Kimse kimseyi dinlemiyor

Ahmet Taşgetiren
Pusulardayız. Herkes kendi pususunda karşı pusudaki yanlış bir hamle yapsın da işini bitirelim çabasında.

Biraz dinleyebilsek, belki kendimiz için de ülke için de nefes alacak bir pencere açılacak. Ama sanki kendi irademiz dışında oluşan bir cenderenin mahkûmuyuz. 

Birkaç örnek vereyim:

-Cumhurbaşkanı kıdem tazminatı konusunu görüşeceği toplantıya Türkiye’nin üç büyük işçi kuruluşundan biri olan DİSK’i çağırmıyor. “Acaba onlar ne diyecek?” diye merak etmiyor mu yoksa “Onlar ne söylerse söylesin biz bizim meşrulaştırdıklarımızla karar alır, uygularız, onlar da kıvranıp dursun” mu diyor?

-Cumhurbaşkanı Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli ile görüşüyor. İyi. Ülke meselelerini ele alıyor. İyi. Ama muhalefet partileri ile görüşme gereği duymuyor. Hele muhalefet partilerinden birisi ile aynı ortamda nefes almayı bile kabul etmiyor. HDP 6 milyon oyu ile sanki yok farz ediliyor. Nedir buradaki mantık? “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla bir toplum kesimini dışlıyor gözükmek, hangi devlet çıkarının gereğidir? 

-Medyada birilerini ipe çekiyoruz, ama ona “Son sözün ne?” sorusunu sorma gereği duymuyor, cevabını verme imkânı tanımıyoruz. Herkes herkesi bulduğu her ortamda yok etme çabasında. Ne de olsa hazır “yok etme gerekçelerimiz” var. 

-Yeni siyasi parti oluşumlarının tamamı dün “kaybolan iletişim zeminleri”nin ürünü. Birlikte yola çıkmışsınız, birlikte uzun müddet yol yürümüşsünüz ama bir gün başka diller konuşuluyormuşçasına iletişim kopmuş. Şimdi yeni partilerin siyaset dilinin bir bölümü o kopuşun hikayelerinden oluşuyor. İşin garibi, oralarda aynı hikayeler başka kişilikler üzerinden yeniden – yeniden yaşanıyor. 

-Dinlemek, diyorum ya. Yeni partiler adına kimi çalışmalar yapılıyor. Ekonomi, işsizlik, gençler, tarım vs. alanında. Bunları kamuoyu ile paylaşıyorlar da. “Muhalefet partisisiniz, bunları kamuoyuna sununca iktidar tarafından faydalanılacağını düşünmüyor musunuz? Ne de olsa daha seçime üç yıl var” sorusu karşısında “Keşke alıp uygulasalar. Ülke kazanır, ama alıp uygulama potansiyeli görmüyoruz” diyorlar. Böyle bir Babil Kulesi sendromu yaşıyor ülke. 

-Karar tv ekranlarında mülakatlar yapıyoruz. Dün Osman Can ile konuştuk. Bir zamanların özgürlükçü raporlarıyla tanınan Anayasa Mahkemesi raportörü, sonra Ak Parti milletvekili, Ak Parti’ye anayasa taslakları sunan isim. Sonra Ak Parti’den ayrıldı. Bize konuştu, daha önce başka ortamlara mülakatlar verdi. Belli ki çok şey söylemiş Ak Parti’de iken de. “Ak Parti olağanüstülük psikolojisine, lider kültüne teslim oldu, hızla içine kapandı, komplolara sarıldı” diyor mesela. “Devlet aklı yok edildi, devlet aygıtı irrasyonelleştirildi” diyor. “Ortaya askeri vesayet döneminden bile daha sağlıksız yapı çıkacağını” söylüyor. “Meclis işlevini kaybetmiş durumda” diyor. “Ohal kaldırılsa bile Ohal şartları değişmeyecek çünkü başkanlık sistemi ona imkân veriyor” diyor. Bunların her biri sistem planındaki sancıların tespiti. Bir dinleyen bulunamadığı için Türkiye bugün söz konusu problemlerle boğuşuyor.

-Olay sadece iktidar partisi için sorun değil elbette. Mesela HDP ne kadar dinliyor söylenenleri yazılanları. İçerde söylenenleri ne kadar dinliyor, dışarda söylenenleri ne kadar dinliyor? “Dışlanma” evet, bu kabul edilemez bir şey. Ama sanki “Dışlanma”nın da bir rantı varmış gibi davranıldığı olmuyor mu? Bir kamp dışlayarak siyasi rant devşiriyor, bir kamp dışlanarak dense yanlış mı olur?  Ve bu, ülkenin çok çok geniş topluluklarına bedel ödetiyor.  

-Yazılarımız var, gördüklerimizi, düşündüklerimizi yazıyoruz. Siyasi çıkarımız yok, hiç kimseye yandaşlığımız yok, kategorik karşıtlığımız yok, memleket için doğru bildiğimiz şeyleri ifade etmeye çalışıyoruz, ama “Dinleme” problemi burada da devreye giriyor. Yazılanlar dikkatli okunsa, ifade edilen görüşlerin altı çizilse, raporlandırılsa, bir heyet tarafından değerlendirilse, haklı bulunanlar kendi kendini restore etmek için gündeme alınsa…
Olması gereken bu değil mi? Ama öyle olmuyor. İnsanlar dost – düşman, hasım - yandaş biçiminde kategorize ediliyor, tüm yazılanlar da o giyotinin içine atılıp yok ediliyor. Yandaşsanız, dostsanız zaten öyle yazacaksınız, hasım ya da düşmansanız zaten öyle yazacaksınız. Muhteva yok oluyor. 
Dinleyen kazanacak. Cumhurbaşkanı da dinlediğinde kazanacak, diğer siyasi partiler de dinlediklerinde kazanacaklar. Aile içinde iletişim sağlıklı olduğunda anne - baba – evlat herkes kazanacak. Türkiye de insanların birbirini dinleme terbiyesi edindiğinde kazanacak.