Kum fe enzir!

Abdurrahman Dilipak

“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Ve Rabbini yücelt ve elbiseli temiz tut.” (Müdessir: 2)

Elbette her şeyin bir sebebi vardır ve o sebebin bir sonucu olduğu gibi o sonuç da bir başka şeyin sebebi olur. Bu sebeb-sonuç ilişkisine batılılar Determinizm diyor.

Aslında bir oluşun tek bir sebebi de yoktur. Esbab “sebebler” anlamına gelir. Aslında esbab, olaya giydirilen elbiselerden başka bir şey değildir. Görünen sebeblerin yanında bir de görünmeyen sebebler vardır. Ve insan bu sebebleri takdir konusunda bazan aciz kalır. Hatta bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir.

Mesela AK Parti’nin İstanbul’da seçimi kaybetmesinin somut gerçeklere dayalı sebebleri vardır ve bu sebeblerin sorumluları bu sonuçtan sorumludurlar. Ancak tek gerçek bu değildir. Bu sonucu hazırlayan manevi birtakım nakısalar da söz konusudur. Hatta bu sonucun AK Parti için hayır mı, şer mi olduğundan da çok emin olamayız. Belki bu sonuç, vakit çok geç olmadan bir ikazdır! Bu sonuç yenilgi gibi gözükmesine rağmen daha büyük bir felaketten kurtuluşun da vesilesi olabilir..

Bu sonuçtan birilerini sorumlu tutmak, hesap sormak elbette mümkün. Ama bütün sorumluluğu birkaç kişiye yüklemek kolay bir çözümdür. Belki de bu sonuçtan bütünü sorumlu tutmak ve temelde yanlış giden bazı işlerin sebeb olduğu bir sonuç olmak bazan daha gerçekçi bir yorum olacaktır.

Mesela Padişaha verilen mütalaalarda bazı olumsuzlukların arkasında rüşvet ve işretin olduğuna atıflarda bulunulmaktadır. Yani zafer sadece top ve tüfekle değil, Allah’ın yardımının bir topluluğa ulaşmasını engelleyen söz ve fiiller yanında niyet ve kişilerin varlığına da vurgu yapılır. Çünki kitapta, “Allah’ın cahil ve zalim bir topluluğa, kafirler ve fasıklar topluluğuna yardım etmeyeceği” vurgusu yanında, “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin” diye düşünmemiz istenmektedir. Allah her an sürece her anlamda müdahildir. Her şey düşünülmüş, bütün tedbirler alınmış olsa bile, Allah onların planlarını bozacak, işlerini sarp dağlara sardıracak ve onların üzerlerine pislik yağdıracaktır. İcabında kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan yapacak, ya da Beni İsrail’in Firavun’un zulmünden kurtarmak için denizi yaracaktır. Zira Allah’a zor ve imkansız olan bir şey yoktur. Kimse kumandanına ya da gücüne güvenmemelidir. Hiçbir tedbir Allah’ın iradesinin gerçekleşmesine engel olamaz.

Ve kurtuluş için şartları değiştirmemizi değil, kendimizi değiştirmemizi emreder Allah!

Ayetin sonundaki “elbiseni temiz tut” emri, üzerinde taşıdığın, sahip olduğun, emanet aldığın, masiva’ya ait her şey; mal-mülk, makam-mevki, şan-şöhret, rütbe-apolet, eş-dost, çoluk-çocuk, ev-bark, araba, para-pul vs.

Biz yenilginin sebebini hep zahiri sebeblerde arıyoruz. Onlar yok değil. Lut Kavminin helakini zahiri olarak bir depremle açıklamak mümkün. Ama asıl sebeb tek başına o değil. Sapkınlıklarının bir sonucudur. Tek başına zahiri sebeblerin peşine takılırsak, daha popüler isimler, daha iyi bir reklam ajansı, daha iyi bir kamuoyu araştırma şirketi, daha iyi bir stratejist, daha iyi bir toplum psikolojisi, daha iyi bir yön eylem planlamacısı, daha iyi bir metin yazarı, daha çok sosyal media manipülatörü formülü ile işin içinden çıkmaya çalışırsınız ama bu geri teper, daha ağır bir yenilgi alırsınız. “Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizim hakkınızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.” Elbette zahiri sebebleri de ihmal etmeyeceğiz. Esbaba tevessül gerek, ama bunun “rıza merkezi”nde olması gerekir. 

Zalimleri, fasıkları, müstekbirleri, ahlaksızları, rüşvet alanları, haraç verenleri etrafınıza toplarsanız bu helak sebebidir. Bizden öncekilerin başına gelenlerin asıl sebebi bu değil mi. Biz onlara benzersek akıbetimiz onlardan farklı olmaz.

O’nun “hizbi”nden olacağız, O’nun rengine boyanacağız, O’nun ipine tutunacağız, O’nun yolundan gideceğiz, O’nun rızasına uygun olan elbiseyi giyeceğiz. Ötekilere benzemeyeceğiz. Kim kime benzemeye çalışırsa, o onlardandır.

Her şeyi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var. Allah (cc) dilediğini zelil eder, dilediğini de aziz eder. İzzet verdikleri o yetkinin şükrünü eda etmezse verdiği nimeti ve emaneti geri alır.

İnsanların kalpleri Allah’ın elindendir ve o kalplerden geçenleri bilir.

Göklerin hazinesinin anahtarı hiç kimsenin değil, Allah’ın elindedir. Herkesin, her topluluğun bir kaderi, bir rızgı ve bir eceli vardır. Allah bunları kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek bizi imtihan etmektedir. Yoksa kadere, rızga, ecele hükmedenler, FED, IMF, Libor değil. Hayır da şer de “Allah’ın iradesi” içindedir. Biz sadece O’nun rızasını diliyoruz ve her halûkârda, biz nimetlere karşı şükür, belalara karşı sabır makamında olacağız.

Allah (cc), O bizim vahyedilen kitabı ve kainat kitabını, “kevni ayetler”ini okumamızı, vahyi tekrarlamamızı ve bize gönderilende karar kılıp onu yeryüzüne yaymamızı, bu anlamda güzel örnek olmamızı, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmamızı istiyor. O bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor bu şekilde. Biz birbirimize çok haksızlık ettik, heva ve heveslerimize uyarak nefsimize zulmettik. Masiyet’ten kaçınmadık. Oysa iman edenlerden, yaptığı işi en iyi şekilde yapanlardan, sabredenlerden ve sabrı tavsiye edenlerden olacaktır. Aynı zamanda Kahhar olan Allah, bize kendini “Kahhar” sıfatı ile değil, “Abdurrahman”, “Abdurrahim” isminde olduğu ve besmelede ifade edildiği gibi “Rahman” ve “Rahim” ismi ile tanıtıyor. Ve taşlanmış Şeytanın şerrinden kendisinin rızasına sığınmamızı öğütlüyor. 

Bu insanlar ne kadar “haris”, ne “kıskanç”, ne “kibir”li ve ne kadar “kan dökücü” bir mahluka dönüşüyor bazı zaman ve “belhum adal” oluyor, Allah korusun.

Yeni bir miladi yıla girerken “Kum fe enzir” diyorum: Kalkalım ve uyaralım. Çünki dünyanın ve bölgemizin gidişatı pek iyi değil. Korkarım böyle giderse dünyanın hali, gelecek günler geçen günleri aratır. Mutluluk vesile olacak tek gerçek “meta”larla ilgisi sayısal gerçekler değil. “Tekasür” suresini şimdi tekrar okuma zamanı. Allah’ın rızasını kazananlar için korku yok, mahzun da olmayacaklar.

Unutmayalım ki, “kem alat ile kemalat olmaz”. Hani derler ya, “bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” Şimdi her şeyi yeniden düşünmenin zamanı. “Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. O zulmedenler yakında hangi inkılâb ile sarsılacaklarını bileceklerdir.” (Şuara 227) Hay Allah 12 Mart’ta MNP dâvâsında parti gençlik kollarının bildirisinde bu ayet mealini yazdığım için yargılanıp mahkûm olmuştum. Neyse ki Yargıtay kararı bozdu, ardından da 1974 affı çıktı da mahkûm olmamıştım. Bugün bu ayeti yazdığım için yargılanmayacağım ama bu ayet meali genç dimağlarda o gün bizim duyduğumuz heyecanı duyuracak mı, bundan emin değilim.

Aile, gençlik, siyaset, bürokrasinin hali bu. En iyisi “Korku ile umud” yani “Havf ile Reca” arasında bir yerde durmak. Selâm ve dua ile.