Birkaç konuyu birlikte ele alıp detaylara girmeden bazı tespitler yapalım. ABD'nin bütün itirazlarına rağmen, İran ve Pakistan, boru hattı anlaşmasını Türkiye'de imzaladı. İran'a ambargo için küresel ölçekte kampanya yürütenler için adeta bir meydan okuma bu. Biri ABD'nin düşmanı, diğeri müttefiki iki ülke, yine ABD'nin çok önemli bir müttefiki olan Türkiye'de imzalanıyor. Yer ve zamanlamaya özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Uzun süredir devam eden boru hattı pazarlığı, İran ve Pakistan'daki Belucistan'daki sorunlar yüzünden gerçekleşemiyordu. Belucistan'ın bağımsızlığı için savaştığı iddia edilen Cundullah örgütü ise ABD ve İngiltere tarafından destekleniyordu. Örgüt lideri yakalandı, ABD-İngiltere bağlantıları deşifre oldu ve enerji anlaşması imzalandı.
Ambargo için yoğun temasların yapıldığı, Çin üzerinde baskının artırıldığı bir dönemde, bir süre önce, İran ve Çin, büyük ölçekli bir enerji anlaşması imzaladı. Yine Türkiye'ye yönelik ABD, İngiliz baskıları, İran'la ilişkileri dondurma telkinleri, enerji ortaklığına son verilmesi talepleri Türkiye tarafından umursanmıyor. Tam tersi, Türkiye-İran arasında, güvenlikten enerji işbirliğine kadar ilişkiler her geçen gün daha da derinleşiyor.
Böyle bir dönemde, Ermeni tezleri, ABD Temsilciler Meclisi Alt Komitesi'nde kabul ediliyor. Stratejik ortak, bir yandan Türkiye'ye ağır darbe vururken diğer yandan "biz dostuz" mesajları veriyor. Ama Türkiye değişti; eskiden bu sözlerin anlamı olurdu şimdi Türkiye kendi öncelikleri ve doğrularına göre hareket etme yolunu tercih ediyor. Bunlar olurken ABD'li sivil yetkililer, "İran ambargosuna katılın yoksa sonuçlarına katlanırsınız" mesajı verirken Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Duncan McNabb gibileri, "İncirlik biçim için çok önemli" vurgusu yapıyor. Yani bir taraftan Ermeni tezleri üzerinden İran'a baskı kurulması için Türkiye'ye şantaj yapılıyor diğer yandan "operasyonel ortaklık" isteniyor. İncirlik'in sadece Afganistan ve Irak operasyonları için önemli olmadığını, barındırdığı nükleer bombalar için hassas bir yer olduğunu elbette biliyoruz.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, biz de kendi kozlarımızı kullanırız çerçevesinde "Türkiye'deki yüz bin Ermeni'yi sınır dışı ederiz" mealendeki sözü bir anda Batı medyasında şok etkisi yapıyor. İngiliz The Times gazetesi, "Türkiye'nin Batı ile birlikte top oynamak için gerekçeleri tükeniyor" vurgusu altında, Ermeni soykırım tasarısının Türkiye-Batı ilişkilerine zarar vereceğini belirterek, "İsrail'in sakar anti diplomasisine ve AB'den geçer notu alma başarısızlığına kızan Türkiye'nin, Batı ile birlikte top oynamak için gerekçeleri tükeniyor. Kongre'deki oylama ve İsveç Parlamentosu'nda buna benzer bir sonuç, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında yeni bir takoz oluşmasına katkıda bulundu ve onu tehlikeli bir biçimde İran'a doğru itiyorlar" cümleleri önemli. Gerçi, Türkiye'nin İran'a itilmesi diye bir şey yok, Türkiye kendi havzasına yerleşiyor ama onlar bunu kabullenmek istemiyorlar.
Erdoğan'ın salı günü Londra'da kamuoyu önünde İran'ın nükleer silah programına ilişkin kuşkuları "hayal" diyerek reddetmesine atıfta bulunan gazetenin; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Ahmedinejad arasındaki diyalog konusundaki cümleleri çarpıcı. İran'ın bir haber ajansına dayanarak, Gül'ün Ahmedinejad'a; "Uluslararası forumlarda iki ülkenin karşılıklı olarak pozisyonlarını savunacağını söylediğini, aralarındaki ilişkilerin sıkılaştırılması ile bölgesel ve güvenlik konularında danışmalar yapılması önemini vurguladığını" iddia ediliyor.
Şimdi; iki ABD müttefiki Türkiye ve Pakistan, ABD ve Batı'nın hedef ilan ettiği İran'la ilişkileri derinleştirirken, ABD'yi pek de dikkate almadığı açıkça ortada. Batı blokuna açıktan meydan okuma olmasa da, bütün telkinler kulak ardı edilip bölge ülkeleri kendi yollarında ilerlemeyi, kendi doğrularına göre hareket etmeyi deniyorlar. Tespit aslında burada. Geldiğimiz nokta burası. Bölge ülkeleri, özellikle de Türkiye, hem kazık yiyip hem dost olma gibi yıllardır devam eden politikaları çoktan terk etti. Bu, Türkiye ve bölge ülkeleri için tarihi bir dönüm noktasıdır. Onların anlamadığı nokta da burada. Türkiye'ye baskı, telkin, şantaj politikalarını, iki yüzlü politikalarını terk etmeden eski günlere dönüş mümkün olmayacak.
Hani, ekonomik krizin sebep olacağı jeopolitik çözülme dedikleri şey bu olmalı. Ne öngörülüyordu? Önce finansal şok ve para politikaları üzerine anlaşmazlık. Sonra, ticari anlaşmazlıklar, .Ardından devletler krizi. Sosyo-politik kriz ve son olarak jeopolitik kriz.
Türkiye ve birkaç ülkeyi dikkatle izleyelim. Küresel güç dengelerini temelden değiştirecek tedrici, dikkatli bir süreç yönetiliyor. Bu, nihai anlamda kılıçların çekilmesidir.
Kriz onları nasıl zenginleştirdi?
2009 yılında ABD'yi ve dünyanın büyük bölümünü vuran ve hala sona ermediğini bildiğimiz küresel ekonomik kriz, büyük şirket ve banka batışlarının aksine zenginleri daha da zengin yaptı. Dünyadaki milyarderler krizden alabildiğine kar etti. Milyonlarca insan işini, evini, bir çok şeyini kaybederken, zenginler büyüdü. Dünyadaki milyarderlerin zenginliği yüzde elli arttı. Her biri, krizden beş yüz milyon dolar kazandı. ABD'deki dört yüz üç milyarder, nüfusun yüzde 0.00014'ünü teşkil ederken ülke zenginliğinin yüzde sekizini elinde tutuyor. Her biri, bir ABD vatandaşının 300 milyon katı zenginliğe hükmediyor.
Krizin sebebi bu dengesizlikti. Daha da arttığına göre, hiçbir şey yolunda gitmeyecek demektir.