’e destek vererek, Amerikan emperyalizmine kafa tutmaları idi.
Ama bizimkilerin 68 kuşağı diye övündükleri o kuşağı, Paris sokaklarına De Gaulle’e karşı süren ABD istihbaratı idi!
28 Şubat’ın 5’li çetesini hiç akıldan çıkarmamak gerek.
Kimdi o Devrimci İşçi Sendikaları ile Türkiye işveren sendikalarını bir araya getirenler!?
Bugün de, İstanbul sözleşmesi ya İklim konferansında, Lanzarotte konusunda AK Parti, CHP, MHP, HDP, İYİ Parti’yi bir araya getiren kim?
Anlayacağınız doğuda da batıda da siyaset cephesinde değişen fazla bir şey yok! 1960’larda, Bor’u millileştirme adına yerli işletmeleri kapatıp, Etibank’a devrettiren, Etibank’ı İngiliz Boraks Consalidet firması ile bir araya getirme sürecinde, zemini DİSK’le stabilize ettiler, sonra da iş DP’li Sıtkı Yırcalı üzerinden sonuçlandırıldı. Bu arada NATO’nun “stratejik madenleri koruma ajans”ı Boraks’ı stratejik maden ilan etti ve bu işin uluslararası pazarlama ve denetim yetkisini o Boraks Consalidet firmasına verdi.
Dünya, bölge, ülkemiz yine sisli bir döneme giriyor. Sadece ağzınıza burnunuza maske takmıyorlar, gözümüze at gözlüğü takmayalım. Aman dikkat.
Selâm ve dua ile.