Geçenlerde Ali Bardakoğlu hoca, verdiği bir röportajda, ‘Kur’an’ı Kerim ile aramız açıldı. Kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva verir olduk!’ diyordu.Bu cümle bu yazıda anlatacağım konuya uygun düşüyor.
***
Bir süre önce, Sultanahmed Camii’nde akşam namazı öncesi, ana giriş kapısında iki hanım içeri girmek istiyor. Ana-kız oldukları anlaşılan bu iki hanımın içeri girmesini özel güvenlik elemanı engelliyor; ‘Şimdi namaz vakti, yarın gelin..’ diyerek..
Anne olan diyor ki, azerî türkçesiyle: ‘Biz de muselmanık, nemaz okuyacağuk.. Ferdâ (yarın)buradan gideyruk.. İcaze (izin)verin, hem namaz okuyak, hem ziyaret edek..’
Özel güvenlikçi, o hanım kendisine yalvardıkça daha bir kesin, ‘Hayır!’ diyor.
‘Niçin müsaade etmiyorsunuz?’ diye müdahale etmek gereği duyuyorum.
- ‘Siz karışmayın, bunlar namaz filan kılmazlar; yarın gelsinler..’diyor hışımla..
- Kardeşim, kadıncağız namaz kılacağız..diyor.. Sonra senin vazifen buranın güvenliği.. İnsanların namaz kılıp kılmadıklarını kontrol değil.. Müslüman olmayan turistler için ‘ziyaret saati bitti’diyebilirsin ama bu hanımlar namaz kılacaklarını söylüyorlar. Diğer hanımlar nasıl giriyorsa bunlar da girer..’
***
Annenin başı örtülü, kız açık.. Ama içeri girerken o da örtünecek, eşarbı hazır..
‘- Hayır bunlar namaz kılacağız derler kılmazlar’ diye inadını ve iddiasını sürdürüyor, özel güvenlikçi; bana da fırça atarak..
-Biz burada bostan bekçisi miyiz.. Biz bunların namaz kılıp kılmadıklarını tecrübeyle biliriz.
- Yahu kardeşim, senin neyine gerek, namaz kılıp kılmadığı.. Kaldı ki senin de vazifen değil bu, kimsenin de..
Sonra bir başka güvenlikçi geliyor, ‘N’oluyor?’ diye..
Durumu izah ediyorum. O daha anlayışlı, müsaade ediyor. Anne giriyor camiye ama kız oldukça gerilimli olarak girmiyor ve kırılmış olarak dışarda bekliyor.
Yani, güvenlikçi en azından yarı yarıya muradına eriyor.
O kızcağızın rencide edilmesinden son derece rahatsız oluyorum.
***
Evvelki akşam, Eyyub Sultan Camii’ndeyim.
Akşam namazı sonrası… Oturdum bir kenarda, etrafı temaşa ediyorum.
O sırada, başında Meksikalıların hasır şapkasını andıran, kısa pantolonlu bir genç, sırtında çantası, geldi. Şapkasını kenara koymak üzereyken..
Birisi koştu, ona, o öyle namaz kılamayacağı işaretini yaptı. O genç anlamadı.. Namaza durdu, huşû içinde..
Ona müdahale etmek isteyen kişiye, ‘Ona ne dedin, adam yabancı..’ dedim.
‘Alâmet-i küfr ile namaz caiz değildir..’ dedi, hışımla..
***
Dedim ki, ‘gardaş, bak başında başka türlü şapka olanlar da var, siperlerini ters çevirip namaz kılıyorlar. 100 yıl öncelerde bunlarla da namaz caiz değildir deniliyordu..’
Hışımlandı bizimki, ‘Bilmeden konuşma, ilmin yoksa sus, ben ilahiyat hocasıyım!’ dedi.
Yûnus misali, ‘Söylememek de söylemenin hasıdır..’ diyerek, sustum.
***
Aradan 15 dakika kadar geçti, o hışımlı efendiyle Cami dışındaki ana meydanda karşılaştım. ‘Affedersin üstad, size saygısızlık yapmamışımdır inşaallah’ dedim.
Kendisini tanıttı. 7 dil bildiğinden söz etti, İlahiyat’ta, bu zamana kadar 200 kadar profesör yetiştirdiğini söyledi. Ayrıca seyyid imiş de..
Benim de kendimi tanıtmamı istedi.. ‘Ben de Hz. Âdem Peygamber’in torunlarından olmam hasebiyle, seyyidim..’ dedim. Adımı, işimi, ilmimi sordu. ‘Sıradan bir Müslüman..’ dedim. ‘Benim söylemek istediğim şu: ‘O genç, başka bir ülkenin örf ve kültürüyle yetişmişe benziyor; kendi inanç aidiyetinin gereği olarak geldi; Rabbine yöneldi, namazını kıldı. O şekilde müdahaleler yersiz olabilir. Bunu, fıqhî kuralları önemsemediğim şeklinde anlamayınız da, ibadetin ruhunu şeklî gerekler adına katletmeyelim’ diye ekledim.
- ‘Bilmezsen ilme saygı duy!’ dedi ve ‘Bir haksızlığı düzeltmemenin kişiyi şeytan durumuna düşüreceğine dair bir-iki hadis rivayeti nakletti.
‘Ben de, işte o duruma düşmemek için bu hatırlatmayı yapıyorum’dedim.
Helalleştik, ayrıldık.
***
Evet, küçücük mes’elelerden kocamaaan ya da kocamaan mes’elelerden küçük mes’elelere doğru bir yolculuğa sizleri de çağırmış oldum.
Sürç-ü lisanettiysek affola..
stargazete