Derin Gerçekler
“Sen kimden yanasın” diyorlar, ben kendi özel nefsimden, tüzel nefsimden başlayarak, Hakkın rızası dışında kalan her ne varsa, o her kimse, nerede ise ona karşıyım. Bu “La ilahe” boyutu. Bir de “İllallah” boyutu var. O da, Hakkın rızasına uygunsa ya da mazlumsa, ben onun yanındayım, o her kimse ve nerede ise. Çok açık ve net değil mi?
Necip Fazıl ne demişti, “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!” Kimse dostluğuma güvenmesin. En yüce dostum’un rızasına aykırı olan ne varsa ona ters düşüldüğünde benim yolum o anda, ondan, o noktada ayrılır. Bu sadece benim değil, her Müslümanın şiarı olmalıdır. Değilse onun Müslümanlığı, “turşu kavanozu”nun üstündeki “Bal” etiketi gibidir.
Evet evet, her Müslüman için olması gereken şu değil mi: Karşı karşıya geldiğimizde/kaldığımızda, Hakkın rızasına uymayan gerçeklik karşısında, safımız belli değil mi? Haksızlık nefsimizden kaynaklanıyorsa, ona da karşı olacağız. Anam-babam da olsa. “Anam-Babam, sevdiklerim Allah yolunda feda olsun” derken bunu demiyor muyuz? Akraba, ırk, parti, tarikat, cemaat aidiyeti ne kişinin tüzel nefsi değil mi? Onların menfaatınız Allah’ın rızasına ortak mı koşacağız. Bu Şirk olur.
Her mü’min benim din kardeşimdir. İlişkilerimizin çerçevesi İHVAN’lık temelinde İTTİHAD’dır. Aramızda işlerimiz istişare ve şura iledir. İhtilaf ettiğimizde hakeme gideriz, rüşvet, iltimas, torpil yazmaz kitabımızda, işi ehliyet ve liyakatla emanet ederiz. Erdemli insanlar ve mazlumlarla İTTİFAK ederiz, MÜTTEFİK oluruz, akıl, vijdan, merhamet ve erdem temelinde. “Hılful Fudul” geleneğinin temsilcileri oluruz. Başkalarının temel haklarına (Mal, can, namus akıl-inanç ve nesil emniyeti) yönelik açık ve yakın bir tehdit oluşturmayan ve değer üreten herkes ile nimet ve külfet dengesine dayalı İTİLAF temelinde işlerimiz Telif ederiz. Husumet’in yerini İtidalli ilişkiler alır. Yine bir şekilde bir araya gelir birlik oluruz. “Müellefetül Gulub”a açılan kapımız hep aralık kalır! Bu kapı çaresizlerin çaresi olan kapıdır. Allah’ın rızasına açılan kapıdır. Her mü’minin kalbi, kapısı bu kapıya açılır aslında, öyle olması gerekir. Mü’minler insanları kendine, kendi tarikine, hizbine çağırmaz, “doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletir islamı”. İnsanları Allaha, resulüne, kitaba çağırır. Sakın ola, Şeytan bu anlamda bizi Allahla aldatmasın. İnsanlar din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini İlah ve Rab edinerek, İdol haline getirerek, onlara kafalarını kiraya vermesinler.
Bakın, benim her yerde dostlarım da var, düşmanlarımda. Firavun’un sarayında dostlarım, peygamber evinde düşmanlarım var. Nefsini Şeytana satmış herkes düşmanım, veresetül enbiya mizaçlı herkes benim dostumdur. Onların anne-babası kimse kim, doğdukları zaman ve toprak, derisinin rengi ve cinsiyeti beni ilgilendirmez. Onlar Allah’ın takdiridir. Bize düşen bu takdir karşılığında şükür makamında olmaktır. Bu sıfatı diğerlerine karşı yüceltenler ya da aşağılayanlar, Allah’ın hükmünden Şeytani bir sapma içinde olanlardır. Bizim soyumuz için üstünlük ancak takva iledir.
Bakın, en çok ırkçılığa, Faşizme, kavmiyetçiliğe karşıyım. İlk günah, ilk haram, ilk lanet onadır. Hani Şeytan “ben insandan üstünüm” dedi ya. Yaratılışından kaynaklanan özellikleri sebebi ile, Allahın takdir etmediği bir üstünlük iddiasından bulunmak laneti hakeder. Hepimiz Ademin çocuklarıyız ve Adem de topraktandır. Bizler Allah’ın kulu, Hz. Muhammed’in ümmetiyiz. Benim bir başkasına ne kadar uzaktaysan, onun da bana uzaklığı o kadardır. Benim fikirlerim birine ne kadar garip geliyorsa, onun fikirleri de bana o kadar garip geliyordur. Üstünlük, güç, para, iktidar, cinsiyet, soy-sop ile değildir. Üstünlük ancak takva iledir.
Resulullah Veda Haccı hutbesinde Arafat’ta ashabına şöyle seslendi: Şu 4 şeyi kesinlikle yapmayacaksınız Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.
Bu süreçte biz hep bilen, yalan söylemeyen, söz verdiğinde sözünde duran, adil, güzel söz ve hikmetle insanları adalete, barışa, özgürlüğe çağıran insanlar olarak “Urvetül Vüska” oluruz. İnsanlar bize mallarını, canlarını, sevdiklerini emanet etmekte sakınca görmezler. Bilirler ki, elimizden, dilimizde ve yaptıklarımızdan ve söylediklerimizden onlara bir zarar gelmez. Bizi Ah-i Evran geleneğimiz, Müdafayı Hukuk ahlakımız böyle bir ahlaktı. Sahi ne oldu bize.
Söz sırası Akif’de, Poetika, politikaya yol gösteriyor: (…) “Ya harîminde yatan, şapkalı sarhoşlar kim? / Yoksa yanlış mı? Hayır, söyleme, bildim... Bildim!”
“(…) Seni tahrîk eden üç beş alığın ma´rifeti! / Ya neden beklemiyordun bu rezîl âkıbeti? - Hani, milliyyetin İslâm idi... / Kavmiyyet ne! Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine - ‘Arnavutluk’ ne demek? Var mı şerîatte yeri? / Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri! - Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde; / Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde! - Müslümanlık´ta "anâsır"mı olurmuş? Ne gezer! / Fikr-i kavmiyyeti tel´în ediyor Peygamber. - En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrikanın; / Adı batsın onu İslâm´a sokan kaltabanın!
(…) Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan! / Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan? - Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü! / Dinle Peygamber-i Zîşân´ın İlâhî sözünü: - Türk Arab’sız yaşamaz, kim ki ’yaşar’ der delidir, / Arab’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir. - Veriniz baş başa; zîrâ sonu hüsrân-ı Mübin; / Ne hilafet kalıyor ortada billâhi, ne din! - "Medeniyyet! " size çoktan beridir diş biliyor; / Evvela parçalamak sonra da yutmak diliyor.
(…) Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz. / Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz! - Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum... / Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum!..”
Hakkın hatırı halkın hatırından üstündür. Hz. Ömer ne diyordu: “biri benim yanımda olup da ben hata yaptığımda beni uyarmazsa, o benden uzak dursun, çünkü onda hayır yoktur. O beni uyarır da, ben o uyarıyı dikkate almazsam, o kişi yine benzen uzak dursun, çünkü ben de hayır yoktur.”
Derler ki, “dost acı söyler”. Mü’minler birbirlerinin velileridirler. Bir haksızlık ya da yanlış gördüklerinde onu elleri ile, değilse dilleri ile, o da olmuyorsa kalpleri ile, o yanlışa karşı çıkmak zorundadırlar. Haksızlıklar karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır, biliyorsunuz. Şeytanın da azapta olması gerek. Allah (cc) bize Hakkı Hak, batılı batıl göstersin, Hak’da toplanmamızı nasib etsin.
Selam ve dua ile.