Âyet ve Hadislerden delil getirdim. Şimdi Fıkıhtaki yerini görelim:
Allâme İmam Birgivî bu konuda şunları söyler: "Onlardan kim âhiret işini dünyalık için yaparsa, artık âhirette onun hiçbir payı yoktur." O yüzden böyle bir okuyuşun sevabı olmadığına göre gerçekte sevabın satışı olan bu ücret nasıl câiz olabilir? Ma'dûmun (olmayan bir şeyin) satışı ise câiz değildir. Var olduğu kabul edilse bile, teslimi mümkün değildir." Teslimin de mümkün olduğu kabul edilse bile, bu, menfaatin bir şey karşılığı temlik edilmesidir. Buradaki menfaat ise sevaptır, kıraat değildir. Zira ücret veren sevabın hâsıl olmadığını bilse, mücerred okuma karşılığı bir kuruş bile vermez. O yüzden sevap teslim edilmeden ücrete hak kazanılamaz. Verdiğinin kıraat şartına bağlı olmayan bir sıla (hediye) olması, okuyanın da sırf Allah için okumuş bulunması mümkün değildir. Çünkü veren verdiğini, ancak muradına göre okunması için verdiğindendir ki, okunup okunmadığını izlemektedir. Okuyan da bir şey verilmemesi halinde okumayacaktır (İbn Âbidin, Şifâu'l-Alil, s. 182).
Kur'an-ı Kerim okumak da, bedenî bir ibadet olma bakımından, namaz ve oruç gibidir. Onun için, nasıl namaz ve oruca ücret almak câiz değilse, Kur'an okumaya ücret almak da câiz değildir. Bu, gerçekte bir sevap satma işidir ki, insanın geçmiş zamanlarda yaptığı amellerin sevabını satışa çıkarmasına benzer. Bunun da câiz olamayacağı nasıl ihtilâfsız bir gerçekse, berikinin de câiz olmadığı aynıdır (Birgivî Muhammed; Şerh'u Hadis-i Erbaîn, s. 75; İbn Âbidin, Şifâu'l-Alil, s. 182).
Şeyhu'l-İslâm Ankaravî Mehmed Efendi: "Kıraat ya tâattir (sevaptır), ya ma'sıyettir (günahtır), ya da mubahtır. Bir dördüncü şık düşünülemez. Eğer Kur'an-ı Kerim okumak, hadis-i şerif okumak gibi bir tâatse, bunların karşılığında ücret almak, tâate ücret almak olur ki, tâat üzerine ücret akdi yapmak sahih değildir. Eğer şarkı, türkü gibi bir ma'sıyetse, o zaman bu, ma'sıyete ücret almak olur. Bu ise bâtıldır. Yok eğer edebiyat vs. kitapları okumak gibi bir mubah okumaksa, o zaman da ücretle tutanın ücret vermeden bile sahip olduğu bir şeyi, ücretle yaptırması olur ki, bu mün'akid (geçerli) olmaz." (Şeyhu'l-İslâm Muhammed Emin el-Ankaravî, Fetâvâ-yı Ankaravî. II/293)
El-İhtiyâr ve Mecmau'l-Fetâvâ'da: "Kur'an için herhangi bir şey almak câiz değildir. Zira bu ücret gibidir" denmektedir. Ücrete benzeyen câiz olmazsa, ya ücret olarak alınan nasıl câiz olacaktır? (İbn Âbidin, Şifâu'l-Alil, s. 179)
Hayreddin Karaman, bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar: "Pazarlıklı veya pazarlıksız menfaat karşılığında başkalarına Kur'an okumanın ve okutmanın, Kur'an'a ve sünnete uygun ve faydalı telâkki edilmesine imkân yoktur. Çünkü dört mezhebin müctehid âlimleri ve mûteber kitapları şu noktalarda ittifak etmişlerdir:
1- İbadette ihlâs, yani ibadeti Allah rızası için yapmak şart olduğu için menfaat karşılığı yapılanlar ibadet değildir.
2- Menfaat karşılığı okumak ve okutmak câiz değildir. Alan ve veren günah işlemiş olur (Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, 1. cilt, s. 113).
“Rukye sünnettir” diye yaptığı şeyleri Peygamberimiz’e mal etmeye kalkmasın rukyeciler. Peygamberimiz Kur’an’dan âyet okudu ve şifa için dua etti. Onun okuduklarının ve onun dualarının dışına çıkmak meşrû rukye sayılmaz. Sünnet hiç değildir. Peygamberimiz dua ettiğinden dolayı kimden para aldı, kimden dua gibi bir ibadet karşılığı hediye aldı? Bu yol, yol değildir. Selefin izinden gittiğini iddia eden rukyeciler veya selef ulemâsını sevenler! Selef kesinlikle Kur’an okuma karşılığı para almayı câiz görmezdi.
“Kaldı ki, benim büyünün özellikle Müslümanlar üzerinde bir etkisi yoktur” dememe rukyeciliği meslek haline getirenlerin niye itiraz ettiğini tahmin etmek zor değil. Cin çıkarma seansları, büyü bozmalar, muskalar ve benzeri uygulamaların hiçbir şer’î temele dayanmadığı ortaya çıkarsa, işte o zaman cin şişeden çıkacak, büyü bozulacak.
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلاً “Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!” (17/İsrâ, 65). Biraz yardımcı olayım: sultan kelimesine, mealler, hâkimiyet yanında, “ağırlığın, yaptırım gücün, hiçbir gücün, nüfuzun, etkili gücün, sulta’n, saltanatın, musallat olman, etki’n, kandırmaya gücün, etkin gücün” şeklinde anlam vermişler.
إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
“Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.” (16/Nahl, 99). Bu âyette bahsedilen şeytandır. Şeytan, cinlerin en şerlilerinin adıdır. Şeytanın gücü bu ise, diğer cinlerin daha büyük değildir.
Yine şeytanın ahiretteki itirafı: وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي
Âyetin tamamının meali: “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (14/İbrâhim, 22)