Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün TÜMSİAD Genel Kurulu’nda, işadamlarına hitaben konuştu... Onu dinlerken; “1982 yılından beri Erdoğan’ı tanıyan biri” olarak değil, bir “gazeteci” olarak dinledim...
“Gazeteci”nin derdi nedir?..
“Manşetlik bir lâf bulmak!”
Siyasetçi, “çok konuşur” ama, ağzından bir türlü “manşetlik lâf” çıkmaz!..
Ben, 40 yıllık meslek hayatımda bunu çok yaşadım... Meselâ Süleyman Demirel...
Demirel’in; “bir mitingte 1 saat konuşmak için, 10 saat çalıştığını” iyi bilirim... Evet, “10 saat” çalışıp, “1 saat” konuşur ama, ağzından“manşetlik bir lâf” çıkmaz!..
Yanılmıyorsam, 2007 yılıydı...
Kadir Çöpdemir, Milliyet adına röportaj yapıyor Demirel’le...
Sohbet ilerliyor, ama Kadir Çöpdemir, “manşetlik bir lâf” duyamayınca, soruyor Süleyman Demirel’e;
“Sayın Cumhurbaşkanım, röportaj ilerliyor... Bana manşetlik bir şey atacaksınız değil mi?”
Çöpdemir haklı...
“Manşetlik bir lâf” olmazsa, bu haberi “manşet”ten, hangi başlıkla versin?
Sonunda, 1 Ocak 2007’de, Milliyet’in “sürmanşet”inde şu başlık çıkıyor:
“İnternet, beni içine sokmuyor!”
Artık, ne demekse?!?..
Sadece Demirel değil, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de “zor bir siyasetçi”dir!.. Her şeyden önce, fazla konuşmaz!..
“Çok önemli sözler” sarfeder ama, konuştuğu zaman “manşetlik bir söz”söylemez...
Kemal Kılıçdaroğlu ise, “manşetlik lâf”larıyla değil, “manşetlik gaf”larıyla ünlüdür!.. Örnek, Boyama Kitabı!..
MANŞETTEN MANŞET BEĞEN!
Yazının başında dediğim gibi;
Dün, Tayyip Erdoğan’ı; “onu seven bir insan” olarak değil, “gazeteci”olarak dinledim ve ağzından çıkacak “manşetlik bir söz” bekledim...
Ne yalan söyleyeyim;
Sayın Cumhurbaşkanı “bir” değil, “birçok manşetlik söz” söyledi.
Bu defa da; “Acaba hangisini manşet yapsak?” diye düşünmeye başladım...
Meselâ; “Biz bize yeteriz” ya da “Bize Allah yeter” lâfını mı manşet yapsak?..
Öyle diyor ya;
l “Gidenlere, yolunu değiştirenlere, yolunu saptıranlara, uğurlar olsun. Bize, biz yeteriz. Bize Allah yeter. Bizim kardeşliğimiz, Allah’ın izniyle bugüne kadar Türkiye’ye çok değerli hizmetler kazandırdı.”
l “Birbirine kenetlenmiş tuğlalar gibi dimdik, sapasağlam, büyük, yeni Türkiye mücadelesini vermeye devam edeceğiz.”
PARALEL-MOSSAD İŞBİRLİĞİ!
Ya da; “Paralel Yapı MOSSAD’la işbirliği içinde” lâfını mı, manşete çeksek?..
Belki de; “Paralel yapı, ahlâki değerlere de suikast düzenledi” sözünü manşete çekmeliyiz...
Çünkü, bu “önemli iddia”yı ilk defa gündeme getiriyor ve diyor ki;
l “Bu yapı (paralel yapı) aynı zamanda bu aziz milletin ahlâk değerlerine de suikast düzenledi. İftirayı, şantajı, montajı, yalanı, takiyeyi, her türlü haksızlığı meşru gördüler, meşru gösterdiler. Bu milletin ahlak damarlarını tahrip etmeye çalıştılar. Bunlar, milli değiller, yerli değiller... Buna rağmen bugün hâlâ bunlarla iş tutanlar, yol arkadaşlığı yapanlar, bunlarla iş birliğine gidenler, inanın çok yakında büyük bir mahcubiyet yaşayacaklar.”
l “Kim ki bunlara karşı tavır almazsa, Türkiye’ye haksızlık etmiştir, milletine haksızlık etmiştir, dinine, ahlâkına, vicdanına haksızlık etmiştir.”
l “Paralel yapının tabanındaki samimi insanlar, bu yapının kimlerle iş birliği yaptığını, kimlerle yan yana geldiğini, kimlerle aynı karede fotoğraf verdiğini lütfen görsünler ve bu gidişi sorgulasınlar. Hâlâ bu yapının MOSSAD’la işbirliği yaptığını göremiyorlarsa yazıklar olsun.”
Aslına bakarsanız;
“Faizler düşmeli” veya “Kalkınma için inşaat sektörü şart” sözleri de, tam anlamıyla “manşetlik lâf”lar!..
Bunlar, hayli “önemli tespitler” ve hayli “vurucu cümleler!”
Lâfların altı da dolu:
l “Eğer bu ülkede yatırım istiyorsak faizlerin düşmesi gereken en düşük noktaya inmesi gerekiyor. İstihdam istiyorsak yatırım olması lazım. Yatırım ne ile olacak? Girişimcinin önüne düşük faizle kredi imkanı sağlayacaksın ki yatırım yapabilsin.”
l “Bakıyorsun birileri çıkıp şunu söylüyor, ‘Sanayiye önem vermemiz lazım, inşaat sektörüne o kadar önem vermenin anlamı yok.’ İnşaat sektörü emek yoğundur. İnşaat sektörü olmadan bir ülkede kalkınma olmaz, bunu böyle bilmemiz lazım. Biz en zor zamanda inşaat noktasında ara vermedik. İnşaat ve sanayi, bunların at başı gitmesi lazım.”
YENİ ANAYASA İÇİN 400 VEKİL
Dedim ya;
“Her sözü manşetlik.”
Ama, ister istemez “bir tek manşet” vermek zorundayız.
O halde “hangisi” olsun?..
Dünkü Yayın Kurulu’nda ağırlıklı görüş; “Yeni Anayasa için 400 vekil”sözünün manşet yapılması yönündeydi...
Çünkü, Erdoğan bu lâfı “ilk defa” telâffuz ediyordu...
Gerçekten de;
“Yeni Türkiye” istiyorsak, “Yeni Anayasa” talep ediyorsak, bu “Yeni Anayasa”yı yapmak için, “en az 367 milletvekili”ne ihtiyaç vardı.. Erdoğan ise, “çıta”yı biraz daha yüksek tutuyor ve “400 milletvekili” istiyordu...
Ya da; “en az 330 milletvekili” olmalıydı ki, Yeni Anayasa “referandum”a götürülebilsin!..
Dün, bu talebini dile getirirken, gerekçesini de şöyle açıkladı:
l “Yeni anayasa ile birlikte memur işçi ayrımını da ortadan kaldırmak lazım. Aynen gelişmiş ülkelerdeki gibi çalışanlar sistemini getirmek suretiyle bu işi ilerletmek lazım.”
l “Türkiye’yi şahlandıracak yeni anayasayı artık yazalım ve başkanlık sistemini artık daha etraflıca tartışmaya başlayalım, Türkiye’nin şanına yakışır bir idari sistemi inşa edelim.”
l “Bu Yeni Anayasa içerisinde, şüphesiz ki bir Yeni Türkiye hedefi vardır... Bu Yeni Türkiye içerisinde de takdir edersiniz ki hızı artıracak bir sistem değişikliğine şiddetle ihtiyaç vardır. Bu sistem değişikliği bir defa ayaklarımızı prangalardan kurtaracaktır. Kırşehir’de de söyledim, burada da söylüyorum; Haziran 7, Türkiye’nin adeta bir kırılma noktasıdır. Ve bu seçimlerde inanıyorum ki 400’ü alan iktidar, yeni anayasayı da kuracaktır, hazırlayacaktır, yeni Türkiye’nin de temel taşlarını döşeyecektir. Bunu böyle görmemiz lazım.”
Şimdi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi; Cumhurbaşkanı, elbette“tarafsız” olmalı, “bütün partilere eşit mesafede bulunmalı”dır!..
Peki, o halde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan niye “400 milletvekili”istiyor, “kimin için” istiyor?...
Dikkat ederseniz;
“AK Parti” filan demiyor.
Ya, ne diyor;
“400’ü alan iktidar” diyor...
Yani, hangi parti olursa olsun; çıkarsın “400 milletvekili”ni, yapsın “Yeni Anayasa”yı!..
Artık bu parti AK Parti olur, CHP olur, MHP olur, HDP olur!..
Veya, bir başka parti olur!..
Önemli olan, “400 vekil” çıkarmaları!..
Önemli olan, “Yeni Anayasa!”
Çünkü;
“Yeni Türkiye”ye,
“Yeni Anayasa” şart!..
BİR KIZILDERİLİ HİKÂYESİ
Peki, nedir Yeni Türkiye?..
“Yeni Türkiye” demek;
“Kendi özü”ne, “kendi değerleri”ne, “kendi fıtratı”na dönen bir Türkiyedemek...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yukarıdaki “siyasi, ekonomik, sosyal ve ahlâki değerlendirmeler”inden sonra, olayı bir “hikâye” ile devam ettirelim...
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, dün İstanbul’da, Bahçelievler Öğretmenevi’nde Konyalı Sanayici ve İşadamları Derneği’nin düzenlediği“kahvaltı”ya katılmış ve orada bir konuşma yapmış...
Konuşması esnasında, yıllar önce okuduğu bir kitapta anlatılan “kır tavuğu hikâyesi”ni aktarmış işadamlarına...
Efendim, hikâye şu:
Amerikalı bir Kızılderili, ormanda avlanmaya çıktığında, bir “yumurta”bulmuş... O yumurtayı, bir “kır tavuğu”nun altına koymuş... Sonra da, sık sık gelip, “yumurtadan ne çıkacağını” takip etmeye başlamış!..
Yumurtalar çatlayıp, “civciv”ler ortaya çıktığında bir de ne görsün?..
Diğer yumurtalardan “normal civcivler” çıkarken, kendi koyduğu yumurtadan, “kıllı, siyah ve hayli irice bir yavru” çıkmış...
Onu izlemeye başlamış...
Görmüş ki, “kıllı, siyah ve hayli irice” olan yavru, “diğerlerinden farklı”hareket ediyor!..
Sürekli “gökyüzü”ne bakıyor...
Yavru, bir gün, “gökyüzünde süzülen kartalı” görüyor ve tıpkı o “kartal”gibi “kanatlarını açmaya” onun gibi “havalanmaya” çalışıyor!..
Kızılderili anlıyor ki;
“Kır tavuğu”nun altına koyduğu yumurta, bir “kartal yumurtası”dır... Yumurtadan çıkan yavru; bir “kır tavuğu” olmayı, onlar gibi yaşamayı,“toprağı eşeleyip, gagasıyla didiklemeyi” kabul etmiyor, “fıtrat”ından gelen bir özellikle “uçmak, gökyüzünde süzülmek” istiyor!..
Bu hikâyeyi anlatan Bakan Müezzinoğlu, sözlerini şöyle tamamlamış:
“Bu millete, son 150-200 yıldır kır tavuğu muamelesi yaptılar... Bu millet, kır tavuğu muamelesini kabul etmiyor... Millet, kartal olduğunu biliyor ve yeniden kartal gibi yükselmek istiyor... Bu olacak... Türkiye, dünyadaki o farklı değerleriyle, kendi özüne, kendi değerlerine, kendi fıtratına dönecek. Onu farklı bir yere benzetmek, farklı yöne çekmek isteyenler bunu başaramayacaklar!..
Türkiye’nin kalkınmasını ve büyümesini istemeyen dış güçler kadar, içerideki güçler de var... Ama, başarılı olamayacaklar!
Hangi plânı yaparlarsa yapsınlar, asla başaramayacaklar!..”
BIRAKIN TOP ÇEVİRMEYİ!
Müezzinoğlu’nun da dediği gibi;
Bu millet, bir “kır tavuğu” değil, “kartal” olduğunun farkına vardı.
“Uçmak” istiyor!..
“Gökyüzünde süzülmek” istiyor!..
Al sana; “Manşetlik bir lâf” daha;
“Türkiye uçmak istiyor!”
İşin doğrusu; dün, adeta bir “manşet yağmuru” yaşadık... Ama, hangi birini“manşet” yapacaksın?.. Sonunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Yeni Anayasa için 400 vekil” sözünde karar kılıyor, onu “manşet” yapıyoruz...
Dedim ya;
Bir “gazeteci” için önemli olan; bir “röportaj”dan, bir “demeç”ten veya bir“konuşma”dan “vurucu bir cümle” yakalayabilmektir!..
Yoksa, bir sürü “siyasetçi” veya “ünlü” vardır ki; “orta sahada top çevirir”gibi lâfı evirir-çevirir ama bir türlü “gollük şut” atmaz!..
“Avara kasnak” gibi, döner durur...
“Ortada kuyu var, yandan geç” misali; “denge”leri düşünür, “kamuoyu tepkisi”ni düşünür, “istikbal”ini düşünür, “sonrasını” düşünür ve bir türlü“vurucu cümle”yi sarfetmez!..
Erdoğan öyle değil!..
“Eski bir futbolcu” olduğu için; “orta sahada top çevirmeyi” değil,“doğrudan kaleye gitmeyi” tercih ediyor ve çoğu şutu da “gol” oluyor!..
Dün attığı “gol”ler gibi!..
*************************************************************
Bir emekli öğretmenin gönderdiği “tilki” hikâyesi
Okurum emekli öğretmen Tahsin Atak’ın gönderdiği “hikâye”yi aynen aktarıyorum:
“Çocukluk yıllarımızın en güzel günleriydi... Her şeyden yorulur, oyun oynamaktan yorulmazdık.
Kuzu çobanlığı yapabilecek yaşlarda idik... Derdimiz kuzu otlatmak değil, oyun oynamak...
Bir gün, yanımızdan hızla geçen bir tilki, kuru erik ağacının yanındaki bir kayanın altındaki delikten içeri girdi. Arkadaşlarla onu yakalamasevdasına düştük. Arkadaşlarımızdan biri; ‘Onu yakalamanın yolunu biliyorum. Girdiği deliğin yani ‘in’inin girişinde ateş yakarsak bunalır, ininden çıkar’ demişti... Her birimiz birbirimizle yarışırcasına odun, çalı çırpı toplayarak tilkinin girdiği inin ağzına ateş yaktık. Ellerimize aldığımız sopalarla başladık dumandan bunalıp çıkacak olan tilkiyi beklemeye... Bir türlü çıkmıyordu. Bir de ne görelim; kayanın diğer taraflarından bir kaç yerden dumanlar çıkıyor. Biz ön taraflarda oyalanırken, tilki arka deliklerden kaçıp gitmiş!..
Akşam babama anlattığımda;
‘Oğlum hiç bir tilki birkaç tane kaçış deliği olmayan ‘in’e girmez. Tilkiyi yakalayacaksanız kaçacağı delikleri iyi bileceksiniz’ demişti.”
Hele söyleyin, “Paralel Yapı” da, aynı “tilki” gibi değil mi?.. Adamlar o kadar “uyanık” ki; tam “İnlerini bulduk” diyorsun, bir de bakmışsın, “arka delik”ten çıkmışlar!..
Demek ki, “delik”leri iyi bileceksin!..
yeniakit