Birileri Kurban Bayramı’nda “#KurbanCinayettir” diye tag açtılar. “Yaratıcı’nın verdiği akılla O’nun hükümlerini beğenmemek Allah’ın verdiği merhametle O’nun merhametini sorgulamak kendini Yaratıcısından daha akıllı ve merhametli zannetmek kibir değil midir?” Bir kardeşimizin bunlara cevabı “Nefsinizi acilen kurban edin” şeklindeydi.
Hz. Adem zamanından beri kurban var. Hz. İbrahim’de de var, Hz. Musa’da da ve bizde de!
Başka inançlarda insan kurban etme geleneği de vardı ve Hz. İbrahim’le o batıl gelenek de kaldırıldı. Habil-Kabil olayı, kurban yerine başka bir hayrın ikame edilemeyeceğini gösteren bir örnek aslında.
Şimdi “Hayvan hakları yasası” diye yeni yasa çalışması var. Yönetimi başka bir mayınlı alana çekmeye çalışıyorlar.
Bakın, Neml suresinde ne anlatılıyor: Hazret-i Süleyman (a.s.), bir vadiden geçerken karıncaların reisi, Hazret-i Süleyman ve ordusunu görünce şöyle dedi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! Hazret-i Süleyman’ın saltanatı, çok büyük bir saltanattır; çiğnenirsiniz! Yuvalarınıza çekilin!” dedi. Cenâb-ı Hakkʼın lûtfuyla hayvanâtın lisânını da bilen Hazret-i Süleyman (a.s.) bu sözleri duydu ve şöyle dedi: “Hayır, benim saltanatım geçicidir! Bir kelime-i tevhîdin getireceği saâdet ve saltanat ise ebedîdir!..” Neml 17. Ve sonra da karıncalar yuvalarına çekildiler ve Süleyman aleyhisselam da yolunu ona göre tayin etti.. Bu merhametin zirvesi ve bizim için ölçüdür. Güçlü bir sultan ve onun güçlü ordusu, karıncaları ezmemek için bekler ve yolunu değiştirir. En güçlü komutan ve asker, nefsini, heva, heves ve ihtiraslarını yenen komutan ve askerdir. İslam budur.
Bir yandan bu, öbür yandan kurban! Kuş avlamaktan söz etsem, “ama olur mu” dersiniz. Balık avlamaya nedense o kadar tepki yok. Balık hayvan değil mi? Gökte ne varsa denizde de benzerleri var. Kur’an’da “Bıldırcın kebabı”ndan söz edilir. Hüdhüd var, güvercin var, ebabil var, arı var!
Mesela, bit, pire ya da akreb, çekirge hayvan değil mi? Avcılık niye yasaklansın isteniyor. Orada sadece mülkiyet sorunu var. Orman için av hayvanları çiftliği kurmakla, devlet üretme çiftliği ya da et balık kurumu arasında ne fark var. Konu sadece vicdanla açıklanamaz.
İlginç değil mi, Allah’ın adını anmadan kestiğiniz her hayvan murdar olur ve yılda bir kez kurban kesmek, kesilen kurbana şahidlik etmek gerekiyor. Hem de kestiğiniz hayvanı evladınızla “İsmailinizle” özdeşleştirerek. Orada hem İbrahim olmak, hem Haacer olmak ve İsmail olmak var! Ölümle yüzleşmek var. Yediğiniz kebabın arkasında bir can olduğunu bilmek var.
Kestiğiniz hayvanın etini yemek için, canına kasdettiğiniz hayvanı Allah’ın izni ile ve ancak O’nun rızasına uygun şekilde, o kural ve ölçüye uyarak yiyebilirsiniz. Yoksa, haram hayvanlar domuz, leş, kan gibi birkaç kural. İşte burada “Allah’ın adını anmak”, aynı zamanda “Allah’ın rızasını gözetmek”, O’nun muhkem ayetleri yanında, müteşabih ayetlerindeki hikmete ram olarak o kuralların idrakinde olarak karar vermek gerekiyor. Onun için mesela pislik yiyen ve etindeki özellikler itibarı ile insan sağlığına uygun olmayan gıdaların tüketilmesinin meşru olmayacağı sonucuna varılacaktır.
Özellikle Çin’de her şey yenirken, mesela Hindistan’da vejeteryan ve veganlar, hayvansal ürün tüketmezler. İneğe ve fareye tapan da var. Vücudundaki bit ve pireleri öldürmeyen de. Ama mesela bu hayvanseverler, tarımdaki “zararlı” kabul edilen hayvanlarla mücadele konusu ile ilgilenmezler. Sivrisinekten hazetmezler, örümcekten korkarlar. Akrebi öldürürler. Hele bir çekirge afeti yaşasınlar, görürler günlerini. Zirai ilaçlar ve fenni gübrelerle solucanlar öldürülürken kimse sesini çıkarmadı. Anız ya da Kenevir yakılırken yakılarak öldürülen canlılara kimse acımadı. Gündem bile olmuyor.
Bizde ölçü belli, “Allah’ın adını anarak ve O’nun rızasını gözeterek”, ihtiyacın kadar ve zarar verdiği ölçüde. Domuzu bile bu kural dışında öldüremezsiniz. Onun da bir yaratılış hikmeti var.
Hz. Ömer Kudüs’e giderken, yorgun devesine, kölesi ile birlikte binmiyordu. Bir süre kendisi bir süre kölesi biniyor, sonra da bir süre deve süvarisiz yürüyordu. Osmanlıda çalışma saati dolan yük hayvanının sahibi evine giderken, hayvanına binemezdi. Ya da eve binili gitmek istiyorsa, işi erken bırakmak zorundaydı. Hasta hayvanına bakmak zorundaydı ve hayvanını dövemezdi,
Tecavüz ve hukuk dışı eğlence, oyun olsun diye şiddet suçtur. Peki boğa güreşi, horoz döğüşü ne oluyor. Boks ne oluyor. İnsan insanın kafasına, gözüne vuruyor. Bizim Gurabhane-i Laklakanlarımız vardı. Bahçemizde kuş evlerimiz vardı. Kuş da avlardık.
Deri çanta, ayakkabı, kemer, kasapta / lokantada et ye, sonra kurbana vahşet de. Karıncaya tahammül etme. İslam geleneğinde ev içinde köpek besleme hoş görülmezken, köpekçilik yap!
Batıda hayvan genelevi bile açtılar. Böyle olunca çağdaşlık mı oluyor?
Bakın bu konular yasayla düzenlenecek konular değil. Her zaman, zulüm, fahşa, vahşet suç olmalı. Hayvan hakları değil, tabiata, fıtrata karşı suçlar gibi çok genel bir çerçevede suç sebeb olduğu maddi ve manevi zarara uygun ceza miktarı ve şekli içtihada bırakılmalı.
Sahi, birilerinin hayvan dediği şeyin bir milimetresi, hacmi, ağırlığı var mı? O kadar çok hayvan var ki! Sinek de hamam böceği de hayvan, yılan da.. Bu konuda o birileri ne düşünüyorlar aceba?
Selâm ve dua ile.