Din duygusu, Kur’ân ve Hadis’te şöyle ifade edilir: Kur’ân’da “Yüzünü doğru bir din olan İslâm’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.” buyurularak, insanın dini kabullenmeye yetenekli bir tarzda yaratıldığına işaret edilmiştir.
Yine Kur’ân’da, Hz. Ibrahim’in(as) içten gelen bir kuvvetin etkisinde kalarak hakiki olan ilâhî kudreti aramaya çalıştığından, düşünce ve muhakemelerden sonra, gökleri, yeri yaratan, sonra da onları emri altına alan tek varlık olan Allah’ı nasıl bulduğundan bahsedilir. Hz. İbrahim’i buna sevk eden, yaratılışındaki din duygusundan başka bir şey değildir. Çünkü "Allah, insan fıtratına kendisini araştırıp ibadet etme temayülü ihsan etmiştir.” Diğer bir ayette de bu hususa dikkat çekilerek şöyle buyurulmuştur: "Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da, ‘Evet, şahidiz.’ demişlerdi.”
Elmalılı Hamdi Yazır, yukarıda ilk olarak ele alınan ayetin (Rûm 30/45) tefsirinde, "İnsanın, insan ruh ve zekâsının aslı, fıtratı, hakkı tanımak ve hak yaradanından başkasına kul olmamak içindir.” demektedir. O, "Her ferdin ruhuna bir hak duygusu ve Allah’ı bilme gücü yerleştirmiştir.” derken, insan ruhunun aslı, fıtratı Allah’ı tanımak ve Ona bağlanıp teslim olmaktır, demek istemektedir. Yazır’a göre ruh insana Allah’ı duyması, O’na uyması, kendini ve Allah’ı tanıması ve itaat etmesi için verilmiştir. Ayrıca Yazır, bu duygunun etkisiyle başları sıkıştığı zaman en azılı kâfirlerin bile derinden derine, Yaradan’a karşı bir iltica hissi duyduklarını da ekler.
Burada, Hz. Peygamber’in, fıtrat’ı konu alan hadislerinden de söz etmeliyiz. Bu hadislerin ortak manasını ele aldığımızda, şu ifadeleri buluruz:
“Her çocuğu, annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hâli, konuşma çağına kadar devam eder. Sonra ebeveyni onu, Hıristiyan, Yahudi, Mecusi (ateşperest) veya müşrik yapar. Eğer anne babası Müslüman iseler, çocuk da Müslüman olur.”
Bu ifadeler aynı zamanda, inancın teşekkülünde rol oynayan iç ve dış (irsi ve çevre) faktörleri de açık bir şekilde ortaya koyar. Hadislerde geçen "fıtrat” kelimesi lügatte, "Allah’ın, mahlûkâtı, kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hâl üzere yaratması” anlamına gelir. Ancak burada önemli olan nokta şudur ki, insanlardaki Allah inancı biyolojik olarak fıtri (yaratılıştan gelen) değildir. Eğer böyle olsaydı, hiçbir ateist (dinsiz)in dinsiz olmaması gerekirdi.
Fıtrat hakkında şu bilgileri vermeyi faydalı buluyoruz. Malik b. Bedri, fıtrat hakkında şunları söyler: "Fıtrat, insanı çocukluğunun ilk yıllarından itibaren, Allah’ın birliğini tanımaya ve iyilik yapmaya veya eğer ahlâksız ya da ateist (dinsiz) bir ana- baba tarafından yetiştirilmişse, onu kötü yola sevk edebilen dinî ve ahlakî bir içgüdüdür.
Bu görüşü destekler mahiyette olan şu ifadeyi de zikredebiliriz: “Fıtrat, çocuğun ana karnında, iyiliğe ve kötülüğe (hakka veya batıla) meyilli bir şekilde yaratılmasıdır.” (İbn Manzur, age, V. 56). Bu konuda Cevdet Said’in söyledikleri ise gerçekten dikkate değerdir. O: “Fıtrat üzere doğmak demek, Müslüman olarak doğmak demek değildir. Çocuk, bilisti’dat Müslüman olarak doğmuştur. Bunu ‘bilfiil’ Müslümanlığa dönüştürmesi ancak nefsi arındırma ameliyesi ile olur. Çünkü çocuk etrafı yalıtılmış bir biçimdebırakılırsa ‘bilfiil’ Müslüman olamaz. Onu Müslüman kılan şey yine de çevresinin, ana- babasının ya da onların yerine geçebilecek faktörlerin etkisidir.” derken, âdeta Hz. Peygamber’in, “Her çocuğu annesi fıtrat üzerine dünyaya getirir. Sonradan ebeveyni onu Yahûdi, Hıristiyan veya Mecûsî yapar. Eğer ana-babası Müslüman iseler çocuk da Müslüman olur.” (Müslim, Kader, 25) hadisine atıfta bulunmaktadır. Şu ifadeleri de zikretmekte fayda vardır: “Fıtratı bir suyun akışına benzetebiliriz. Nasıl ki bu su, mecrasında akmasına müdahale edilmediği takdirde, kolaylıkla hedefine doğru akıp giderse; fıtrata müdahale edilmediği ve çevre tesiriyle başka bir dine yöneltilmediği zaman kişi de hak dine yönelecektir. Nitekim çocuğun samimiyetini, doğruluğunu, hilesiz ve saf bir davranış içinde bulunduğunu, pek çok kereler müşahede etmişizdir. Ama sonradan yakınlarının telkin ve tesir etmesiyle yalan söylemeyi, hilekârlığı, mürâiliği öğrenerek fıtratı bozulmaktadır.”
Sonuç olarak fıtrat, insanın doğuştan, tabii olarak Allah’a inanmaya yetenekli ve dinî inancı kabul etmeye elverişli bir yaratılışta olduğu anlamına gelmektedir. Zira çocuk, iyiliğe ve kötülüğe elverişli olduğu gibi, doğruya ve yanlışa inanmaya da yetenekli bir yaratılışa sahiptir. Çocuk ruhen zihnî ve manevi değişmelere uğrar. Bu, iyiden kötüye doğru gelişebileceği gibi, kötüden iyiye ve hayra doğru da gelişebilir. İşteburada, çevrenin çocuk üzerindeki müsbet veya menfi tesiri söz konusudur. Zira Hz.
Peygamber(sav), fıtrat ile ilgili hadislerinin hepsinde ".... sonra ana babası onu Hıristiyan, Yahudi, Mecusi veya Müşrik yapar; eğer ana baba Müslüman ise çocuk da Müslüman olur” buyurarak burada en önemli faktörün, çocuğun en yakın çevresini oluşturan ana baba olduğuna dikkat çeker.
Görüldüğü gibi çocuk dine yabancı değildir. Aksine onun içinde dine karşı bir eğilim vardır ve çocuk inanmaya istidatlıdır. Esasen çocuk düşünmeden, şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanır. Buna sadece dilin kabul edip inanışı denmez, aynı zamanda ruhun da kabulü ve inanışı denir. Tabii olan da budur. Çünkü çocuk inanmakla kendini güçlenmiş ve Allah’a yakınlaşmış hisseder. Onda bu duygu yayıldıkça Allah’ın kendisine yakınlığı da o ölçüde artacaktır. Böylece çocuk hayatı iyi, güzel ve yaşamaya değer bulacak; o nisbette de yaşama gücü artacaktır.Bu durumdaki çocuk, inancının nedenini araştırmaya yatkın değildir. O, inancı üzerinde tahlil yapamadığı gibi, şuurlu bir şekilde anlama ve fikir yürütmede de bulunamaz. Eğer bu sırada çocuğun soruları görülürse, o bunları cevaplarına inanacağı için sorar. Böylece, inanmaya içtenlikle hazır olan çocuk, yoklayıcı sorularla dinî dünyaya girmeye çalışır. Çocuk inanmaya o kadar hazırdır ki, dinle ilgili öğretilenlerin ve duyduklarının çok çabuk tesirinde kaldığından, onlara itiraz etmeden inanır.İslâm Bilginleri ve Filozoflarına Göre Çocukta Din Duygusu
İslâm bilginleri ve filozofları ise, genellikle biraz önce ele aldığımız ayet ve hadisler doğrultusunda düşünmektedirler. Tarihî sıraya göre görüşlerini aktaracağımız filozofların ilki olan İbn Miskeveyh (v. 421/1030), çocuğun ruhunu son derece temiz, işlenmemiş ve şekillenmemiş olarak kabullenir ve onun, kendisine yapılacak bütün telkinleri kabul edecek bir ruhi yapıya sahip olduğuna inanır. İbn Sînâ (v. 428/1036) ise, çocuğun doğarken beraberinde bir çok kabiliyetler getirdiğini; fakat bunların geliştirilmesi gerektiğini ifade eder ve çocuğun ruhunu, kendisine verilenleri kabule hazır ve elverişli olarak niteler. Diğer bir ifadeyle O, çocuğun dinî prensipleri anlamaya ve algılamaya, elverişli ve kabiliyetli olduğunu savunur.
Bu konuda İbn Hazin (v. 456/1064), “el-Fasl” adlı eserinin mukaddimesinde “Evâilu’l-Akl” diye isimlendirdiği ilk prensipler kavramıyla, çocukta dinî duygu ve düşüncenin fıtri (yaratılıştan) olduğunu kabul eder.
Gazzâlî’nin de (v. 505/1111) çocuk ruhu ve kalbi hakkında önemli görüşleri vardır. O, fıtrat hadisini esas alarak, çocuğun kalbini “tertemiz, bomboş, saf, her şeyi almaya kabiliyetli ve yöneltildiği her şeyi yapmaya meyilli” olarak
niteler. Bunun yanı sıra Gazzâlî, ruhun yaratılışı itibariyle gerçekleri kabullenmeye yetenekli olduğuna ve Allah’ı bulup kavrayacak gücün de onda bulunduğuna inanır.
İbn Tufeyl’e (v. 581/1185) gelince; roman stilinde yazdığı “Hayy b. Yakzan” adlı eserinde filozof, çocuğun dinî inanç bakımından yetenekli olduğunu ve “insanın şeriat gelmese de aklı ile gerçekleri bulabileceğini ve ilâhî sırlara dalabileceğini” anlatmak istemiştir.
ÇOCUKLARIMIZA ALLAH'I NASIL ANLATALIM
Prof. Dr. Mehmet Emin AY