Yaşanan hadiseler, Türkiye'de yapılagelen askeri müdahalelerin gerekçesinin ne kadar suiistimale açık olduğunu da ortaya koyuyor.
Yazar E-Posta: atasgetiren@bugun.com.trHaber Tarihi: 10 Temmuz 2008Malum, askeri müdahalelerin meşruiyeti, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci maddesine dayandırılır.
Bu madde, TSK'ya, "Cumhuriyet'i koruma ve kollama" görevi verir. Cumhuriyet'in kuruluşunda Ordunun birincil misyonu bulunduğuna göre, onu korumak ve kollamak gibi bir misyonunun olması da tabii kabul edilir. Ama işin uygulama planına gelindiğinde, bu kadar net bir durumla karşı karşıya olmadığımız, bugün yaşananlarla daha iyi görülmektedir.
Olanlara bakalım: -Ucunda hükümeti devirmek, Meclis'i ilga etmek gibi operasyonların yer aldığı bir koruma kollama eylemini başlatmak için, en başta, Cumhuriyet'in gerçekten bir tehdit altında olduğuna karar vermek gerekmektedir. TSK'nın harekete geçmesi için, bu kanaatin, en çok komuta heyetinde oluşmasına ihtiyaç vardır. -Görüldüğü kadarıyla bu, her zaman gerçekleşmemektedir.
Diyelim, "Genç Subaylar" diye bir olgu, önce Cumhuriyet'in tehdit altında olduğuna inanmakta, sonra bu inancını komuta kademesine taşımaya çalışmaktadır.
-Komuta kademesine intikalde de her şey şip - şak türünde gerçekleşmemektedir. Diyelim, önce Jandarma Genel Komutanı böyle bir tehdidin farkına varmakta, sonra onu, bir ordu komutanı ile paylaşmakta, sonra taşıyabilirse kuvvet komutanına taşımakta, oradan da, mümkünse "tehdit algısı" Genelkurmay Başkanı'na intikal ettirilmek istenmektedir. Bütün bunlar, bir ikna süreci anlamına geliyor.
Öyle durumlar oluyor ki, Genelkurmay Başkanı, memlekette hoşuna gitmeyen bazı şeylerin bulunduğuna inansa bile, "Bu sorunlar demokratik süreç içinde çözülebilir. Askeri bu işin içine sokmamak lazım. "Cumhuriyeti koruyup kollayalım" derken, ordu ile milletin arası açılabilir. Bundan önceki müdahaleler, Ordu açısından çok da iyi olmadı. Cumhuriyet için asıl tehlike, Ordu ile milletin arasının açılmasıdır. Milletsiz Cumhuriyet olmaz!" diyebiliyor. Bu durumda ortaya çok temel bir çatlak çıkmış oluyor.
Bu durumda ne yapacaksınız? Ben bu "ikna süreci"nde yaşananları önemsiyorum. Şimdi Sarıkız ve Ayışığı, ya da Eldiven kod adlı darbe girişimlerinde, Jandarma Genel Komutanı'nın "tehdit algısı" diğer komutanlarca paylaşılmıyor ve darbe süreci akamete uğruyor. Jandarma Genel Komutanı, kimleri "Cumhuriyeti koruma ve kollama"ya ikna etmeliydi ki, bu müdahale gerçekleşsin?
Şimdi hala birileri (mesela CHP Genel Başkanı) için, Cumhuriyet tehdit altında olduğuna göre TSK bu misyonu ifa etmeli midir? Şu andaki komuta heyeti, TSK'yı böyle bir işe soyundurmadığına göre 35'inci maddede kendisine yüklenen görevi ifa etmemekte midir?
Bu soruları, "koruma kollama" işinin ne kadar göreceli olduğunu düşündüğüm için soruyorum. Geriye gittiğimizde....
27 Mayıs'ı, alt rütbeli subaylar başlatmış, sonra zor bela ikna ederek başlarına Cemal Gürsel'i getirmişler. 12 Mart'ta, 9 Mart'a kadar gelen ikna sürecinin, üç gün içinde başkalaşmasına tanık oluyoruz. Burada acaba hangisi, yani 9 Mart'a kadar olan sosyalist eğilimli sivil - asker oluşumu mu "Cumhuriyeti koruma ve kollama" idi, yoksa 12 Mart'ta başlayan ve öncekini tasfiye eden muhtıra mı?
12 Eylül'de yapılan müdahale, komuta heyetinin hiyerarşik yapısı içinde kararlaştırılmıştır, bu durumda tüm TSK'nın ikna edildiğini, ve bu iknanın gerçekten iç hizmet kanununda olduğu gibi "Cumhuriyeti koruma ve kollama" gerekçesine dayandığını mı düşünmek lazım? Burada ayrıca, 12 Eylül darbecilerinin kendilerini korumak için Anayasa'ya yerleştirdikleri Geçici 15'inci maddenin, "Cumhuriyeti koruma ve kollama" gerekçesi ile alakasını sorgulamak lazım.
Hadi darbeyi, Cumhuriyeti korumak ve kollamak için yaptınız, kendinizi yargıdan korumak da bu işin içine hangi mantıkla girebiliyor?
Bir askeri müdahalede, ülkenin dış ilişkilerinin hesabının yapılması da kaçınılmazdır. Yani iş, dışardan nasıl karşılanacak ya da nasıl bir tepki ortaya konacak, bunun hesabı yapılmadan olmaz. O zaman, müdahaleciler, "Cumhuriyeti koruma kollama" harekatının gerekçesine diyelim Amerika'yı ya da Avrupa'yı (Eskiden ihtilalin ilk bildirisinde NATO ve CENTO'ya bağlılık arz edilirdi) da ikna etmek durumundadırlar.
Acaba dış dünyaya karşı gerçekten tam da "Cumhuriyeti koruma ve kollama" eksenli bir ikna süreci mi işler? Amerika da müdahalecilere, "Ben de Cumhuriyetin tehdit altında olduğunu düşünüyordum, bir koruma ve kollama gerekliydi" gibi bir tepki mi gösterir?
Ben bu ikna işinde başka unsurları da görmek gerektiğini düşünüyorum. Mesela bizzat dış güçler, ülke siyasetinde yönelişlerinden memnun olmadıkları siyasi ekipleri tasfiye etmek için bazı askeri aktörleri "Cumhuriyeti koruma ve kollama" gerekçesine ikna etmiş olamazlar mı?
Yine içerde bazı güç odakları, medya ile elele, çıkarlarına aykırı gördükleri siyasi kadroları tasfiye etmek için, askerin "koruma kollama misyonu"nu kullanmaya yönelmiş, bunun için de, tehdit algısı oluşturmak ve ikna çabası içine girmek istemiş olamazlar mı? Bütün bunların özeti şu: Koruma kollama Cumhuriyet'e yönelik bir tehdit algısına dayanıyorsa, bu algının çok göreceli olduğu ve herkesin bir ikna sürecinden geçtiği apaçık bir gerçektir.