Yıllardır Batı-İran/İsrail-İran gerilimini, çatışma senaryolarını, her an savaş olacakmış gibi gelişmeleri, bir sabah ansızın İsrail'den gelebilecek saldırı ihtimalini izliyoruz.
Kriz her tırmandığında bölgede bir yerlerde bir çatışma patlak veriyor. Lübnan'da, Filistin'de ya da başka bir yerde. Ama çatışan taraflar hiçbir şekilde yüz yüze gelmiyor. Böyle zamanlarda, çatışma çıkacağına ilişkin öyle inandırıcı durumlar ortaya çıkıyor ki, karşıt güçler teyakkuza geçiyor, askeri tatbikatlar başlıyor, Batı donanması Basra Körfezi'ne yığınak yapıyor, şantaj ve tehditler havada uçuşuyor. Koca devletler, mahalle kavgalarını andırır biçimde havalara giriyor. Ancak şimdiye kadar krizlerin hiç biri çatışmaya dönüşmedi, İran-İsrail savaşı ya da İran-Batı bloku savaşı çıkmadı.
Bu arada çatışma dilini kullananlar hep kazandı. İran kazandı, İsrail kazandı, ABD kazandı. Çatışmadan güç devşirme, çatışma ile güç kazanma yöntemini kullananlar başarılı oldu. Bazıları bunu bir danışıklı dövüş olarak bile niteleyebildi. Yıllarca süren kriz, İran'ı neredeyse nükleer güce dönüştürdü. ABD bölgesel haritaları değiştirdi. Harita değişiklikleri İsrail'in tehdit önceliklerine göre şekillendi.
Peki bu hep böyle mi devam edecek? Hiç sanmıyorum. Ortada bir danışıklı dövüş yok... Gerçekten de uzun süreli, uzun soluklu kriz var ve devam ediyor. Zamanla tırmanıyor, belli aralıklarla yumuşuyor ama hep devam ediyor. Daha önceki krizlerde Lübnan savaşı çıktı, Gazze savaşı çıktı, Irak'tan Yemen'e kadar bir çok bölgede sarsıcı gelişmeler yaşandı.
Şimdi yeni bir durumla karşı karşıyayız. Birkaç aydır, İran ve Suriye merkezli yeni ve belki bugüne kadar yaşananlardan çok daha vahim ve bölgesel nitelik arzeden sıkıntının yansımalarını izliyoruz. Bu sefer sadece ABD-İran ya da İran-İsrail arasında değil. Daha karmaşık, bölgesel ve uluslararası kamuoyunun önemli bir kısmının içinde yer aldığı, rol belirlediği, pozisyon aldığı bir durum var.
Suriye'deki değişim ve iç çatışma ile İran merkezli krize bölgenin hemen bütün ülkeleri taraf. ABD ve İsrail'den sonra, bugüne kadar kısmen yumuşak tavır alan Avrupa Birliği de taraf. ABD'nin aşamalı ambargo kararlarından sonra, 27 AB ülkesinin Dışişleri Bakanları da Brüksel'de İran'a ambargo kararı aldı. Tahran, en zayıf noktasından, petrol üzerinden kıskaca alınıyor. 1 Temmuz'dan itibaren başlatılacak ambargoya karşı İran'ın en büyük silahı Hürmüz Boğazı'nı kapatmak.
Dünya enerji koridorlarının en önemli güzergahlarından biri olan Hürmüz'ün kapatılması, ABD ve Avrupa kadar Asya ekonomilerini de vuracak nitelikte. Bu yüzden bütün dünya Tahran'dan gelen açıklama karşısında tedirginliğini ortaya koydu. Ambargo, 1 Temmuz'da uygulanırsa Boğaz kapatılacak. En azından İran resmi açıklaması böyle..
ABD, "kapat da görelim" mealinde açıklamalar yaparken NATO, ne pahasına olursa olsun Boğaz'ın açık kalmasını sağlayacağını duyurdu. Aylardır devam eden İran deniz tatbikatları, ABD ve Batı donanmasının Basra Körfezi'nde yoğunlaşması, Suriye meselesinin çözümsüz hale gelmesi, İran'ın bölgesel nüfuz alanını güçlendirmesi ve karşısında güçlü bir müdahil ittifakın oluşması endişeleri artırıyor. Bu da; İran ya da Suriye gibi münferit müdahale senaryolarının ötesinde bölgesel çatışma ihtimalini güçlendiriyor.
Tahran-Bağdat-Şam ve Beyrut ekseni adeta meydan okuyor. Bugüne kadar izlediğim İran merkezli kriz, hiçbir zaman bu aşamaya gelmemişti. Suriye'ye müdahale böyle bir çatışmayı başlatacağı gibi, İran'a yönelik ani saldırı da bölgesel ölçekli çatışmaya neden olacaktır.
Çok yoğun bir stres birikimi izliyoruz. Nasıl, nerede, ne zaman patlayacak kimsenin bildiğini sanmıyorum. Ama patlayacak... Çünkü kırmızı çizgiler birbirine karıştı... İran'ın kırmızı çizgileri her ülkenin kırmızı çizgileri anlamına geliyor. Bakalım Tahran'ın bileğini bükebilecekler mi?
yenişafak