Temmuz 1991. “Artık askere gideyim” dedim. Halamlarla vedalaşmak için Pınarbaşı / Kayseri’nin Kaynar kasabasındaydım. İstanbul’dan telefon geldi. Arayan, Mevlana İdris Zengin’di. Konya’da bir gazeteden bahsetti: Merhaba Gazetesi. Konya’da bir adamdan bahsetti: Ebubekir Sarı. “Gazete yeni çıktı. Ebubekir Bey yazı işleri müdürü. Yol arkadaşı arıyor” dedi. Askere gitmek üzere olduğumu, gazete mazete ile uğraşamayacağımı söyledim. Israr etti. Gene aynı şeyi söyledim. “Bir kere de Ebubekir Bey’le konuşun” dedi. Bir kere de Ebubekir Bey’le konuştuk. “Gelin bakın, beğenmezseniz gene askere gidersiniz” dedi Ebubekir Bey. Sesini sevdim, kalkıp Konya’ya gittim. Gidiş dört aylığına o gidiş.
Ebubekir Sarı’yla beraber fırtına gibi bir gazetecilik yaptık. Karakollardaki kötü muameleyi, Terörle Mücadele Şubesi’ndeki işkenceyi manşetlere taşıdık. Gayri kanuni tahsilat yapan bankalarla uğraştık. Kürt Meselesi’nin silahla çözülebilecek bir mesele olmadığını, çözüm yolunun cumhuriyet tarihinde Kürtlere karşı işlenen suçları itiraf edip redd-i mirasta bulunan bir “Yeni Ankara”dan geçtiğini savunduk. Vatandaşa kötü davranan devlet memurlarına karşı “Medeni Haklar Mücadelesi” başlattık. Namaz kıldıkları için ordudan atılan mazlumların sesi olduk. Ebubekir Sarı, sorumlu yazı işleri müdürü olarak dünya kadar soruşturma ve dava yedi.
İşte o kavganın orta yerinde 13 yaşında bir çocuk geldi gazeteye. Galiba Ebubekir Sarı getirmişti. Ertuğrul Fındık. Akın diye bir apartman gazetesi çıkarıyormuş, yaşadığı Akın Apartmanı’nda. Fotokopi. İki sayfa. “14 numaradaki Murat’a annesi-babası hediye aldı. Uzaktan kumandalı araba” gibi haberler. Tatlı bir dünya. Bir nefes sıhhat gibi. “Sen bize de yaz” dedim, “Olur” dedi. “Ertuğrul Yazıyor” diye bir köşe açtık. Orada okul maceralarını filan yazdı. Şahane.
O günlerde henüz ev ayarlanmadığı için gazetenin mescidinde yatıp kalkıyordum. Havalar sıcaktı, battaniyeye gerek yoktu, halı kalın olduğu için döşeğe de ihtiyaç duymuyordum. Yastık olarak da bir kazak veya montla idare ediyordum. Ertuğrul halime acımış olmalı ki bir gün bana yumuşacık bir yastık getirdi evden. Kılıflı, dantelli. Anneciği özenle hazırlamış. Allah razı olsun.
Yazıları güzeldi, büyüdükçe daha güzel yazılar -ve şiirler- yazdı, müthiş dergiler çıkardı ve internet siteleri kurdu. Hepsi başım gözüm üstüne; ama Ertuğrul’la bizi esas yoldaş kılan şey o yastıktı galiba.
Son 20 senede 20 saat görüşmemişizdir, ama uzun aralardan sonraki görüşmelerimizde ısınma turlarına filan ihtiyaç duymadan hemen hemhal oluruz. Fikrimiz-zikrimiz üç aşağı beş yukarı aynıdır. Ayrılık noktalarımız da o yastığın yumuşaklığına gömülür.
Geçen gün gene uzun bir aradan sonra karşılaştık. İlk karşılaşmamızdaki gibi “Bize yazsana” dedim, “Tamam” dedi. Hemen bir “Gavurca-Türkçe Sözlüğü” yazmaya başladı. Fevkalade güzel ve çapıcı ve sarsıcı bir şey. Ramazan’dan sonra neşrine başlayacağız inşaallah.
“Yetmez” dedim, işinden gücünden (otomotiv yedek parça sektörü) başını biraz kaldırıp gazetede yardımımıza gelmesini istedim, onu da kabul etti. Birkaç gündür teşrik-i mesaide bulunuyoruz. Çok sevinçliyim. Ertuğrul Fındık için Allah’a şükrediyorum.
Hoş geldi, sefa getirdi güzel kardeşim.
GÜNÜN RESMİ
Bir adam, bir gazete
Adam: Selahaddin Eş Çakırgil.
Gazete: Diriliş Postası