Atasoy Müftüoğlu/ Kölelik Bilinci..
Günümüzde, İslam toplumlarında, hakikate ihtiyaç duymayan sağ popülizm; İslam’ı istismar ederek, büyük yozlaşmalar ve bayağılaşmalar sergiliyor. Her toplumda, İslam toplumlarında da, bayağı klişeler, bayağı propaganda dili bir virüs gibi yayılıyor. Tecrübe etmediğimiz, temsil etmediğimiz, yaşamadığımız İslami/ahlaki/vicdani değerleri, maalesef bir propaganda malzemesi olarak kullanıyoruz.
Resmi parametreler, müesses nizamın parametreleri, zihinlerimizi yoğun bir biçimde manipüle ettiği için, bu parametrelerin sınırlarını aşarak düşünmeye cesaret edemiyoruz. Resmi parametrelerin dışında düşünmek için, ahlaki/entelektüel cesaret sahibi olmak gerekiyor. Her durumda hakikatin ifadesi olmak için, kendi kişisel özgürlüklerimizden feragat etmeyi göze alan bağımsız bir duruşa ihtiyacımız var.
İslami ahlak ve insanlık anlayışı; liderlere, milliyetlere, etnik topluluklara, mezheplere duyulan duygusal/romantik bağlılıkları aşan bir hassasiyet sahibi olmayı gerektirir. Politik kadrolar ve taşralı kültür, bugünün koşullarında hiç bir karşılığı olmayan şeylere romantizm yoluyla büyük anlamlar yüklemeye çalışıyor. Bugün, Müslümanlar olarak, ulus aşırı bir bilinç inşa etmek için, kapsayıcı, ikna edici bir dil’e ve iletişim biçimine ihtiyacımız olduğu çok açık bir gerçektir.
Günümüzde, iktidar sahipleri, hamasetten, menkıbelerden, mitolojilerden büyük çıkarlar sağladıkları için, genç kuşakların dijital kültür tarafından biçimlendirildiğini fark etmiyor. Bütün İslami öncelikler dikkatimizin merkezinden uzaklaşıyor. İktidar öncelikleri; sansasyonel politikalarla, güvenlikçi demagojilerle, göstermelik söylemlerle, korkuları istismar ederek gündemi belirleyebiliyor. Güvenlik gerekçesi her zaman sorgulanamaz bir gerekçe olarak sunulabiliyor. Para, statü, ayrıcalık peşinde koşan derin bireycilikler, bütün anlam alanlarını, irfan alanlarını, bilgelik alanlarını bütünüyle boşaltıyor.
Bugünün dünyasında, hiç bir şekilde denetlenemeyen enformasyon imparatorlukları (Google, Microsoft vb. gibi) çok ciddi bilgi asimetrileri oluşturuyor. Neleri bilmemiz, öğrenmemiz, takip etmemiz gerektiğine kendi irademizle bizler değil, bu imparatorluklar karar veriyor. Zihinsel konformizmin saltanatıyla, romantizmi ve nostaljisiyle büyülenen İslam toplumları farklı bir bugün ve farklı bir gelecek tasavvur ve tahayyül edemiyor.
Dijital sömürgecilik, teknolojik istila, gözetim ve kontrol sistemi, benzeri görülmemiş yabancılaşmalar, İslam’a yönelik şovenizmin yükselişi, İslami geleceği geciktiriyor. İslam toplumları bugün, gerçek hayatı kuşatan gerçek dışılıklarla engelleniyor. İslam toplumlarında keyfi iktidar sistemleri tarafından, halkların beyinleri/bilinçleri, din’i ve politik popülizm uyuşturucuları tarafından uyuşturuluyor. Bu toplumlarda siyasete yön vermesi gereken düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, iktidarların arkasında sürükleniyor, savruluyor. Aldoux Huxley’in neredeyse yüzyıl önce (1932) Cesur Yeni Dünya’da tanımladığı totaliter toplumlarda yaşıyoruz. Emperyalizmlerin ekonomik ve siyasal ihtirasları “demokrasi” söylemleri aracılığıyla maskeleniyor. İslam toplumlarını, Müslüman halkları emperyalist dünya düşüncesizleştirmedi. Müslümanlar konformist/mistik/batıni bir kültür aracılığıyla, kendi kendilerini düşüncesizleştirdikleri için, emperyalist kavram ve kurumları, düşünmeden/taşınmadan/sorgulamadan kabul ettiler.
İslam toplumlarında, Türkiye’de de, niteliksel içeriklerin, etkinliklerin, ilişkilerin yerini, çıkarlara, koşullara, politik tercihlere göre değişen içerik/ etkinlik/ilişkilerin almış olması sebebiyle, eşi ve benzeri görülmemiş bir toplumsal-siyasal çürüme yaşıyoruz. Politik çıkarlar ve ihtiraslar, hiç bir değer sistemiyle ilgisi olmayan keyfilikleri otoriter yöntemlerle meşrulaştırmaya çalışıyor. Hangi toplumda olursa olsun, yeni başlangıçlar, yeni seçenekler, yeni inşa’lar, herkesin, gidişatın yanlış olduğunu farketmesiyle başlar. Geleceğin başlayacağı yer, yüksek bir farkındalıktır. Temsil etmediğimiz, somutlaşmayan değerler etrafında sürekli olarak spekülasyon yapmak, bu değerler üzerinde bir tekel oluşturmaya çalışmak, çok kaba, çok bayağı bir propoganda gevezeliğidir.
Geleceğin başlayabilmesi için, yüksek bir farkındalıkla birlikte, büyük ve etkili fikirlere, büyük ve etkili zihinlere, büyük ve etkili bilgeliklere, büyük ve etkili dostluklara, büyük sorumluluklara ve büyük içtenliklere sahip olmak gerekir. Ancak, bütün bunlardan önce, İslami düşünce kültür ve edebiyat hayatının, Müslümanların ontolojik ve epistemolojik bir bağımsızlığa sahip olmadıklarını farketmeleri ve bu hayati gerçeğe uyanmaları, varoluşsal önem arz eden bir konudur. İslam dünyası toplumları içe ve geçmişe kapandıkları tarihten itibaren, entelektüel varoluşal mevcudiyete/meşruiyete/üretkenliğe ne yazık ki ihtiyaç duymadılar. Bu nedenle, toplumlarımız, yüzlerce yıldan beri süregelen sorunlu bir edilgenliği-teslimiyetçiliği ve yenilgiyi tekrar ediyor.
Müslüman halklar, tek akla, tek boyuta, tek yoruma dayalı fanatizmlere meşruiyet kazandıran bir geleneği “din” olarak algılamaya/yaşamaya devam ediyor. Sözünü ettiğimiz edilgenliklerin/ teslimiyetçiliklerin, İslami geleceği engellediği, İslami bilinci geciktirdiği hiç bir şekilde düşünülmüyor. İtaat’i içselleştiren, itaat’le yoğrulmuş bir gelenek halkları bütün niteliklere yabancılaştırıyor, niceliksel kitlesel hassasiyetler oluşturuyor. Modern-seküler dünya sistemi, İslam toplumlarına, İslam’ı bir maneviyat sistemi olarak, siyasal edilgenliği kabul ederek, hayatın, toplumun, dünyanın, siyasetin dışında yaşatılabileceği fikrini dayatıyor. Dışarıdan dayatılan bu edilgenlik yetmiyormuş gibi, Müslüman halklar içeriden dayatılan edilgenliklere de maruz kalmaya devam ediyor. Müslüman halklar, mehdi beklemek gibi, rahatlatıcı-teskin edici fantezilerle oyalanmaya devam ediyor.
Ahlaki-kültürel-entelektüel niteliklere, kazanımlara, hareketlere-kadrolara sahip olmadan, siyasal niteliklere sahip olunamayacağını bilmek anlamak gerekiyor. Sömürgeci-kolonyalist kültüre/ sanata/siyasete öykünen toplumların antiemperyalist söylemlerinin hiç bir şekilde dönüştürücü bir etkisi olmadığını da anlamak gerekiyor. İslam toplumları ve kültürleri, oportünist-ırkçı emperyalist ideolojinin kavram ve kurumlarıyla, İslami anlamda hesaplaşmayı başaramadıkları için, bu kavram ve kurumlarla uzlaşma yolunu seçtiler. Bu uzlaşma-teslimiyetçilik İslam toplumlarında büyük ve derin bir inanç erozyonuna yol açtığı gibi, derin bir ahlaki ve entelektüel erozyona da yol açtı. Bugün, Avrupa’nın ihraç ettiği, Protestan Hıristiyanlık tarafından icat edilen din/siyaset ilişkisi tartışmaları bir türlü aşılamıyor. İslam toplumlarında, İslam, siyasal oportünizm adına araçsallaştırıldığı ve milliyetçi projelerin hizmetine memur edildiği için, Müslüman bilginler/düşünürler/filozoflar/bilgeler yetişmiyor, yetiştirilemiyor.
Varlıklarını, kapitalist/emperyalist küresel eksenin bir parçası olarak sürdüren ve aziz İslam’ı yalnızca siyasal oportünizmin bir aracı olarak kullanan, ulus-devletlerin, Türkiye’de de görüldüğü üzere, kasıtlı olarak “siyasal İslamcı” olarak etiketlenerek aşağılanması İslam’a yönelik benzersiz bir iftiradan ibarettir. Günümüzde İslam ve Müsülmanlar milliyetçilik patolojileri tarafından kısıtlanıyor, kontrol ediliyor, yönlendiriliyor. Ulus-devlet milliyetçilikleri, İslam’ı-Müslümanları, milliyetçiliklerle uzlaşmaya, milliyetçilikleri savunmaya zorluyor.
Her milliyetçilik, içerisinde yaşadığımız toplumda da yaşandığı üzere, kitleleri paranoyak umutlara, paranoyak korkulara sevkediyor. İslami bilinç, milliyetçilikler tarafından, resmi gerçeklikler tarafından parçalandığı için, Müslümanlar bugün büyük bir safiyet/sadelik ve samimiyet kaybı yaşıyor. Bugünün dindarlığı büyük ölçüde, siyasal oportünizm adına üretilen ve sürdürülen propoganda dindarlığına dönüşüyor. Bu şartlar altında, İslami ahlak/bilinç mücadelesi, marjinal bir mücadele biçiminde, İslami entelektüel ilgi’de, teorik yorumlarla sınırlı bir ilgi olarak sürdürülüyor.
Teorik yorumlar da, Avrupa’nın ihraç ettiği tartışma konularının belirlediği sınırlar içerisinde yapılıyor. Sömürgecilerden öğrendiğimiz şeylerle, onlardan yaptığımız iktibaslarla, sömürgeci etkilerden özgürleşmeye, arınmaya çalışıyoruz. İslami bütünü ve bütünlük bilincini temsil eden, ahlaki/entelektüel/siyasal hareketlere sahip olmadığımız için, bugün, her toplumda, fanatik, dar görüşlü, taşralı, dışlayıcı, ötekileştirici dindarlık biçimleri tartışma alanlarını işgal ediyor. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, ideolojik zihinler/tercihler/yapılar eleştirel bilince bütünüyle kapalıdır. Putlaştırdığımız düşünürler, din’i ya da politik karizmatik figürlerle hiç bir şekilde, bir düşünce-fikir-eleştiri alışverişi yapamayız.
Eleştirel düşünceye-bilince sahip olmayan toplumlar, İslam toplumlarında görülebileceği üzere geçmişi-tarihi dokunulmaz kılarak putlaştırır. Geçmişi putlaştırarak sorgulayamayan bir toplum ve kültür, tarihi gerçekleri bütün boyutlarıyla göremez, öğrenemez, bir tarih bilincine sahip olamaz. Vesayet altında bulunan konformist bir kültür, yenilenmeye, özeleştirel bir değerlendirme yapmaya ve üretkenliğe ihtiyaç duymaz. Derin konformizmle, ancak, bir tür kölelik bilinci oluşturulabilir.
Kölelik bilinci, politik oportünist hareketler-iktidarlar ve patolojik milliyetçilikler için ideal bir ortam/ iklim oluşturur. Böyle bir ortam’da, iklimde radikal sorular sorulamaz, radikal sorgulamalar yapılamaz, varoluşsal meseleler, toplumsal hastalıklar, eleştirel fikirler gündeme getirilemez, resmi gerçekliğin/gündemin ve kutsalların sınırları aşılamaz. Bu nedenledir ki, bugün, içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, İslami tercihler de, yerli ve milli şovenizmin belirlediği çerçevenin içerisine hapsedilmiş bulunuyor. Kölelik bilinci, bir toplumun ya da kültürün, büyük yabancılaşmalar, büyük yozlaşmalar, büyük yolsuzluklar ve yoksunluklar ve iktidar patolojileri karşısında, politik mülahazalarla sessiz ve kayıtsız kalmasını sağlar.
Büyük sessizlikler, büyük kayıtsızlıklar, hangi toplumda olursa olsun, çok büyük ve çok derin bir çöküşle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Bugün, İslam toplumları, gerçek bilgiden bütünüyle yoksun, belagat ve hamasetle aldatılıyor. Belagat ve hamasetin uyuşturucu etkisi sebebiyle, Müslüman halklar bugünün acı gerçekleriyle hiç bir şekilde yüzleşemiyor.
Hangi eğilimlere sahip olurlarsa olsunlar insanlar, (seküler ya da muhafazakar) ideolojik tercihlerinin doğruluğuna inanır, bu doğruların tartışılmasını istemezler. İdeolojik kesinlikleri, nihai referans kaynağı olarak değerlendiren çevreler, kültürler, toplumlar, siyasetler, hiç bir şekilde tercihlerinin, ahlaki/vicdani ve adil olup olmadığına bakmazlar, bütün uygulamaların materyalist rasyonaliteye uygun olup olmadığına, ya da ulus-devlet realizmine uygun olup olmadığına bakarlar. İdeolojik tercihler, bilincine ve farkına varılmaksızın, propaganda/manipülasyon yoluyla edinilen/dayatılan tercihlerdir.
İktibas Dergisi