Kutsal Mekanların Statüsü Üzerine

Abdurrahman Dilipak

Derin Gerçekler

Başta Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere, Kudüs-ü Şerif, Mukaddes Tûva ve Tûr-u Sina olmak üzere vahiyle doğrudan, açık ve net bir şekilde belirtilmiş ve Müslümanların tamamı tarafından kabul edilen mekanların statüsünün belirlenmesi açısından acil bir konferansın toplanması gerekir. Konunun dini, tarihi açıdan olduğu gibi, bu günü ve geleceğinin çok yönlü olarak ele alınması ve sürecin izlenmesi için daimi bir sekreterya kurulması gerekir. Aynı şekilde bu beldelerin dış tehditlere karşı korunması yanında, iç güvenliği, yönetimi, mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetinin korunması gerekir.

Bu çerçevede, MEDİNE-İ MÜNEVVERE’nin, Beyn-el Müslimin bir bakış açısı ile İlim, Hikmet, Sanat açısından yeniden tanzim edilmesi gerekir. İlim merkezleri, Media, Mükafat programları gibi daha bir çok konu buralarda Hac ve Umre'ye gelenlerin katılımlarına açık olarak örgütlenebilir.
Dini teşkilatlar ve kanaat önderleri yanında devlet adamları, bürokratlar, yerel yöneticiler burada buluşarak işbirliği imkanları üzerinde forumlar düzenleyebilir ya da düzenlenen forumlara katılabililer. Tebliğ, Çevre, Gıda, Sağlık, yoksulluk, göç gibi konularda ilke kararları alınabilir. Terör, Fuhuş, Kumar, Uyuşturucu ve Alkolle mücadele konusunda eylem planları hazırlanıp, uygulamaya konulabilir.

MEDİNE PAZARI’nın, Medine’deki, HAREM’in dışında Global bir BAZAR olarak ihya edilmesi, Müslümanların burada İbadetlerini tamamladıktan sonra her 15 günde bir, Müslümanlar tarafından üretilen hertürlü MÜBAH ürünün sergilenmesi ve Müslümanlar arası ticaret ve ortaklığın geliştirilmesi, ZEKAT Müessesinin verimli ve etkin bir şekilde güçlendirilmesi, yeni ilmi ve teknolojik gelişmeler, sektörel izleme, değerlendirme, derecelendirme faaliyetleri, istatistik merkezi, SİAD’lar ve sektör temsilcileri arasında çok yönlü işbirliği imkanları araştırılmalıdır.

Dünya bizim için bir imtihan yeri idi.
Dünyevileşmeyecektik ama dünyanın derdi bizim çilemiz olacaktı.
Kabe’nin Kıble olması, sadece ibadet açısından değil, insanlık açısından da, herkes oradan gelecek mesajlara güvenecek ve hayata dair, Hak, Hakikat adına ne varsa, herşey için burası bir miyar (ölçü) olmalı idi.


Mesela, Sözleşmeler, MEKKE-İ MÜKERREME’de AKABE’de yapılmalı. İşbirliği metni ARAFAT’ta okunmalı, Kabe’de ŞÜKÜR namazı kılınmalı.
Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. İnsanlığın derdi bizim de derdimizdir. YERYÜZÜNDE ADALET, BARIŞ, HÜRRİYET konusu bizim ana meselemiz olmalıdır.
MEKKE-İ MÜKERREME ve MEDİNE-İ MÜNEVVERE BEYNEL MÜSLİMİN mekanlardır.
KUDÜS ise DİN temelin de BEYNELMİLEL’dir.
Bu çerçevede ARZ-I MEV’UD coğrafyasında EVAMİR-İ AŞERE kurallarına dayalı ahlaki bir disiplin Hukuki güvenceye kavuşturulmalıdır.
Ayrıca Vahiy coğrafyası ve Dini açıdan değer taşıyan mekanların TARİHİ BİR MİRAS olarak korunması gerekir. KERBELA COĞRAFYASI, AYASOFYA, ENDÜLÜS, HALİLÜRRAHMAN buna örnektir.


Biz önce kafamızı, düşünce dünyamızı Vahiy ışığında yeniden gözden geçirmeliyiz. Ve Kalbimizi. Dinimizi Allah'a has kılmadan, bugünkü geleneksel bir hayat tarzı şeklinde kendini gösteren, alamet-i farikalarını kaybetmiş, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmiş çevrelerin dünyevi ihtiras, şan-şöhret-itibar, mevki, makam, iktidar ve servet arayışlarına göre şekillendirilmiş bir inanç sisteminden uzaklaşıp yeniden Allah, resul ve kitab temelinde, akaid, ahlak, muamelat ve Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmayı, dünya ölçeğinde kendileri için şiar edinen bir Müslüman olmamız gerekiyor.


Bizim görevimiz, yaratılmış olan ne varsa, erişebildiğimiz heryerde onun gereğini yerine getirmektir.
İnsanları Hakk'a çağırmaktır.
Şunu hiç unutmayalım: Biz alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberin ümmetiyiz. Yeryüzünden hesaba çekileceğiz. Hakkın ve halkın gören gözü,işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız!
Hali pür melalimiz ortada.
Ne dünyada olup bitenlerden haberimiz var, ne Gazze konusunu kendi öz davamız gibi görüyoruz genel olarak bir Futbol takımının galibiyeti ya da bir Karnaval o şehirde daha büyük coşkuya sebeb olabiliyor.
Hemşehricilik, vatandaşlık din kardeşliğinin önüne geçti. Bu kavmiyetçiliktir. “Fikri kavmiyyetitel’in ediyor peygamber”.


Hiçbir Müslüman dünyada olup-bitenleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. “Müslümancılık” oynuyoruz. O da öyle bir Müslümancılık ki, Gelenek, tarih, ırkla sentezlenmiş bir Müslümanlık.
Biz eskiden herkesi Camiye çağırırdık, şimdi Cemaat denilen topluluklar, Cami cemaatını kendi dergahına çağırıyor. Müslümanlar, mezhep, tarikat, cemaat, siyaset, ırk olarak farklı kamplara bölündüler. Hepsi de kendi içinde bölünmüş vaziyette. Kur’an-ı Kerimdeki en uzun ve ilk 2. Sure bize Ben-i İsrail topluluğunun halinden sözetmedi mi?
Ve bugün bizim halimiz en çok da onlara benziyor. Yazık! “İman ettik” demekle yakamız bırakılıverilmeyecek ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.
Camilerimiz, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Mescid-i Aksa’daki mekanların ülkelerdeki Şubeleri hükmünde olduğu için bu mekanlar üzerinden, Camiler aracılığı ile FARZ-I KİFAYE sorumlulukların tenfizi için merkezler oluşturmalıyız.


Bir bina, Kubbesi, minaresi var diye Cami olmaz. O bu işin cesedidir. Onun ruhu, içindeki müminler ve gerçek anlamda ibadetin kendisidir. Müslümanlar “Allah’ın evi”ne geliyor, yüzlerini Allaha dönüyorlar ve söz veriyorlar. Ama camiden çıkınca kıblelerini şaşırıyorlar. Oysa Camide, camiden çıkınca hayatımızla ilgili, yaptıklarımız ve yapacaklarımızla ilgili günde beş kez gelip, söz vermiyormuyuz, hesab vermiyor muyuz, görev taksimi yapmıyor muyuz? Evet, evet yapmıyoruz!
Mesela “Vay o namaz kılanların haline ki” diye başlayan ayetteki büyük tehdit’in bizim hayatımızdaki karşılığı ne?
3 kutsal merkezde alınan kararlar, 5 vakitte tüm dünyadaki camiler üzerinden bütün Müslümanlara ulaşacak.
Herhangi bir Cami cemaatı’nın bulunduğu bölgedeki herhangi bir sorun o Müslümanların gözü ile bu networkten anında dünyaya duyurulacak ve sorunun çözümü için Müslümanlar harekete geçecekler.


Açlık, yoksulluk, adaletsizlik, mal, can, namus, akıl,-inanç ve nesil emniyetine yönelik bütün tehditler, Terör de, uyuşturucu da, alkol de, fuhuş da nerede olursa olsun, kim yaparsa yapsın Müslümanların derdi olacak. Yeryüzünün bütün mazlumları ümmetin yetimidir. Biz bu anlamda ne yaparsak yapalım, onu “Allah’ın adı ile” ve “Allah adına” yaparız. Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir çünkü.
Her mazlumun ve yoksulun derdi bizim derdimiz olacak.
Her yetimin, dulun, öksüzün derdi bizim derdimiz olacak, yurtlarından çıkartılmışların, yolda kalmışların derdi bizim derdimiz olacak.
Çünkü “kenarı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir adl-i İlahi sorar Ömer’den onu”..
Evet evet, biz Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacağız.
Cami kefil olacak bu konularda.
Hastalar, hapistekiler bizim derdimiz olacak.
Bu anlamda “Dert sahibi” olacağız.
“Çile”ye talib olacağız.
“Neşe”miz; bir yetimin gülüşü ya da gözyaşını silen bir el olmak olacak.. Haksızlıklar karşısında Hakk'ı söylemek.
Ne zaman kayıtlı cemaatımız olacak.
Ne zaman cami köşelerinde 4X5=20 halka oluşturulacak ders için ya da farz-ı kifaye sorumluluklarımız, istişare ve şura için?

Birileri dini BİREY’sel planda vijdanlara, toplumsal planda Camilere hapsetmek, dini, ayinlerle ritüel, seramoni ile törenlere dönüştürmek ve ikonografik ve folklorik bir çerçeveye oturtmak istiyor sanki.


Camiler ailenin ve gençliğin ihyası için asli unsur olmalı. Aile de, sivil toplum denilen yapılar da, Media da bu Mabed çervesinde istişare ve şura ile fikir ve eylem birliği içinde olmalı. Başkalarına örnek olmalıyız. Bu anlamda İslam’ı Akif’in deyimi ile “asrın idrakine söyletmeliyiz”.
Dini örgütlenme, öğretim, dine ve dindarlara yönelik saldırı ve İSLAMOFOBİK tehditler karşısında ortak eylem planları düzenlemeliyiz.
Ve tabi önce şu tefrikaya son vermeliyiz.
İman esaslarında zaten sorun yok. Müteşabih konularda ise, usul ve esasa sadık kalmak şartı ile farklı görüşlere karşı hüsnü zan etmeli, anlayış göstermeliyiz. Benim o fikir sahibine uzaklığın, onun bana uzaklığına eşittir zira.
Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Zaten din günü, akıllardan ve kalplerden geçen bir Allah’ın divanında bu hesapların hepsi hızlı bir şekilde görülecektir.
Anlaştığımız konularda ittifak eder, ihtilaf ettiğimiz konularda ya birbirimizi mazur görürüz ya da hakeme gideriz. Eğer gerçekten Allah'a, Resulüne, kitabına iman edenlerden olursak ve imanın şartını yerine getirirsek, bizim aramızda ihtilafın olması mümkün değildir. Tabi bu o kadar kolay olmuyor gerçek hayatta. Çünkü dil ile ikrar ettiğimiz şeyler konusunda kalp ile tasdik sorunumuz var.


Evet, kurtarılması gereken sadece KUDÜS değil.
Hele hele seküler bir siyasi iradenin egemen olduğu bir KUDÜS, yeni ve farklı bir tartışmanın merkezinde yer alacaktır.
KUDÜS ateşi, bu fitneye sebeb olanları da yakar, bu fitne Kudüs’ü de yakar.
Bu fitne bütün ümmetin de başına bela olur. Bugün MEKKE ve MEDİNE Veliahd Prensin yönetiminde aslında KUDÜS’ten daha özgür değil. CAMİ’ler, bulundukları ülkelerin hükümetlerinin gölgesinde. Ve cami CEMAATInın hali de malum.

Biz kendimizi değiştirmeden Allah (cc) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.
İlk değişmesi gereken başımızdakiler değil Biziz BİZ!
Daha akıllı, daha dürüst, daha cesur olmalıyız, daha ahlaklı ve bilgili olmak zorundayız.
Allah cc, cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasip etmez. Onların işlerini sarp dağlara sardırır, zalimleri onların başına musallat eder, onların üstüne pislik yağdırır.
Onun için hadi şimdi gerçekten tevbe edelim.
Vahye, yaşadığımız zamana ve mekana şahidliğimizi gözden geçirelim.
Yeniden İMAN EDELİM.
Çünkü, Allah’ın dini, yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklarken, yaşadığımız din, karı-koca, gelin kaynana kavgasını bile çözmüyor.

Selam ve dua ile.