Bazıları sanırım benim karamsar olduğumu, çok fazla eleştirdiğimi düşünüyor. Oysa bir mü’minin asla umutsuz olmadığını, olamayacağını bilenlerdeniz. Allah’ın yardımını aldıktan sonra başka yardıma ne gerek, “Hasbunallah!”
Hep çözüm odaklıyımdır: Allah’ın rızasına yöneleceğiz, O’nun yardımının bize ulaşmasını engelleyen, kişi, söz ve davranışlardan uzak duracağız. Bunun için haksızlık, zulüm, sömürü kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun; haklılar, mazlumlardan ve muhtaçlardan olacağız. Dürüst, bilgili ve cesur olacağız, kula kulluk etmeyeceğiz, cahillerden ve zalimlerden olmayacağız.
Hep bunları söylüyorum.. Yanlış kişi, söz ve işlerden uzak duracağız. Hatta karşı çıkacağız. İşte bunu söyleyince işler karışıyor. Yanlış bir şey olmasa da, iki günü birbirine eş olmadan ilerlemek için daha iyiye, daha güzele ve daha doğru olana yönelmeliyiz. Mükemmeliyet yolunda ilerlemeliyiz.
Müddessir suresinde Allah uyarmadı mı, “Kum ve enzir” diye. Yani “Kalk ve uyar” demedi mi! Namazda kıyam, rüku ve sücûd var. Ve kıyam kıyametle sonuçlanır!
Müddessir ilk 10’da; Allah, bizim ayağa kalkıp, insanları imani hakikatlerle uyarmamızı ister. Bizden istenen Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaktır. Ayetlerin devamında “Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni tertemiz tut, maddi manevi kirlerden arın, pis ve murdar olan her şeyden kaçın! Verdiğini çok bularak minnet etme! Rabbinin yolunda sabret! Sur’a üflendiği gün, Doğrusu, o çok çetin bir gün! Kafirlere hiç kolay olmayan bir gün!” denir.
Bu emre icabet hiç kimseyi rahatsız etmemeli. Günümüzde yaşayan; şu veya bu isimli hiçbir kişinin, her dediği her zaman doğru olmayabilir. İmanla çelişen hakikat olmaz, olamaz. Üzerinde anlaşamadığımız müteşabih konularda ise gaye/niyet, yöntem ve kaynak sahih olmak kaydı ile benim tam karşı görüşte olup, en az benim kadar doğru olabilir.
Bu sure Kur’ân-ı Kerîm’in 74. sûresidir. Adını ilk âyette yer alan müddessir (örtüsüne bürünen) kelimesinden alır. Mekke döneminin ilk yıllarında nâzil olmuştur. Bu hitapla Muhammed (S.A.V) ümmetine, Hakk davayı tebliğ ve temsil için ortaya çıkmamız, kendi köşemize kapanıp kalmamamız gerektiğine işaret edilmektedir.
Dünyada, bölgede, ülkemizde bizim bakış açımıza göre bu kadar yanlış işler olurken, nasıl köşemize çekilip sesiz kalabiliriz!?. Haksızlıklar karşısında susanlara “dilsiz şeytan” denmedi mi! O zaman Allah onları bizim başımıza musallat eder. Onları uyarmak, onların kötülüklerini engellemek, onlara merhamet etmektir. Çünkü bu onları kurtuluşa çağırmak ya da yanlışlarına engel olmak sureti ile azablarını azaltmak anlamına gelir.
Ayet bu anlamda Peygamberin şahsında bizim nasıl davranmamız gerektiğini söyler bize: (Meallerden derlediğim özetle) “(Bu tebliğ vazifesini yaparken de) Elbiseni, (bineğini, çevreni, dış görünüş ve halini daima) tertemiz tut! (Aleyhinde konuşacak ve bahane arayacak olanları böylelikle sustur!) (Her çeşit) Pislikten ve çirkinlikten (şirkten, masiyetten, menfaatperestlikten, kalbi ve beyni hasar görmüş kişilerden ve düzenlerden hicret ederek) kaçınıp uzak dur! (Haksızlık ve ahlâksızlıkta inat edenlerle, hakikat uğruna Sana biat ve itaat edenleri tanıyıp ayırmaya bak; cahiliye toplumundan ayrı ve farklı bir cemaat ve istişare grubu oluştur!) (Sakın karşılığında başa kakma) “Daha fazla istekte bulunmak için iyilik yapma!” (Yaptığın hizmeti, çektiğin zahmeti ve yüklendiğin külfeti; “bunları başkaları yapamaz, kimse altından kalkamaz, bu iyiliklerimin karşılığı bulunmaz” diye, ibadet ve iyilikleri gözünde büyütme, insanlara minnet etme, onlara sıkıntı verme, az bir şey verip, karşılığında çok şey istemekten uzak dur.) (Ey Nebi) Rabbin için sabret. (Çünkü çok zor, zahmetli ve uzun vadeli bir imtihan sürecine girmiş oluyorsun, kâinat çapında önemli ve azametli bir inkılâp dönemine erişmiş ve kutsal elçilik görevine getirilmiş bulunuyorsun. Sana düşmanlık edenlere ve şeytani güçlere karşı en büyük dayanağın ve kuvvet kaynağın, sabır, metanet ve dirayettir. İşte bu yüzden Allah yolundaki sıkıntılara göğüs gerip dayan ki, zafere ve Rıza-i İlahi’ye ulaşasın.”
Başka türlü nasıl “yaşayan Kur’an” olunur ki! Başka türlü nasıl Allah’ın rızası kazanılır.
Bizden istenen adil şahidler olmaktır. Adaletle davranmaktır. Bir kişinin 1000 hatası olsa bir iyiliği varsa onu görmezden gelmeyeceğiz. Oradan onu yakalayıp iyilik alanını genişletmeye çalışmalıyız. 1000 iyiliği olan birinin bir kötülüğü varsa o kötülüğe de göz yummayacağız. Güzel söz ve hikmetle onu o yanlıştan vazgeçirmeye çalışacağız.
Kınayanların kınamalarına aldırmadan, o ıslah edici maskeli bozgunculara karşı doğru yönde ileri doğru, alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak, istişare ve şûra ile başkaları ile Hılful Fudul ve Müellefetil Gulub anlayışı ile yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz.
Bugün bizim, çevremizin, dünyanın ve İslam dünyasının hali ortada. “Asra yemin olsun ki, bütün insanlar hüsrandadır, ancak iman edenler, salih amel sahipleri, sabredenler (umutsuzluğa kapılmadan Allah’ın yardımını bekleyerek sabırla direnenler) ve sabrı tavsiye edenler müstesna!”
Evet böyle. Hal böyle iken ben ne yapmalıyım. Kurtuluşun “istisna” olduğu ahir zaman fitnesinin sadece ormanları değil, şehirleri değil, beynimizi ve kalbimizi tutuşturmaya başladığı bir zamanda sesimi kısmam mı gerekiyor, güzel evlerimiz, arabalarımız, yollarımız oldu diye!
Benim gençliğimdeki lakabım “Neşeli” idi. Umudsuz değilim, Allah’ın ipine tutunanlar için. Onların sayısı da benim için sadece sorumluluğumun gereği ölçüsündedir. “Kum fe enzir” o anlamda kişiler olan bize bir emirdir. Zira “Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir”. Öte yandan; peygamberlerden bazıları, oğullarını, kızlarını çağırdı gelmeyenler olmadı mı? Ya da Firavun sarayında Hz. Musa, Hz. Asiye yok mu idi. Hz. Haacer yok mu idi? Ben güzel örnek, “el emin” olmak ve davetle mükellefim.
“Allah’ın ipi”ni bırakanlar için ise yapacak bir şey yok. Söylenecek söz ise “zalimler için yaşasın cehennem”.
Herkesin yaptığının karşılığının eksiksiz verileceği bir gün var. B
u dünyada yapıp yapmadıklarımız, ya da söyleyip söylemediklerimizle, ya kendi cennetimize kendi sırtımızda tuğla ya da kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun taşıyacağız.
Selâm ve dua ile.