Bu haftadan başlamak üzere, siz şerefli okuyucularımıza yönelik, özel bir dosya hazırladık. Kutlu Doğum münasebetiyle Peygamberimizi, Sünnet ve Hadislerini altı hafta boyunca sizlere sunacağız. Anlaşılır bir dil ve örneklerle takdim edilecek mesajlarımız, umarız ki hayırlara vesile olur. Sizden tek ricamız, mesajlarımızı iyi okumak ve seri halde devam edecek yazılarımızı, dosyalayarak özellikle çocuklarımıza ve İmam-Hatip talebelerimize vermek. Hayırlı olması dileğimizle, ilk mesajımıza başlıyoruz..
Mevlid-i Nebevi, yani Efendimiz’in dünyayı teşrifi, bizim için en büyük nimet, en büyük bayramdır.
A- KUTLU DOĞUMUN TARİHÇESİ
Toplumların olgunlaşması ve başarısı ile “kutlu” ve “mutlu” terimlerinin muhtevaları arasında yakın ve ince bir alaka vardır. İnsanlar yaradılışları itibariyle “kutsal”a, başka bir tabirle “kudsi” ve “mukaddes olan”a meyyal, yatkın ve muhtaçtır. “Kutsal” sayılan olay ve varlıklara duyulan inanç, bağlılık, ilgi, itibar ve saygı, insanlarda “mutluluk”, “huzur” ve “olgunluk” oluşturmaktadır. Bu inanç, manevi bir güç olarak, inananlarda azim, sebat, sabır, hoşgörü, sevgi, saygı vb. güzel duyguları geliştirerek onları çalışmaya, başarmaya sevk etmekte, birleştirici ve kolaylaştırıcı rol ile de, onların barışık ve güçlü bir toplum oluşturmalarını sağlamaktadır.
Biz müslümanlar için Sevgili Peygamberimiz’in doğumu, “mutlu” bir hadisedir. Hz. Peygamber’i ve O’nun güzel ahlakını daha iyi ve doğru tanımamızın dini hayatımızda müstesna bir yeri ve değeri vardır.
Peygamberimiz’in dünyayı teşrifleri olan Mevlid-i Nebevi, asırlardır müslümanlar tarafından “Mevlid Kandili” olarak kutlanmaktadır. Mevlid Kandili, ilk defa 13. asırda Erbil Atabeği Muzafferüddin Gökbörü tarafından iki ay süreyle kutlanmaya başlandı. Mevlid Kandili münasebetiyle ilim adamları bir araya gelip ilmi, fikri sohbetler yapıyor, halk sokaklarda mevlidi bir bayram havasında kutluyordu. Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı “Vesiletü’n-Necat” isimli şiirin, Mevlid adıyla, yüzyıllardır sevinçte, tasada, doğumda, ölümde okuna gelmesi ve bu geleneğin bugün de canlı bir şekilde devam etmesi, Peygamber sevgisi etrafında teşekkül eden milli bir ruhun ifadesidir.
B- HZ. MUHAMMED’İN DÜNYAYA TEŞRİFİ VE SONUÇLARI
Peygamberimiz şöyle buyurur: “Ben; dedem İbrahim’in duası; kardeşim İsa’nın muştusu ve anamın rüyasıyım.” (Ahmed, Müsned, 4/127)
Kur’an-ı Kerim’de İbrahim ve İsmail’in duaları şöyle beyan buyrulur:
“Hani bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Evin (Kâbe) temellerini yükseltiyor. “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin” (diyorlardı). “Ey Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl, nesillerimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira tövbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.” “Ey Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden senin ayetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder. Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” (Bakara, 2/127-129)
İbrahim ve İsmail (a.s)’ın bu niyazlarının üzerinden uzun yıllar geçmişti. İsa (a.s.) ilahi tebliğe devam etmekteydi. Bir gün milletine kendisini takdim etti. Bu takdimle O, geçmişi tasdik etmekte, geleceğe ait bir büyük müjde vermekteydi:
“Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben; benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Saff, 61/86)
Kâinatın Sultanını dünyaya getiren bahtiyar annenin, henüz Efendimiz’e hamileyken görüp müşahede ettikleri de manidardı:
“Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. O’nu dünyaya getirdiğin zaman, “Her hasetçinin ve kötünün şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım” de, sonra ona “Muhammed”ismini ver.” Yine anne Âmine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün şark ve garbı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hatta Busra’daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü, dede Abdulmuttalib’e anlatmıştır. (Ebu Zehra, Son Peygamber Hz. Muhammed, 1/148)
Mevlid-i Nebevi, yani Efendimiz’in dünyayı teşrifi, bizim için en büyük nimet, en büyük bayramdır. Duha Suresi’nin son ayetinde buyrulduğu gibi tahdis-i nimet, yani Allah’ın verdiği nimetleri dile getirmek ve şükrünü yapmak bir sorumluluktur, görevdir. Allah’ın bize en büyük lütfu olan Hz. Peygamber’den bahsetmek, O’nu tanımak, O’nun yolunda olmak en büyük görevdir, bizim üzerimize farzdır.
yeniakit