“Bir” ve “tek” olmak. Eşi benzeri olmamak, Allah’a ait olan sıfatlardır.
Hani derler ya, bir çivi bir nal, bir nal bir at, bir at bir asker, bir asker bir ülkeyi kurtarır.
Yoo, öyle değil. Ne bir kişi bütün bir halkı ve ülkeyi felakete götürebilir ve ne de bir tek kişi bir ülkeyi, bir halkı kurtarabilir.
Peygamberler de tek başına kurtarıcı değil, Şeytan da tek başına helak sebebi değildir, olamaz. Ama topluluklar hem bir hain ve bir de kahraman bulurlar kendilerine..
Allah kurtaracaksa ya da helak edecekse bir halkı, ebabil kuşları, sivrisinek de yeter. Birileri helak olur, birileri de kurtulur.
Tabii “Tek Adam” rejimi olarak “Monarşi”den kurtulup, “Tek Adam” ve “Tek Parti” rejimine hüküm giymiş bir ülkenin çocuklarının şuuraltına ittiği bu gerçekleri sorgulamasını beklemek kolay değil. “Din”i yasaklar, “resmi ideolojinizi dinleştirirseniz”, “türbe”leri kapatır “anıtkabir” yaparsanız, “mabedler”in kapısına kilit vurur, “abideler” yaparsanız da aynı durum sözkonusu olur.
Mesela cumhuriyet çocukları “kişi” ile “birey” arasındaki farkı bilmezler. “Kişi”, “kişilik”, “şekil”, “teşkilat”, “şahıs” derseniz, “şahsiyet”, “müşahhas”, “teşhis”..
“Birey” bu anlamda ne ifade ediyor.
Bireyler bir araya gelince bir sosyete (societe), sosyal (social) “Comunal”, yani bireylerin toplu yaşama halini ifade ediyor. “Toplumsallaşma hali” gibi bir şey. Bizdeki “ahali”, hatta “bireylerin sürü hali” gibi, “birlikte gittikleri kalabalık”. Bunların kendi aralarında bir birlik oluşturmaları durumunda bir societe oluşturuyorlar. Bu bir şirket veya dernek de olabilir..
Biz “kişi”yiz. Her birimiz, parmak uçlarımız gibi farklıyız, ama öte yandan bu kişiler, kendi kişiliklerine uygun bir düzen kurarlar, bu düzene hukuk diyoruz. Bu toplumun üzerinde yükseldiği, onları diğerlerinden ayıran, alameti farikaları olarak, din ve erdem içeren, onları ahlaklı kılan davranış farklılıkları vardır. Daha doğrusu farklılıklarına rağmen onları bir arada tutan, ortak değerleri olan gelenekleri vardır. Din, ahlak ve hukuk hem onları tanımlar, hem de onlar bu yapının pratiklerini oluştururlar. Yani müşahhas ve mücessem bir karşılığı olarak misal ve numune, örnek teşkil ederler.
Biz “aydınlanma” felsefesinin ürünü olan “aydın” olamayız. Biz Promete’nin Tanrıdan çaldığı ışıkla aydınlatılmış bir çevrede beş duyumuzla algıladığımız bir dünyadan yola çıkarak hayatı açıklayamayız. Bizim için hakikat denilen başka bir alan daha var. Ve biz bu dünyada yalnız değiliz, başka bir alemden geliyoruz ve tekrar oraya döndürüleceğiz. Bir “Arif” olabiliriz. “Münevver” olabiliriz.
Nasıl kişi/Şahıs ile Birey aynı kişi değilse “eğitim” ile “maarif” de aynı şey değildir. Kaynak, yöntem, araç ve hedef olarak bizim o batılı eğitim uygulamalarından çok farklı bir dünyamız var. Ama bunu bugün o “eğitim”le “birey”leştirdiğimiz kişilere nasıl anlatacağız.
Mesela bir ateist bir tavuk kesip harika bir yemek yapsa ben onu yiyemem. Ama biri Allah adını anarak kesse, ama o kadar iyi bir sofra hazırlamasa ben onu yerim. O kişiler benim için herhangi bir “birey” değil. Onlardan birinin çok başarılı biri olması da benim açımdan her zaman tercih sebebi olmayabilir.. Tabii, elbette, mutlaka, işi ehline verelim ve benim kardeşim de en iyisini yapsın, o ayrı bir konu.
Aslında kişi ya da birey fark etmez, birey kök hücre gibi, kişi ise iyi ya da kötü, ya da münafık bir kişilik de sergileyebilir..
Bir de insanın günü gününü tutmayabilir. Mesela bazıları zenginken iyidir, fakirleşince sapıtır. Bazıları fakirken cömerttir, zenginleşince cimrileşebilir. Bazıları seninle kavgaya gider ama para dersen yaklaşmaz. Borç versen alamazsın. Paraya cömert biri kavgaya gitmeyebilir.
Para, makam, kadın, şiddet, aile, siyaset, ideoloji sözkonusu olduğunda bazı kişiliklerden beklenmedik tepkiler de alınabilir.
İyi başlayıp kötü bitirenler, kötü başlayıp iyi bitirenler, hep yalpalayıp gidenler de olabilir.
Kişi bu gibi konularda kendi nefsine de güvenmemeli. Hepimizin nefsine taht kurup oturan bir Şeytan var. Ve Şeytanı kıskandıran ins’in Şeytanları var aramızda. Aklı başına olan kişi “Beni bana bırakma Rabbim” diye dua eder. “Kimse bana karışamaz, en iyisini ben bilirim” demez. “Bana doğru gibi gelen şeyde yanlış, yanlış gibi gelen şeyde doğru olabilir” der, bu riski en aza indirmek için istişare ve şûra yapar, tecrübe sahibi insanların tecrübesinden, hikmet sahibi zat’ların nasihatlarından ders alır. İstikameti doğru tutmak için vahiy, siret ve sünnetin gösterdiği yolda, akıl, adalet, bedahat, hikmet, ahenk ve vijdanın rehberliğini esas alır.
Akıl sahipleri “başına buyruk” hareket etmez! Allah’tan başka hiç kimsenin hesap sorulmaz konumda olmadığını bilir. Çünki her insan hesaba çekilecektir. Hesaba çekilmeden nefsini hesaba çekmek ahlak-ı alâ alametidir. Her işin bir adam’ı vardır. Bu edepler fıtratla bütünleşerek bizi vahye yönlendirir.
Kişiliğimiz veresetül enbiya temelinde, yaşayan Kur’an anlayışı ile şekillenmelidir. O zaman ekmel-i mahlukat ve eşref-i mahlukat oluruz. Değilse “Belhum adal”, yani hayvandan da aşağı bir dereceye yuvarlanırız. Akıbetimiz ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya Cehennem çukurlarından bir çukur olur.
Aynaya bakalım, kime benziyorsak onlardanız. Öbür dünyadaki makamınızı görmek istiyorsanız, Allah’ın bu dünyada sizi neyle meşgul ettiğine bakın..
Hakkı Hak, batılı batıl görüp Hak’da toplananlardan olalım diye, selâm ve dua ile..