Kim Kazandı?..

Abdullah Dai

“Onlar, hâlâ cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?”[1]diye soruyor Âlemlerin Rabbi ve İlâhı Allah Teâlâ!..

İçinde yaşamaya mecbur kılındığımız cahiliyye toplumunda son gelişen toplumsal siyasî tercihin ortaya koyduğu hakikat, halkın çoğunluğunun kendisini Müslüman saydığı toplumda, bu soruya verilecek en gerçekçi cevab:

- Evet, onlar, hâlâ cahiliyye hükmünü arıyor, hâlâ cahiliyye hükmünü istiyor ve cahiliyye, yani gayr-ı İslâmî hükümlere razı oluyorlar!..

Laik-demokratik bir sistemi benimsemiş, demokrasinin kazanması için gayret göstermiş ve sonunda yetkili kıldıkları, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen yöneticileri, “Demokrasi kazandı!” diye, demokrasinin zaferini ilân etmişlerdir…

Küfrün tek millet ve demokrasinin, gayr-ı İslâmî cahiliyye düzenlerinden bir düzen olduğu malumdur… İslâm anlayışında, gayr-ı İslâmî bütün beşerî ve tağutî düzenlerin ortak adı, cahiliyyedir!.. Bu düzenlerin isimleri, ideolojileri, programları ve hedefleri ne olursa olsun, hepsi vahyi reddeden, Allah’ın yerine başka yasa koyuculara yönelip itaat eden, hükmü, Allah’dan başkalarına veren, İslâm'ı devre dışı bırakıp yasaklayan cahiliyyeden başkası değildirler…

“Biz de müslümanız” diyen onlarca milyon insanlar, cahiliyyenin hükmeden ya da o hükümleri uygulayan yönetici seçimine iştirak edip onları kendilerine vekil kılıp görevlerinde destek verenler, bu işlerini “vâcib” görerek yapmakta, bu amellerini yerine getirdiklerinden dolayı sevab beklemektedirler… Çünkü bunca zaman, bunca imkân ve cüzdan harcamakta, bunu Müslümanlara yapılmış bir hizmet kabul etmekte, bir cihad faaliyeti görmektedirler… Böyle değilse, bunca zaman, imkân ve cüzdan harcamaların bütünü israf olur ki, şu ayetlerin muhatabı olurlar:

İsraf etmeyin. Çünkü O (Allah), israf edenleri sevmez.”[2]

İsraf ederek saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise, Rabbine karşı nankördür.”[3]

Allah’ın indirdikleri hükümlerle hükmetmeyen ve onları uygulamayanlar, onların yerine cahiliyye hükümleriyle hükmedip cahiliyye hükümlerini uygulayanlar, kendilerini Müslüman kabul eden onlarca milyon insanlar tarafından seçilip görevli kılındılar… O seçilenler de görev makamlarına oturup cahiliyye hükümleriyle görev yapmaya devam ettiler… Bazıları göreve devam ederken, bazıları da yeni göreve başladılar… Cahiliyyenin hükmünü uygulayacak olanlar, kendilerini Müslüman kabul edip onları seçenler gibi, “Müslüman” olduklarını beyan etmektedirler… Seçenler de, seçilenler de, “biz müslümanız” diyorlar… Cahiliyyenin hükmüyle amel edenler, hayırlı ve iyi bir amel ettiklerini savunmakta, demokrasinin kazanmasına yardımcı olmakta ve demokrasinin zaferinin sevincini yaşamaktadırlar…

Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle soruyor:

“Onlar, hâlâ cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?”

Ve katıksız iman etmiş olanları, cahiliyye hükmünü benimsemiş, onunla yönetmek ve yönetilmek isteyenleri birbirinden ayırarak şöyle buyuruyor ayetin devamında Rabbimiz Allah Teâlâ:

“Kesin inanan bir topluluk için hükmü, Allah’dan daha güzel olan kimdir?”

Müstevlî ve müstekbir tağutlar tarafından işgal edilen İslâm topraklarındaki cahiliyye egemenliği, her yerde aynı durumu ortaya koymaktadır… Çağdaş cahiliyye, İslâm öncesi cahiliyyenin aynı karakterini gündeme getirmekte ve “küfür cephesinde yeni bir şey yok!” dedirtmektedir…

“Bazı ilim ve fikir adamları, cahiliyye devrini yalnızca Arabların putperestliğine, kan davalarına ve diğer ahlâkî bozukluklarına inhisar ettirmenin, cahiliyye tezahürlerini cahiliyyenin kendisi diye kabul etmenin yanlış olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre, insanların nefsânî ve keyfî arzularına köle oldukları, İlâhî Kitab’a tabi olmayı reddettikleri, zulüm, sömürü ve ırkçılık gibi yaygın kötülüklerle beslenip ayakta duran sistem ve rejimlerin hâkim olduğu her zaman ve mekânda cahiliyye varlığını sürdürmektedir.”[4]

Cahiliyye, İslâm’ın zıddı ve muhalifi, cahiliyyenin hükümleri de, Allah’ın indirdiği hükümlerinin muhalifi olup, Allah’ın hükümlerinin yasaklandığı toplumlarda, onun yerini işgal edip, insanlara egemen olmaktadır… Böylece zulmün en korkuncu ve sömürünün en çetini ortaya çıkmaktadır…

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.”[5] diye buyuran Rabbimiz Allah, bu zulümden ve bu sömürüden dolayı uyarmakta, cahiliyye hükmüyle hükmedenlerin zalimler olduğunu beyan etmektedir…

Gayr-ı İslâmî hükümlerle yöneten yöneticileri seçen on minyonlarca kendisini müslüman kabul eden insanlar, işgal edilen İslâm topraklarında esaret altında bulunurken nasıl davranacaklarını, Allah’ın Kitabı’na ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne sormadan, dünya rahatlığını tercih ederek kendilerinin rahatlığını hedeflemekte ve kendilerine dünya rahatlığını sağlayacak birine yönetim yetkisini vermektedirler… Onlar, dünya rahatlığını istemekte, bunun için çalışmakta ve kendilerine rahatlığı sağlayacak laik-demokratik bir düzeni benimsemiş görünmektedirler… Onların zâhirî yönleri, bu kanaati pekiştirmekte ve niyetleri ne olursa olsun amelleri, cahiliyye hükmü üzere olduğu net olarak belli olmaktadır… “İslâm, zâhire göre hükmeder ve insanı, niyetinden dolayı Allah hesaba çeker…” Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır: İyi niyet, haramı helâl etmez!..

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar, bunda hiçbir noksanlığa uğratılmazlar.

İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.”[6]

“Kim ahiret ekinini isterse, Biz, ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz, ancak onun ahirette bir nâsibi yoktur.”[7]

“Kim dünyanın yararını isterse, ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.”[8]

Ferd olsun, toplum olsun insan neye talib olur ve o uğurda çalışırsa, Allah, kendisine onu nâsib eder… Kişinin ulaştığı sonuç, elleriyle kazandığından başkası değildir… Neye çalışmış ise elde edeceği odur… Hakka çalışmış ise hakka ulaşır, bâtıla çalışmış ise ulaşacağı bâtıldır…

“Şübhesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.

Şübhesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir.

Sonra ona en noksansız karşılık verilecektir.”[9]

İnsanlar, laiklik ve demokrasinin gereğini yapıp laiklik ve demokrasi için çalıştılar… Çalışmalarının sonunda demokrasi kazandı ve zafere ulaştı… Eğer insanlar, malları, canları, zamanları, imkânları ve cüzdanlarıyla demokrasi için çalıştıkları gibi, İslâm için çalışmış olsalardı ve muvahhid mü’minler olarak toplumda Allah’ın hükümlerinin egemenliğini istemiş olsalardı, Allah, onların ihlâsları ölçüsünce kendilerine İslâm’ın hâkimiyetini nâsib edecekti!.. İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır… Emeğini neye ve niçin harcamış ise, elde edeceği odur…

“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet, insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer, Allah katında olandır.”[10]

İnsan, tabiatı icâbı, süslü, çekici ve dünya menfaatine uygun olanlara meyledicidir… O, dünya hayatının rahatlığını hedeflediği ve fânîyi, bakîye tercih ettiği zaman büyük bir hâtânın içine girer, yanılır ve aldanır…

Bundan dolayı, Âlemlerin Rabbi Allah, insan kullarını uyarmakta, dikkatli olmaya davet etmektedir:

“Ey insanlar, hiç şübhesiz Allah’ın va’di haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.”[11]

İnsanlar, Rabbleri Allah’ın gönderdiği vahye katıksız iman etmiş olduklarını söylüyor, Rabb ve İlâh olarak Allah’a, hayat nizamı olarak İslâm’a, hayat kitabı olarak Kur’ân’a, hayat önderi olarak Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e inandıklarını beyan ediyorlarsa, çok daha uyanık davranmalı, çok daha dikkatli olmalıdırlar!.. Dünya hayatının rahatlığına, süsüne, çekiciliğine aldanmamalı, fânîyi, bakîye tercih etmemeli, aksine ahireti hedefleyip, bakîyi, fânîye tercih etmelidir… Ayrıca onların imanından, dininden, salih amellerinden, ahlâkından taviz koparmak, onları Allah’tan yani Allah’ın rızasından uzaklaştırmak isteyen aldatıcılara kanmamak gerekir… Asla unutmamaları gerekli olan gerçek: “Asıl varılacak yer, Allah katında olandır!”

Bunun için yegâne Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“De ki: ‘Size, bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rabblerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir.’

Onlar: ‘Rabbimiz, şübhesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru’ diyenler,

Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infâk edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.”[12]

Muvahhid mü’min müslümanlar, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle ve ihtiyarıyla böyle olmalı, hangi çağda, hangi asırda, hangi mekânda, hangi zamanda olurlarsa olsunlar, kalbleri ve ayakları Allah’ın dini üzerinde sabit olmalı, kaymamalı, sarsılmamalı… Rüzgar, hangi taraftan ve ne şiddetle eserse essin, onların dik duruşunu, Tevhid üzere oluşunu sarsmamalı, eğip bükmemelidir… Hele hele, İslâm’ın mahkûm, tağutî ve beşerî hâkim kılındığı beldelerde hiçbir tağutî hareketi desteklememeli ve zulmedenlere eğilim göstermemelidir… Kim olursa olsun, “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zulmedenlerin tâ kendileri olduğunu” idrak etmeli ve zalimlerin yardımcısı olmadığı gibi, savunucusu da olunmayacağı bilinmelidir…

Şuurlu bir şekilde bilmeli ve idrak edilmelidir ki, laik-demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “Anayasa” sının altmış sekizinci maddesi gereği:

“Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Siyasî partiler, önceden izin almadan kurulur ve Anayasa ve kanun hükümleri içinde faaliyetlerini sürdürürler.

Siyasî partilerin tüzük ve programları, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz.”

Görüldüğü gibi, kimler kurarlarsa kursunlar, laik-demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti Devleti partilerinin hepsi demokrasinin vazgeçilmez unsurları olup, tüzük ve programları, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz… Bundan dolayı, demokratik seçimlerde hangi parti fazla oy alıp kazanırsa, onun kazanması, “demokrasinin kazanması” dır… Bunun için, her demokratik seçim sonrası yetkili makamlarda oturanlar: “Demokrasi kazandı” diyorlar…

Kendilerini müslüman sayıp gören kitleler, yeniden düşünmeli… Başlarını iki elleri arasına alıp derin derin tefekkür etmelidirler… Onların, hangi niyetle olursa olsun destekledikleri, mallarıyla ve canlarıyla hizmet edip yardım ettikleri, böylece kazandıklarını ilân ettikleri partilerinden dolayı kim kazandı ve bu, gerçekten bir kazanmak mıydı?!..

Allah'ın haram kıldığı yollardan elde edilen kazanç bir kazanma mıdır?.. "Biz de müslümanız" diyenler, haramdan elde edilen serveti, bir kazanma olarak mı görüyorlar?..

Eldeki parasını faize yatırıp, çokça faiz elde ederek malını artıranın kazancı bir kazanma mıdır?

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Faiz (ribâ) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmaz. Bu, onların: ‘Alım-satım da ancak faiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır.”[13]

Cabir (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), ribâyı (faizi) yiyene, yedirene, kâtibine ve şahidlerine lanet etti ve:

“Onlar, eşittirler!” buyurdu.[14]

Hâl böyle iken, bu, bir kazanma mıdır?

Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ:

“Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının. Umulur ki, kurtuluşa erersiniz.”[15] buyurmaktadır.

İbn Ömer (r. anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

İçkiye on yönden lânet edilmiştir:

İçkinin kendisine, onu imâl edene, imâl etmek isteyene, satıcısına, müşterisine, taşıyanına, taşıttıranına (yani sipariş edene), bahasını yiyenine, içenine ve içirenine.”[16]

Apaçık hakikat bu iken, meyhâneler ya da kumarhâneler açıp işletmek ile bolca paralar kazananların kazandıkları bir kazanma mıdır?..

Bu örnekler gibi, Allah’ın haram kıldığı birçok kazanç yolları örnek verilebilinir…

Her mü’min müslüman, inanıp idrak eder ki, bu kazanmaların hiçbiri kazanmak değildir… Aksine hepsi haram ve dünyada da, ahirette de kaybetmekten başka bir şey değildir!..

Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, muvahhid mü’min kullarının üzerindeki nimetini tamamlamış, dinleri olan İslâm’ı mükemmelleştirip ondan razı olmuş[17]ve İslâm’dan başka herhangi bir ideolojiyi, doktrini, beşerî düzeni benimseyenlerden asla kabul etmeyeceğini, böyle bir düzeni benimsemiş, onunla yönetip yönetilenlerden asla kabul etmeyeceği gibi, onların ahirette de kaybedenlerden olduğunu beyan buyurmuştur… Bunların zararda, ziyanda ve hüsranda olduklarını asra yemin ederek açıklamıştır…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Azze ve Celle:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez ve o, ahirette de kayba uğrayanlardandır.”[18]

“Asra andolsun.

Gerçekten insan ziyandadır.

Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka."[19]

Başta laik-demokratik düzen olmak üzere bütün gayr-ı İslâmî beşerî düzenler şirk ve küfür temeli üzerine binâ edilmiş, her işi ve her durumu isyandır… Böyle düzenlerde Allah’ın haram kıldığı her şey yasal olarak serbest kılınmıştır… Her türlü masiyetin işlendiği, egemen güçlerin eliyle yaptırılıp vergilendirilen kazanç hâline getirildiği laik-demokratik düzende yapılan seçimlerde hangi parti kazandı?!.. Bu, gerçekten bir kazanma mıydı?!.. Tekrar tekrar düşünülmelidir!.. Eğer hâlâ düşünebiliyorsa insanlar!..

Laik-demokratik gayr-ı İslâmî bir düzenin devamını sağlamak kim ve kimler için bir kazanma olduğunun farkında değiller midir kendisini müslüman kabul edenler?.. Şirk ve küfür düzenini dimdik ayakta tutanların iddiası: Yavaş yavaş İslâm!.. Yavaş yavaş İslâm için, küfür ve şirk düzenini onlarca yıldır ayakta tutmaya gayret edenlerin az gidip uz gidip, dere-tepe düz gidip, altı ay bir güz gidip geriye baktıklarında bir arpa boyu yol gitmediklerini görmüyorlar mı?!.. Bunun anlaşılması için, Allah’ın nûruyla bakacak firasetli gözlere ve idrak edecek kalblere ihtiyaç vardır!..

Rabbimiz Allah:

“Yeryüzünü gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalbleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalbler körelir.”[20] buyurmaktadır…

Ve şirk koşmadan yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarına sesleniyor Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ:

“Ey Âdemoğulları, Ben size and vermedim mi ki: ‘Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır?

Bana kulluk edin, doğru yol budur!’

Andolsun o (şeytan), sizden birçok insan neslini saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz?”[21]

İslâm, Allah’ın dini ve mü’min müslümanların ondan başkasını asla kabul etmediği hayat nizamıdır… Gayr-ı İslâmî düzenler ise, şeytanın düzenidir… Allah’a kulluk edenler İslâm’a sarılırken, şeytana kulluk edenler ise, gayr-ı İslâmî düzenlere sarılıyor, destekliyor, yardımcı oluyor ve yaşaması için çalışıp çabalıyor… Bunu yaparken de doğru, hayırlı ve güzel bir iş yaptıklarını zannediyorlar…

Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:

“De ki: ‘Davranış(amel) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?

Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekten güzel iş yapmakta sanıyorlar.”[22]

İşte apaçık gerçekler!..

Ve:

“Şübhesiz bunlarda, aklını kullanabilen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.”[23]

Dipnot

 

[1]- Mâide, 5/50.

[2]- En’âm, 6/141. Arâf, 7/31.

[3]- İsra, 17/26-27.

[4]- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İst. 1993, C. 7, Sh. 19.

[5]- Mâide, 5/45.

[6]- Hud, 11/15-16.

[7]- Şûrâ, 42/20.

[8]- Âl-i İmrân, 3/145.

[9]-Necm, 53/39-41.

[10]- Âl-i İmrân, 3/14

[11]- Fatır, 35/5. Lokman, 31/33.

[12]- Âl-i İmrân, 3/15-17.

[13]- Bakara, 2/275

[14]- Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Müsâkat, B. 19, Hds. 106.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Buyu, B. 2, Hbr. 1221.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Ticare, B .58, Hbr. 2227.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu, B. 4, Hbr. 3333.

Sünen-i Nesaî, Kitabu’z-Ziynet, B. 25, Hbr. 5070-5073.

[15]- Mâide, 5/90

[16]- Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Eşribe, B. 6, Hds. 3380-3381.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Buyu, B. 58, Hds. 1311.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Eşribe, B. 2, Hds. 3674.

Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, C. 2, Sh. 202, Hds. 518.

Hâkim en-Nîsâbûrî, El-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 9, Sh. 540, Hds. 7311.

[17]- Bkz. Mâide, 5/3.

[18]- Âl-i İmrân, 3/85.

[19]- Asr, 103/1-3.

[20]- Hacc, 22/46.

[21]- Yasin, 36/60-62.

[22]- Kehf, 18/103-104.

[23]- Ra’d, 13/4.

vuslatdergisi