Niye tartışıp duruyoruz ki, size CHP’yi, yani ölümü gösterdiler, biz de DP’li olduk. Ezan, Kur’an Kursu, İmam Hatip bu iş tamam. Sonra 60 darbesi oldu. Bu defa DP’yi ezdiler, karma ekonomiye geçtik.
Önce devletçilikten liberal ekonomiye geçmiştik biliyorsunuz. 60 darbesinde bildiriyi kim okumuştu!? Sonra ne oldu. Soğuk savaş döneminde Sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk. Dini, etnik, politik, ideolojik ve vijdani kanaat farklılığına sahip herkesi birbirine kırdırdılar. Her iki tarafı da kendileri örgütledi, kışkırttı. Arabalı vapurun motoru her iki taraftadır. O şekilde idare edilir. Her iki motoru da aynı kaptan idare eder.
Mesela FETÖ her yerdedir. Adnan “Hoca”cılar da. Askere “Atatürk” satarlar, sivile Mehdi, siyasetçiye modernite. Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı.
Bizdeki siyasetçiler, bürokratlar, sivil toplum, sermaye, media, akademya hepsi “artist”dir. Yani oynarlar. Rol yaparlar. Dün ne demişlerdi, bugün ne diyorlar. Peki ya yarın! Sağ-sol fark etmez. Zaten çoğu “oltayı yutmuş balık”tır ve artık yem de istemezler. Daha doğrusu akvaryum balığı olmayı kabul etmişseniz sizi beslerler de. Oltalarına ne mi takıyorlar? Para, karşı cins ve şöhret. Onların “image maker”leri her şeyi ayarlarlar. Saç, kostüm, diksiyon, jest, mimik hepsi düşünülmüştür.
İşin kötü yani, bu oyuncular, rollerinin bir oyun olduğunun farkında değiller. Onlar kendilerini bu oyuna öyle kaptırmışlardır ki, rollerini gerçek zannederler..
Onların sözlerini yazan, kostümlerini diken birileri vardır. Meydanları doldururlar, alkışlar, sloganlar planlanır. Bazan kucaklaşırlar, bazan savaşırlar. Kalabalıkların nabzını tutan, yön eylem mühendisleri vardır. Monitoring sistemleri vardır. İşin ilginç yanı bazan seyirciler de oyuna katılırlar ve oyunun bir parçası olurlar.
Gladiatörler devreye girer bazan. Ya da savaş borusu öttürürler. Askerler devreye girince herkes oyunun bir parçası olur. “Tanrılar kan ve kurban istemektedir”.. Halk isteksiz ya da korkak davranırsa, toplumu terörize edersiniz olur biter. Ne yani aynı silahla hem sol, hem sağ kahvehaneleri tararsınız, bir cami bir cemevi, Taksim mitinginde olduğu gibi kalabalıklara ateş de açabilirsiniz. Hatırlayın 11 Eylül’de kuleye çarptı dedikleri uçağın külçeye dönmüş gövdesi bile bulunmamışken (Bulsalar onu anıt diye o meydana dikerlerdi, ama dilerlerse bulmadıkları virüse görsel üretip, aşı ve ilaç yapabiliyorlar) ama, uçağı kaçıran pilot kabinindeki Suudi’nin sapasağlam pasaportunu küller, toz toprak arasında bulan bir Amerikalı var! Eee yerseniz size Ay’a giden Amerikalının Ay’a diktiği dalgalanan bayrağını da gösterirler ve figüranlar bunu da alkışlar. Hakkı bir yana bırakıp bu yalanlara inanan bu kadar insan olduktan sonra o kadar sahtekâr her yerde ve her ülkede bulunur. Bunlar politikacı, bürokrat, din adamı, akademisyen, gazeteci, STK’cı, yargıç cüppesiyle karşımıza çıkabilirler.
Hep PKK’yı konuşuyoruz da, PKK’nın kimler tarafından nasıl ve niçin örgütlendiğini biliyor muyuz. Hep laikliği, cumhuriyeti, şeriatı, hilafeti konuşuyoruz da, neyin ne olduğunu biliyor muyuz. Bilmediğimizi de bilmiyoruz. Şemsi Efendi, Osman Nevres, Şimon Zwi ya da Hasan Tahsin, kim bunlar. Fatih İstanbul’u Bizans’tan mı aldı yoksa, Bizans’ı Latin işgalinden mi kurtardı! Yani Fatih Kahbe Bizans’ı işgal mi etti, Bizans İmparatoru mu oldu?
Bu seyirciler de bir alem. Kendi oyununu gerçek zanneden oyuncular, bir yandan efendilerinin kendilerine yazdıkları senaryoyu oynarken, öte yandan da onlar, seyircileri için senaryo yazıyorlar ve onları bu senaryoya göre eğitiyorlar ve bu yazdıkları senaryoyu oynamaya zorluyorlar. Halk da bu oyunu gerçek zannediyor. Demokrasicilik oynamaya devam ediyoruz.
Hayalimiz oydu, ya “Küçük Amerika” olacaktık. Zaten hep bir hayalimiz vardı. Önce komünist olduk. Eee İslam’ı, tarihi, kendi medeniyetinizi red için öyle olmak gerekiyordu. Mesela Türk Dilini inşa rolü, Agop Dilaçar’a verildi. Türklük tanımı Lazaro Franko’ya, Türk Ulusçuluğu bir Kürd’e, Atatürk Milliyetçiliği, kod adı “Tekinalp” olan Moiz Kohen’e.
Komünist olduksa, artık birbirimize “yoldaş” desek de, uzun sürmedi bu iş. Ardından Mussolini’nin terbiye diktatörlüğünün hayranı olduk. Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini arar olduk. Ardından Hitler’le ortak idealler yolunda emin adımlarla ilerlerken, palabıyıklarımız bir an anda Hitler’in bıyıklarına benzedi. Hitler’in doğum günü için heyetler gitti. Sonra Yunanla kardeş olduk. Öyle ya rakıyı içince anladık Yunanla kardeş olduğumuzu. Yurdu kurtardık ama Meis’i almayı unuttuk bu arada, Mustafa Kemal, “İlk hedefiniz Akdenizdir ileri” dediği halde. İngiliz ve ABD’li dostlarımızla yeniden ittifak kurduk. NATO üyesi olduk, Kore’ye (ucuz!) asker gönderdik.
Hep birbirimizi yedik bu arada. Birbirimizle uğraştık. Senaryomuzu öyle yazmışlardı. Bu oyuna karşı çıkmak yasaktı. Başımızda TSK vardı. On yılda bir dayak yedik, bu oyuna itiraz edenler olarak. On yılda 15 milyon genç yetiştirmişlerdi, bu düzeni sürdürmek için.
Bugün bizimkilerin eliyle CoVID’çilik oynuyoruz. ABD FDA (Gıda ve İlaç Ruhsat Dairesi) uzmanları 2’ye karşı 16 oy ile 3. doz Pfizer BioNTech “aşısının” uygulanmasını kabul etmedi.. Gerekçe: “Covid-19 ‘aşıları’ kurtardığı bir hayat karşısında EN AZ İKİ insanın ölümüne neden oluyor” ama bizim oyuncular, özel bir emir bekliyor olsa gerek.. Çünki bu yeni durumu nasıl açıklayacaklar millete veya millet uyanırsa kendilerini nasıl savunacaklar!!
Aytunç Altındal yıllar önce şöyle demişti: Ülkemizin geleceği ile ilgili olarak dikkat çekilen tehlikeler bir komplo teorisinden ibaret sayılıyor. Zihinlere böyle zerk ediliyor. Mevcut ve de oluşacak direnç böyle savuşturulmaya çalışılıyor. “ Evet, tersine çevrilmiş bir ehram. Onların yalanı Hakikat ambalajında, gerçek ve hakikat yalanla etiketlenip, ırgalanmış vaziyette mahpus.
Necip Fazıl bu durumu nasıl anlatır mısralarında; “Halimize bakın! Ah, eyvah!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! - Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul - Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa - Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz - Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz!
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilaç - Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç!
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan - Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde - Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!”
Umutsuzluk yok. Olanları gören, duyan, bilen bir Allah var! Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacak. Kurtuluşa ermek isteyenler yöneticilerini değiştirmeden önce kendilerini değiştirmek zorundadır. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir çünkü. Selâm ve dua ile.