Irak"ın, 2003 Baharı"nda Amerikan askerî işgaliyle devrilen ve idâm edilen Devlet Başkanı Saddam Huseyn"in amcaoğlu ve de sağ kolu olan ve Mart-1988 Halebçe'de 5 binden fazla insanı kimyasal gazlarla katlettiği için kullandığı adı "Kimyasal Ali'ye çıkan Ali Hasan El"Mecîd"in de 25 Ocak 2010 günü idâm edildiği açıklandı..
El"Mecid, Halebçe katliâmıyla ilgili olarak, muhakemesi sırasında, "Köyleri yıkma emirlerini orduya ben verdim. Kendimi savunmuyorum. Özür de dilemiyorum. Ben bir hata yapmadım" demişti.. El"Mecîd, en ufak bir ayaklanma ihtimali karşısında bile her türlü baskı, sindirme ve imha yoluna başvurmaktan çekinmeyen tavrıyla tanınırdı. El"Mecîd yıllardır Amerıkalıların elinde bulunuyordu..
Biz bu durum karşısında sadece, "Allah, bir haşereye bir haşereyi musallat kılmış olmalı.." demekle yetiniyoruz..
"Kimyasal Ali"nin ceberrutluğunu hatırlatan ses kayıtlarının ve diğer belge ve bilgilerin bizim kamuoyunda yoğun şekilde yayınlandığı ve de tartışıldığı bir sırada "Kimyasal Ali"nin âkıbeti hakkında ulaşan bu haberler, herhalde nicelerine, "Darısı heryerdeki benzerlerinin başına.." dedirtmiştir..
**
Ve insan, gerçekten de, nice benzerlerinin bizde de olup olmadığını düşünmeden edemiyor..
Mart- 2003"de, dönemin I. Ordu Kom. Org. Çetin Doğan tarafından hazırlatılan ve "Balyoz Güvenlik Harekât Planı" adıyla anılan mğthiş belge etrafındaki tartışmalar devam ediyor.. Yayınlanan bölümlerinden anlaşıldığı kadarıyla, her birisi dehşet uyandıracak derecede, millete karşı korkunç düşmanlık ve "savaş ilanı" mahiyetindeki korkunç görüş ve lafları içeren bu belgelerin, Plan semineri, tatbikat, manevra, farazî bir harb oyunu, bir senaryo vs. denilerek yalanlanmak isteneceği beklenmiyen bir durum değildi.. Çünkü, yazık ki, Gen. Kur. Başk. Org. İlker Başbuğ, -12 Mart 1971 Askerî Darbesi günlerinde Genelkurmay Başkanı olan Org. Memduh Tağmaç"ın, "Ne yapayım.. Altımı tutamıyorum.." şeklindeki ünlü mazeret cümlesini hatırlatacak şekilde,- emri altındakilerle kendisi arasındaki komuta zincirini zaafa uğratmamak için midir, bilinmez; anlaşılmaz bir vurdumduymazlıkla, hemen her ciddî iddiaya, "kağıt parçası, boru barçası.. Gerçek değil.. TSK"yı yıpratmaya yönelik, asimetrik psikolojik savaş taktikleri.. Yakıştırma.. Aklın ve vicdanın kabul edemiyeceği boş iddialar" gibi laflarla yaklaşıyorçç
Org. Başbuğ. TSK"nın ciddî bir kurum olduğunu hatırlatıyor ve "dün A dediğimize bugün B dersek olmaz " diyerek, henüz incelemeden, nice entrika planlarını akladığını ve sonra da kendisisni yalanlamamak için, ne gibi psikolojik baskıların kurulmasında öncü olduğu gibi bir durumun ortaya çıktığını görmezlikten geliyor..
Bu da onu, darbecilerin koruyucusu durumuna düşürüyor..
Bir em. Korg. -A.K- "800 binlik bir dev gücün komutanı (Gen. Kur. Başkanı), altındakilerin, astlarının hukukunu, itibarını koruyamıyor gibi bir duruma düşerse, o silahlı gücü kontrol edemez hâle geleceğinden; ast"larını korumakta zaaf gösteriyor gibi bir duruma düşmemek için elinden geleni yapmak zorundadır.." diyordu, bir süre önce..
Başbuğ da, 25 Ocak günü yaptığı ve esip gürlediği basın toplantısında, aynı mantığı dile getiriyor ve "Gen. Kur. Başkanı olarak, TSK"nın sorumluluğu ile, tüm personeli korumak durumundayım.." diyordu..
Sonra da, "Ordunun tümünü suçlayanlar, hiç mi vicdanınız yok?" derken, o hışımlı sözlerinin içinde bir şeylerin üzerinin örtüldüğünü görmüyor veya göstermek istemiyordu.. Çünkü TSK"yı toptan savunuyor, sonra da ordu içinde hata yapabilecek olanların varlığından yarım ağızla sözediyor ve sonra da, Ordunun tamamının suçlandığı gibi bir cümleyi öne çıkarıyordu..
Halbuki bütün bu olup bitenlere rağmen, dolayı ordunun tamamını suçlayanlar çok küçük bir taife olabilir.. Ama siz, ordunun hesabını vermeden, toptan reddlerle netice almak isterseniz, elbette ki birileri de sizin suçlamalarınızın bile, bir şeyleri gizlemeye yönelik olduğunu düşünecektir..
Gelinen noktada, Genelkurmay Başkanı, neredeyse inisiyatifi yitirmiş ve astlarının her hatasını te"vil eden komik bir duruma düşmüş bulunuyor.. Ve Başbuğ, "sorunun köklerine inip, halletmek de bizim görevimiz.." derken de, her manâya çekilebilecek yuvarlak cümleler kurmaktaydı.. Ve arkasından da, "Kimse TSK"yı başka ordularla mukayese etmesin.. Kimse böyle bir hataya düşmesin.." diyordu da, bu hatırlatmaların, ihtarların muhatabı kimdi?
Çünkü, bizzat Başbuğ"un da 50 yıldır mensubu olduğunu vurguladığı bu ordu, her şeyden önce son 50 yıl içinde, 4 adet askerî darbe yaparak, kanûnen işbaşında bulunan iktidarları kanundışı yollarla ve kendi kendine durumdan vazife çıkarmayı şiar edinen davranışlarla al-aşağı etmek ve bir kaç da başarısız darbeye teşebbüs ve son olarak da 27 Nisan 2007"de yayınladığı bir (e- muhtıra) ile iktidarı değiştirmeye çalışmak açısından gerçekten de dünyadaki hemen hemen hiç bir orduya benzetilemez..
İlgi çekici bir diğer husus da, Org. Başbuğ"un, "Bilgi çağında, bilgilerin sızdırılması, TSK için de bir sorundur.." demesi ve sonra da, "Burada ilk kez açıklıyorum.. Bu güne kadar TSK içinde bilgi sızdırması kapsamında açılan soruşturma adedi, 61"dir.. Bunlardan 9"u yargı safhasına dönüşmüştür.. 1 subay 3 yıl hapis cezası aldı ve ordudan atıldı.. Çeşitli rütbelerde 10 kişi de tutukludur.." demesine ve bu konuda hassasiyet göstermesine rağmen; sızdırılan / çalınan, kaçırılan belgelerde dile getirilen görüşleri lanetlemek yerine, hamâsî bir dindarlık gösterisinden meded ummasıdır.. Ki, kemalist/laik pratikte bunun örnekleri pek çoktur ve darda kalınan her zamanda daima görülmüştür..Hem, müslüman halkın inancını irtica diye suçlayıp birinci derecede tehdit diye niteleyenler ve bu halkın inancından kaynaklanan ahlâk anlayışının bir gereği olan kıyafetlerine bile saldıran generaller TSK"nın mensubu değil mi yoksa?
Org. Başbuğ, "savaşta saldırı emrinin Allah Allah denilerek verilmesini eğitim talimnâmesine bile yazmış bir ordu, Allah"ın evi camie bomba attırır mı? Lanetliyorum.." cümlesini yüksek sesle birkaç kez tekrar ederken, bunun, durumun kurtarılması için söylenmiş bir nutuk, bir diskur olmamasını temenni ederdim.. Ayrıca, burada lanetlediği kimdi, Başbuğ"un?
Yayınlanan ses kayıtlarında, açıkça, "Çökerim İstanbul"a.. Anadolu ardından gelir.. Fatih. Çarçamba, Aksaray, Edirnekapı.. Hırka-ı Şerif. Sofular" gibi mıntıkalara âni bir saldırıyla işi bitirip hemen çekilirim. Çünkü, iş uzarsa ordunun aleyhine döner durum.. Şiddet uygulamamak gerekir denilmesine katılmıyorum. Bu (laik) rejimi değiştirmeye kalkışan bir halkı ben ezip geçerim ve bu benim görevimdir.." diyen bir TSK tipi "Kimyasal Ali"ler mi eleştiriliyor, yoksa o gizli belgeleri yayınlayanlar mı?
Org. Başbuğ, "Yahu biz bu konuda dün düzmece, gerçekdışı demiştik. Tükürdüğümüzü yalamıyalım.." inadına düşmeden, o em. Orgenerallerin, gerçek bir sorguya çekilmesini sağlamalıdır; o belgeleri sızdıranların takibi, daha sonra gelir..
*
Org. Başbuğ"un doğru çıkması temenni olunabilecek bir diğer sözü de, "darbe ve darbecilik" üzerine söyledikleridir.. "Severek söylemiyorum, ama bu darbe kelimesini söylemek zorundayım.. Bunu söylemekten hicab duyuyorum..
TSK olarak bundan fevkalade rahatsızız.. İktidarların seçimlerle demokratik yöntemlerle eldeğiştirmesini söylüyoruz.."
Ama, geçmişteki bütün darbeciler de öyle demiyorlar mıydı?
*
İlker Başbuğ, son açıklanan "Balyoz Güvenlik Harekâtı" denilen zorbalık ve ihanet çapındaki planları gördükten sonra, bahanelere ve boş laflara tutunmaya çalışmak yerine, bu gibi çalışmaları kimler yaptıysa, onların hesaba çekilmesini sağlamalı ve başında bulunduğu TSK"nın itibarını ancak bu yolla koruyabileceğini anlamalıdır. Geçen her saniye TSK"nın güvenilirliğini daha bir kemiriyor, çünkü..
Ama Genelkurmay Başkanlığı, bunları yapmak yerine, hemen, bu bilgileri-belgeleri dışarıya kimin sızdırdığını belirlemeye çalışıyor.. Önceliği bu konuya vermiş... Bu da, bu gibi bilgi ve belgelerin doğruluk payının daha bir yüksek ihtimal olarak görülmesine zemin hazırlıyor..
Gerçi, bir askerî birimin, dışarıya sızmaması, düşmanın eline geçmemesi gereken mahrem bilgileri, planları olabilir/ olmalıdır; bunların dışarıya sızdırılması önleyememenin tehlikesi de ortadadır.. Ama, sızdırılan belgeler-bilgiler, bir ordunun dış düşmanlara karşı hazırladığı planlar değil de, bizzat kendi halkına karşı hazırladığı tuzaklardan haber veriyorsa..
O zaman, bu sızdırmaları bir de hayırlı bir gelişme saymak gerekir.. Ve demek ki, orada, bu gibi hıyanetlere sessiz kalmayı kabullenemiyen vicdan sahibi kimseler var ki, bunları geç de olsa dışarıya sızdırıyorlar.. Gerçi, Başbakan Erdoğan bu gibi bilgilere daha başlangıçta haberdar olduklarını söylediğine göre, demek ki, hıyanet planlarını bozacak kimseler yine de var, o kurumda.. Ve o dönemde, bu hususta Gen. Kurmay (eski) Başk. (em.) Org. Hilmi Özkök"ün bu gibi hıyanet planlarını bozmakta ayrı bir rol ve etkisinin olduğu anlaşılmaktadır, o da bir ayrı ve önemli konu..
TSK, ülke ve halkımızın işgalcisi görüntüsünden mutlaka kurtulmalı!.
Evet, tekrarlıyalım.. 2003 yılında, I. Ordu Komutanı olan (şimdi emekli) Org. Çetin Doğan"ın hazırlattığını gizlemediği 5 bin sahifelik -onun deyimiyle- Plan seminerleri, harboyunları, senaryolar , vs., eğer doğruysa.. Bu, tam bir hıyanet belgesidir..
İnanmak istemeyenler, bizzat bu generale aid olduğu anlaşılan ses kayıdlarını dinlerlerse, ne yapılmak istendiğini ve bu entrikalar karşısında ne yapılması gerektiğini anlamakta zorlanmazlar.. Çünkü, "Plan Semineri" diye geçiştirilmek istenen toplantılarda yapılan konuşmaların tüyler ürpertici ses kayıdları da ortaya çıktı.. Bunların 1. Ordu"nun kozmik / gizli bölümünden çalındığı ileri sürülüyor; o çalınma da bir ayrı facia, ama, hayırlı bir facia..
Genelkurmay"ın "bilgimiz dahilinde yapıldı" dediği, 5-7 Mart 2003 tarihli 1. Ordu'daki Plan Semineri -veya sözde- "savaş oyunu"nda dile getirilenlere kısaca bir bakalım:
Bu toplantıda, o zaman 3. Kolordu Kom. olan (ve daha sonra Ege Ordu K.lığı"ndan emekliye ayrılan) Org. Şükrü Sarıışık, şimdi savcılara da verilmiş olan ses kayıdlarında, "power point (güç noktası)" sunumunda, şunları söylüyor:
"Bu konudaki bir başarısızlık TSK'nın pasifize olmasına, bunun sonucu olarak da Atatürk ilke ve inkilâplarının temeli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin Ortaçağ taassubuna bürünmüş bir yapıya dönmesine sebep olacaktır.. (") Aldığımız istihbarat ve yaptığımız değerlendirmelere göre İstanbul'da yaklaşık 200-210 bin, İzmit'te 21 bin, Adapazarı'nda 12 bin olmak üzere toplam 240-250 bin kişinin irticai ve bölücü unsurlara destek verebileceği değerlendirilmektedir. Özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki olaylara İsrail örneğinde olduğu gibi kesin süratli ve sert tedbirler alınmadığı takdirde bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma ihtimali mevcuttur."
"-Efendim, "dağılınız" falan yok, tepelemek var.."!
Sarıışık ile hemfikir olan dönemin 1. Ordu Kom. Org. Çetin Doğan ise stratejinin adını koyuyor: Tepelemek. İşte Doğan'ın o sözleri: "Toplumsal olaylarda artık acıma, bilmem ne yapma filan yok. Ülkeyi götürmek isteyen bayrak açmış adamlar, yeşil bayrakla dolaşan insanlara karşı öyle tavizdir bilmem nedir efendim dağılınız bilmem ne dağılma değil toparlanma var. Tepeleme var. Başka bir şey yok. Yani bu olaylar yani bu hale gelmez inşallah gelmez. Biz her türlü olasılığa karşı hazırlıklı olma bakımından söylüyorum. Böyle bir olay içerisinde efendim kalkanlarımızı elimize alacağız joplarla bilmem ne yapacağız, megafonla, ay şöyle yap.. Kama düzenidir, hat düzenidir hayır bilmem nedir, falan filan değil. Tabiî teknikler kullanılır. Parçalanması için gereken şey kullanılır ama büyük ölçüde silahlı kuvvetlerin gücü ortaya konur. Bütün dünyada böyledir bu zaten.. (") Şimdi polisin önünde de toplumsal olaylarda polisin kontrol edilmesi gerekiyor tabi bu durumda. Onlarda ' yeni silah araç ve gereçler var. Bunları kontrol etme yahut polisi bu bölünmüş olan polisi ya etkisiz bırakma, bir bölümüyle ya bir bölümünü etkimiz altına almak için V bir tertip ve tedbiriniz var mı? (") (Bu soru üzerine bir komutan) "Komutanım biz de bunların jandarma nezaretinde kullanılmasını, ve çok sıla kontrol altında tutulmasını düşünüyoruz" diye cevap verirken, toplantıya katılan generallerden biri "4000 polisi böyle * bir durumda kontrol altına alma imkânımız var komutanım. Ama polisin özellikle istihbarat, narkotik * vs. şubelerinde faaliyette bulunanlarının ne yapacağı konusunda ben şahsen tereddütteyim.. (") Bu sırada Doğan bir de hatırasını anlatıyor: "Mesela ben şimdi görüyorum şimdi Ankara şey İstanbul içerisinde bazen resmi fors çekerek ender olmakla beraber dolaştığım oluyor. Bir kısım polisler afedersiniz k...nı dönüyor. Böyle belli ki silahllı kuvvetlere po...suyla bağlı tamam mı öyle bir yakınlık gösteriyorlar bize. (") Komutanım seçimlerden sonra gazetelerde şöyle bir haber geçti kırıntı gibi bilmiyorum arkadaşlardan da okuyan var mı ben okudum Tayyibi tebriğe gidenlerin arasında çok sayıda emniyet mensubunun olduğuna dair şöyle bir iki haber vardı."
"MİT'in başında asker yok, güvenemeyiz!"
("Savaş oyunu" denen seminerde askerlerin MİT'e de güvenmediği anlaşılıyor. Bir komutan): "Biz geçmişte 12 Eylül harekâtında listelerini elimizde hazır bulduk. O listeleri de hazır bulmamızın altında yatan neden istihbarat kuruluşlarının ki bunların başında ,y gelen milli istihbarat teşkilatının başında askerin bulunmasından kaynaklanıyordu. İçinden bulunduğumuz ortamda bu listeleri; sağlıklı bulup bulamama konusunda ben şahsen endişe taşıyorum"
(İstanbul ilinden sorumlu başka komutanın sözleri ise bahsedilen şeyin bir oyun olmaktan çıkıp kuvveden fiile geçtiğine işaret ediyor:) "Klasörler burada yanımızda getirdik komutanım İstanbul ili için daha çok bilgiye ihtiyacımız olmasına rağmen elimizde yeterli bilgi var. Yani fırınlarından pastanelerine kadar hepsini çıkardık. Listelerimiz hazır örgütlerin nerelerde olduğu, vakıflar nerelerde, sinagoglar kiliseler, nereleri korunacak, yeterli bir çalışma yaptığımızı sanıyorum. Gelişmeye muhtaç komutanım. Çünkü bazı noktalarda gelip tıkanıyorsunuz karşı tarafta muhatap olduğunuz kişiler neden acaba bu bilgiyi istiyor diye soru işareti ile size geldiğinde o zaman şu çalışmamızın gizlilik derecesi ifşa olma durumuna geldiği için emir verdik. Kolordu komutanımızda aynı şekilde emir verdiler, durduk."
Ancak bu generaller bir şeyi unutmuşlar: Ya, bütün bu hıyanet planlarını uygulamak isterlerken, emrettikleri askerler emri yerine getirmezlerse.. O zaman kaçacak yer aramaya bile fırsat bulamıyabilirler..
*
İlginçtir, Genelkurmay, I. Ordu'da 5-7 Mart 2003'te yapılan Plan Seminerinin bütün belgelerinin kendisine gönderilmediğini ve 2007'de imha edildiğini söylerken, O dönemde Kur. Alb. olan Süha Tanyeri ile Turgut Değerli'nin Mart 2003 tarihli kozmik saklama yazışmaları da yayınlandı; Taraf"da..
Yayınlanan belgeler, hazırlıkları inceden inceye planlanan bu plan seminerinin kayıtlarının, gizlilik derecesi yüksek olan diğer askeri belgeler gibi "kozmik"te koruma altına alındığını gösteriyor. Birinci Ordu Komutanlığı Harekât Başkanı Kurmay Albay Süha Tanyeri'nin ıslak imzalı talimatına göre, Selimiye Kışlası'nda düzenlenen 'rutin' plan seminerinin yazılı ve sesli kayıtları, kozmikte saklandı. Albay Süha Tanyeri'nin plan seminerinin arşivlenerek kozmikte saklanması için gönderdiği 11 Mart 2003 tarihli, dört maddeden oluşan "Gizli" ibareli talimatı aynen şöyle:
1 - Birinci Or. K.lığı Plan semineri 05-07 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilmiştir.
2 - Plan semineri icrası kapsamında yapılan tüm hazırlıklar arşivlenmek maksadıyla CD'lere kopyalanarak Kozmik'te saklanacaktır.
3 - Plan semineri ile ilgili bilgiler bilgisayar ortamında ve evrak olarak Kozmik haricinde bulundurulmayacak (menfi), bilgisayarda bulunan konu ile ilgili bilgiler silinecektir.
4 - Belirtilen işlemin yapılarak, sonucunun 14 Mart 2003 tarihine kadar I. Ordu Komutanlığında bulundurulmasını..."
Alb. Süha Tanyeri'nin emrinin yerine getirildiğini gösteren cevabî yazı ise 14 Mart 2003 tarihli. Üçüncü Kolordu Komutanlığı'nda görevli Kurmay Başkanı Vekili Alb. A. Turgut Değerli imzasıyla Birinci Ordu Komutanlığı'na gönderilen yazının konu başlığında, "Plan Semineri ile ilgili bilgilerin Arşivlenerek Kozmik'te Saklanması" yazıyor. Şöyle:
1 - Birinci Ordu Komutanlığı'nda 05-07 Mart 2003'te icra edilen Plan Seminerine ait tüm yazılı ve elektronik yazılar toplanarak arşivlenmek üzere Kozmik'e teslim edilmiştir.
2 - Plan Semineri ile ilgili hiçbir evrak ve dokümanın Kozmik haricinde bulundurulmadığı ve bilgisayar ortamında bulunan dosyaların silindiğini, arz ederim."
Bu yazışmalar Plan Semineri kayıtlarının Kozmik'te arşivlendiğini gösteriyor. Genelkurmay Karargâhı'nın, geçen yedi yılın ardından bu belgelerin varlığından haberdar olmadığını iddia etmesi ise, başka bir facia..
Daha da ilginç olan şu ki: Genelkurmay eski Başkanı Kıvrıkoğlu, 2000 yılında yayınladığı emirde tatbikat planları ve harp oyunlarında gerçek kişi, yer veya ülke isimlerinin kullanılmasını yasaklamış imiş..
2000 yılından sonra TSK"nde bu tür harb oyunu ve senaryolarda düşman için "kırmızı kuvvet", dost için "mavi kuvvet" yer veya bölge isimleri için ise "x,y,z bölgesi" şahıslar için ise "a,b,c ...." gibi tanımlar kullanıldığına dikkat çekilirken, Balyoz"un Genelkurmay"ın bilgisi dışında hazırlanmış olabileceği ihtimali de ortaya çıkıyor ki, bu daha bir faciadır.
Nitekim, 24 Ocak tarihli Star"da; em. Tümg. Armağan Kuloğlu "Bu plan bir eğitim planı değil. Eğitim maksadıyla oynanan bir oyun değil bu. Bu hakiki bir plan, gerçek bir plan. Ordunun gerçek planının güncelleştirilmesi. Yani, hazırlanmış bir planın mevcut duruma, şartlara adapte edilmesi. Bu plan, oradaki komutanlar, kurmay subaylar vasıtasıyla yeniden görüşülmek suretiyle, "mevcut gerçek şartlar içerisinde, yaşadığımız durum içerisinde neler olur, bu zaman içerisinde hangi konularla karşı karşıya kalabiliriz" sorusunun cevaplarını bulmak suretiyle planın içerisine bunların dahil edilmesi. Bu görüşülüyor. Şimdi bunlar hayali konular değil. Gerçek konuların görüşüldüğü bir toplantı bu. Şimdi bu plan maalesef bütün gizliliği açığa çıktı ve ifşa oldu. Kötü tarafı bu. Yani, bunlar bir şey yapmak istiyorum derken, maalesef Türkiye"nin gizli bilgilerini, planlarını da açığa çıkartmış oluyorlar. Bunun vatanseverlikle alâkası yok. Bu gerçek bir plan olduğuna göre hayali isimler koyacak halleri yok bazı şeylere. Bu plan zannederim ordu Karargâhında halen mevcut olarak duruyor." diyordu..
Evet, hangi tarafından tutsanız, iki ucu da pisliğe batmış bir deynek..
Dahası, Anayasa Mahkemesi"nin, askerin sivil mahkemelerde yargılanmasını Anayasa"ya aykırı bulması.. Asker, sivil yönetime karşı darbe planlayacak, çete kuracak ve yakalandığında da sivil mahkemeler tarafından yargılanamayacak, olacak şey mi? Genelkurmay rahatlamıştır belki, ama Millet?
Süngüucu zorlamasıyla hazırlanıp, yine aynı usûlle, cebr ve ikrah ile kabul ettilen ve onun için de mutlak butlanla bâtıl ve "keenlemyekun" (bütünüyle yok) sayılması gereken bir Anayasa"ya göre varolan ve hükmeden bir Anayasa Mahkemesi"nin yanlışlıkla bir doğru karar verebilmesi bile neredeyse imkansızdı ve öyle de oldu..
Ülkemiz ve halkımız bu zorbalıklardan kurtulmak istiyorsa, verilecek nice çetin mücadaleleri göze almalıdır.. "Bir testiyi bir pınara koysalatr. Kırk yıl anda dursa, kendi dolası değil.."
Ra"d Sûresi"nin 11. âyetinin meâlini bir daha hatırlayalım: "Bir halk kendi ahvalini değiştirmedikçe, Allah onların halini değiştirmez."
Gerçek değişimin ezelî kanunu budur..
haksöz