Evet, “Köşk’te bir İHL’li.”
Dün, “Yayın Kurulu”nda, “Nasıl bir başlık kullanalım?” diye konuşurken, “Yayın Kurulu üyelerimiz”in hemen her birinden “farklı başlık teklifleri” geldi.
Kimi; hem Tayyip Erdoğan’ı, hem de Ahmet Davutoğlu’nu içine alacak “ortak bir ifade” kullanmayı teklif edip, “Allah utandırmasın... Allah muininiz olsun, diyelim” dedi... Kimi de, “Devrim” başlığını teklif etti... Bir arkadaşımız, “Muhtar Köşk’te... Muhtar zirvede” başlıklarını önerdi.
MUHTAR KÖŞK’TE, SEN NEREDESİN?
Hemen hepsinin gerekçeleri vardı...
Meselâ, “Muhtar Köşk’te” başlığını teklif eden arkadaşımız, böylece “Hürriyet’in malûm manşeti”ne gönderme yapılacağını söyleyip, Ertuğrul Özkök’ün kulaklarını çınlatıyordu.
Haklıydı...
Öyle ya; Ertuğrul Özkök, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni iken, Tayyip Erdoğan için, “Siyasi hayatı bitti... Artık muhtar bile olamaz” başlığını atmıştı “Hürriyet’in sürmanşeti”nden!..
Arkadaşımız, “işte” diyordu;
“Siyasi hayatının bittiği, muhtar bile olamayacağı söylenen Tayyip Erdoğan, önce Başbakan oldu ve girdiği her seçimden oylarını arttırarak çıktı... Bu ülkede 12 yıl Başbakanlık yaptıktan sonra, yine bir ilke imza attı ve 10 Ağustos’ta yüzde 52 oy alarak, Türkiye’de halkın oyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı oldu...
Peki, Ertuğrul Özkök ne oldu?..
Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatı bitmedi ama, bu süreçte Ertuğrul Özkök’ün yöneticilik hayatı bitti... Şimdi Ertuğrul Özkök düşünsün; acaba kendisi muhtar olabilir mi?”
Dedim ya, “Akit’in Yayın Kurulu”nda her görüş dile getirilir, her arkadaş teklifini savunur ama sonuçta “ortak bir nokta”da buluşulur...
Biz, “tam 22 yıldır” hemen her gün aynı toplantıyı yapar, tartışır, “istişare” eder ama sonunda “ortak nokta”da buluşuruz...
Çünkü bizde, “ben” yoktur.
Bizde, “biz” vardır.
BÖYLE TÖRENLERE HASRETTİK
Dün de; “Köşk’te bir İHL’li” başlığına karar vermeden önce çok konuştuk, çok tartıştık...
Çünkü Türkiye’de, gerçekten bir “devrim” yaşanıyordu... Çünkü Türkiye’de, hatta “dünyada bir ilk” yaşanıyordu...
Evet, dünyada bir ilk...
Çünkü, biz bu tür “devir-teslim” törenlerini sadece ABD’de görüyorduk... “Obama’nın devir-teslim töreni” de böyle, dakika dakika aktarılmıştı dünyaya...
İşte Tayyip Erdoğan da; dün sabah saatlerinden itibaren, dakika dakika “canlı yayın”larla anlatıldı kamuoyuna...
Ankara’daki; “Başbakan” olarak oturduğu evinden, “Cumhurbaşkanı” olarak çıkması... “Komşuları tarafından gözyaşları ve dualarla” uğurlanışı... Meclis’e gelmesi, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in elinden “mazbata”sını alması ve “ant” içmesi...
O sırada 101 pare top atışı yapılması... Daha sonra Anıtkabir’e gitmesi, şeref defterine; “Türkiye özü ve ruhu ile buluşmuştur” şeklinde yazıp, imzalaması... Başbakanlık’ta bir süre dinlendikten sonra Çankaya Köşkü’ne gitmesi... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, konuklarını tek tek kapıda karşılaması... Erdoğan’ın Süvari Birliği tarafından karşılanması... “İki kardeş”in “merasim bölüğü”nü selâmlaması... “Devir-teslim töreni”nden önce, Abdullah Gül’ün kürsüye çıkıp; Erdoğan’dan “Sayın Cumhurbaşkanı, değerli kardeşim, 40 yılı aşkın dâvâ arkadaşım” diye bahsetmesi... Erdoğan’ın da aynı “övgü”lerle mukabelede bulunup, “kardeşliğe” vurgu yapması, gerçekten görülmeye değer sahnelerdi...
Evet, tüm bunlar birer “resmî tören” olmasının çok çok ötesinde, halkın görmeye hasret kaldığı bir “şölen”di.
Çünkü, “asık suratlı devlet” gitmiş, yerine “güleryüzlü bir devlet” gelmişti... “Eski Türkiye” gitmiş, “Yeni Türkiye” gelmişti...
Hele hatırlayın; Ahmet Necdet Sezer’in, görevini Abdullah Gül’e teslim ederken, suratı “mahkeme duvarı” gibi soğuk ve asıktı... Üstelik; Gül’e, bir “karşılama töreni” bile yapmamıştı...
Hey gidi günler hey!..
Hasılı kelâm;
7 yıl önce, dahası hiçbir zaman yaşayamadığımız bu “şölen” havasını, şükürler olsun ki dün yaşadık. Tayyip Erdoğan, 7 yıl önce “Adayımız Abdullah Gül kardeşimdir” diyerek, “Cumhurbaşkanı adayı” gösterdiği Abdullah Gül’den, yani “kardeş”inden, yani “yol arkadaşı”ndan, yani “40 yıllık dâvâ arkadaşı”ndan dün görevi devraldı.
Buna “kardeşlerin bayrak değişimi” de denilebilir... Bayrak; daha önce Abdullah Gül’de idi, şimdi Erdoğan’da...
Dünkü törenlerin özeti:
“Kardeşlerin devir-teslimi.”
İHL, NİYE ÖNEMLİ?
Dedim ya, Türkiye’nin dün yaşadığı “tarihi gün” için her şey denilebilirdi... O halde, biz niye “Köşk’te ilk İHL’li” ifadesini manşete çektik?..
Bu manşeti kullandık, çünkü;
“İmam Hatip Liseleri”nde okuyan, bu okullardan mezun olan öğrenciler, yıllar boyu hep “dışlandı”, hep “hor” görüldü, hep “öteki” görüldü, “aşağılandı”, kısacası “bu ülkenin zencileri” muamelesi gördüler, “hakaret”lere uğradılar.
Hâlâ aşağılanıyorlar, hâlâ horlanıyorlar, hâlâ dışlanıyorlar, hâlâ hakaretlere uğruyorlar ve hâlâ “zenci” görülüyorlar...
İşte bunun için, bir “İmam Hatipli”nin “Cumhurbaşkanı” seçilmesi çok çok önemlidir...
Görüyor, duyuyor, okuyorsunuz...
“Bir Ermeni, bir Hıristiyan çocuğun kaydı İmam-Hatip Lisesi’ne yapıldı!.. Fatih Altaylı’nın kızı bile İmam-Hatip’e kaydedildi... İmam-Hatip’i tercih etmeyen öğrenciler bile zorla İmam-Hatip’li yapıldı!”
Söyleyin Allah aşkına;
İmam-Hatipli olmak “suç” mudur, buralarda okuyan öğrenciler “vebalı” ya da “cüzzamlı” mıdır?..
Ama, “horlayacaklar” ve “dışlayacaklar” ya; kamuoyuna günler boyu bu haberleri pompaladılar.
Elbette “çarpıttılar” ve “yalan” söylediler.
Çünkü, hangi öğrenci olursa olsun, onlara “aldığı puan”lara göre “15 değişik okulu tercih” imkânı veriliyor.
Öğrencinin bu “15 okuldan biri”ne puanı yetmiyorsa, ona deniliyor ki; “Adresinize en yakın okula otomatik olarak kayıt yaptırabilir, bu okullarda boş yer yoksa, tercih edeceğiniz bir ilçedeki okula kaydolabilirsiniz!”
Yani, “tercih” öğrenciye bırakılıyor...
Ama, bitmiyor...
Öğrenci tüm bu “şık”lardan birini tercih etmemişse, bilgisayar, “otomatik” olarak bir okula yerleştiriyor öğrenciyi... Bu okul, “İmam-Hatip” de olabilir, “Meslek Lisesi” de olabilir, “Fen Lisesi” veya “Çok Programlı Anadolu Lisesi” de olabilir.
Dediğim gibi; bunu bilgisayar “otomatik” olarak seçiyor!.. Öyle ya, sen “tercih” yapmazsan, bilgisayar yapıyor tercihi!..
Ama, ne deniliyor;
“Kaydı İmam Hatip’e yapıldı!”
Niyet başka, amaç başka!..
Niye “Fen Lisesi”ne yapılan kaydı görmüyorsun da “İmam-Hatip”e yapılan kaydı öne çıkarıyorsun?..
Demek oluyor ki;
Sen “İmam-Hatip’e düşman”sın!..
Sen, bir “halk düşmanı”sın!’..
DÜNÜN ÖZETİ
İşte bu kafa, işte bu zihniyet; “İmam-Hatip’lerde sembolleşen Anadolu insanı”nı hep “hor ve hakir” gördü, onları hep aşağıladı...
Öyle ya; onlar değil “Cumhurbaşkanı”, değil “Başbakan”, değil “bakan, milletvekili ve belediye başkanı”, “muhtar bile olamaz”dı!..
Ama, oldular işte...
Sonunda, “Cumhurbaşkanı” bile oldular... Hem de, “halkın yüzde 52 oyu” ile...
Bir “İmam-Hatip mezunu” olan Tayyip Erdoğan, dün Köşk’e çıktı ve “40 yılı aşkın dâvâ arkadaşı”ndan görevi devraldı...
Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı Türkiye’ye hayırlı olsun... Türkiye’ye ve dünyaya mübarek olsun... Allah utandırmasın, Allah yâr ve yardımcıları olsun...
Yolları açık olsun...
************************************************************************
Anayasa kitapçığını fırlatma... 90 yılın hazımsızlığı!
Kolay değil... Hazmetmek, gerçekten hiç kolay değil... Sen “90 yıllık bir parti” olacaksın ama bir türlü “iktidar” yüzü görmeyeceksin!..
Bırak “Cumhurbaşkanlığı”nı görebilmeyi, “Başbakanlığa” bile hasret kalacaksın!..
Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın “ant içmek” üzere Genel Kurul’a gelmeden önce CHP’lilerin “hazımsızlık” göstermesini anlayışla karşılamak lâzım... “Hazımsız” bir insandan her türlü “çirkeflik”, her türlü “şirretlik”, her türlü “terbiyesizlik” ve her türlü “edepsizlik” beklenebilir...
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın da; “Meclis’in özel gündemle toplandığını bile bile” konuşma yapmak istemesi, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in buna izin vermemesi üzerine de; “Al öyleyse!” deyip, “Anayasa Kitapçığı’nı Meclis Divanı’na fırlatması”nın ve “Genel Kurulu terketmeleri”nin bir tek izahı vardır: “90 yılın hazımsızlığı!”
90 yıl boyunca, halktan hep “tokat” yediler... Bırakın Çankaya Köşkü’ne çıkmayı, “deniz kıyıları”na sıkışıp kaldılar ve “plaj partisi” olarak anılmaya başlandılar...
Ne yapsaydılar yani?.. “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı”nı ayakta mı alkışlasaydılar?!?.. “Gen”lerinin gereğini yaptılar ve yine “kriz” çıkarmaya çalıştılar!..
Meclis’teki “AK Parti milletvekilleri”nin yerinde ben olsaydım, Engin Altay’ı “Yuuhh!.. Yuuhh!” diye protesto etmez, onun sergilediği bu “meczupluğa” sadece üzülürdüm!..
Kolay değil; “90 yılın hazımsızlığı!”
yeniakit