Seçim maratonu fiilen başladı. Adaylar büyük ölçüde belli oldu.
Dikkat edin, söylenen her söze hemen inanmayın. Onlar size duymak istediğiniz şeyleri söyleyecekler. “En alâsı benim” diyecekler. Ötekiler tu kaka! Bir işe yaramazlar. Ne vaadler dinleyeceksiniz! Mangalda kül bırakmayacaklar. Sanki “göklerin hazinesinin anahtarı kendi ellerinde”. “Yoksulluk kaderdeğil” diyecek birileri. Birileri kaderinizi değiştirmekten söz edecek. Tanrının elinden ekmeği kapıp size yedirecekler, yerseniz. Uzaklarda birileri Tanrıyı kıyamete zorlarken, çevremizden biri Tanrıyı (!) ebedi bir iktidara zorlayacak!
Açıkça söylemeseler de, Tanrı’nın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen aklına akıl, yetmeyen parasına para yetirecekler haşa! Çünkü onlar olmazsa hayalleriniz gerçekleşemez.
Bakın, “laf ile aleme binlerce nizamat veren” bu adamların, hanelerinde binlerce seyyie göreceksiniz. Ailesini yönetmekten aciz bir sürü adam memleketin, şehrin emanetine taliptir.
Şehir bizim evimizdir, “evinizin anahtarını kendilerine emanet etmeyeceğiniz insanlar”a şehrin emanetini vermeyin.
Siyaset vekalet müessesesidir. Denetim ve şeffaflık müessesesidir. Servet, silah ve iktidarı emanet ettiklerinizin üzerinden gözünüzü eksik etmeyin. Şeytan onları para, kadın, makam ve güçle aldatabilir. Bunlar bazan insanın başını döndürür. Şaraptan daha çok sarhoş eder.
“Sizden olan”lara oy verin. Sadece sizin gibi inanan, düşünen, kavminizden olan değil, size gerçek anlamda hizmet edebilmesi için, akil baliğ; ehliyet ve liyakat sahibi, alimlere danışan, halkla konuşan (istişare ve şûra yapan) dürüst, yetkili, cesur; dahası yetkisini sizden alan ve size hesap veren kişilere oy verin.
Hani aşırı bir şekilde övmeyecek ve övünmeyecektik. “Meddahlık” moda şimdi. Trollerimiz var, amigolarımız var. Hani haksız yere kimseyi suçlamayacak, iftira etmeyecek, yalan söylemeyecek, insanların kişisel zaaflarını alay konusu yapmayacak, dedikodu ve gıybet yapmayacak, kişisel özelliklerinden dolayı onlara lakap takmayacak, hakaret etmeyecektik!
Kem söz sahibine döner. Batılın tasviri saf zihinleri idlal eder. Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder. Yanlışın şüyuu vukuundan beterdir. Bir yanlışın aleniyet kazanması o işe meşruiyet kazandırır. Bir yanlış alenen ve tekrar tekrar yapılabiliyorsa, o zaman “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden o suçu işlemeyenler de cezalandırılır. Malum: Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz Şeytanlardır. Şeytansa azapta gerek.
Başkalarının gözünde çöp ararken, kendi gözümüzde mertek varsa kim inanır bize..
Yazdıklarım söylediklerim, şu ya da bu partiye yönelik değil, siyasete soyunan herkese. Yani “Ha Hasan’a, ha sana!”
Aslında, şöyle genel olarak bakınca, sokaktaki insanların büyük bölümü ehliyet ve liyakat peşinde değil. O kendi işinin bir şekilde görülmesini istiyor. Onun meşru ya da gayrimeşru olup olmaması ile pek de ilgili değil sanki! Kendi partisi kazansın isterken de kendi işinin daha kolay görüleceğini düşünüyor. Kendi partisi kazandığında kendi kızının, oğlunun daha kolay iş bulabileceğini düşünüyor. Böyle düşünürken, ehliyet ve liyakat konusunu hesaba katmıyor sanki.
Bencillik böyle bir şey. Kendini üstün görmek de böyle bir şey. Aslolan, üstün olan Hak demiyoruz. O zaman “Her şey Yahudiler için, Yahudilere göre ve Yahudiler tarafından” diyen bir Siyonistten ne farkımız kalıyor ki! Bu tehlikeli bir temayül! Hep söylediğim gibi “Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı, zalim babam da olsa, mazlum düşmanım da”.. İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek.
Sahi bugün özel hayatımızda ya da siyasi hayatımızda böyle mi davranıyoruz. Ehliyet, velayet ve mülkiyet ile ilgili tasarruflarımızdaki ana ölçümüz ne? Kazanırken ve harcarken, bir makama gelirken ya da o yetkileri kullanırken, yüzünüz kime dönük, istikametiniz ne? Hak mı, heva mı? Kendi hevanız ya da bir başkasının hevası ne fark eder.
Boşuna dememişler, “Ayinesi iştir kişinin laf’a bakılmaz” diye. Bu yalancıların dudaklarından dökülen güzel sözler, zehirin içine katıldığı bal, ya da bu zehrin sunulduğu altın kase gibidir. Altın tas ve bala tamah edenler zehir yudumlarlar. Oltadaki yeme tamah edenler, oltayı yuttuktan sonra bir daha yeme ihtiyaç duymazlar. Çünkü “Oltaya takılan balık yem istemez.” Şeytan bu anlam da iyi bir avcıdır ve insafı yoktur. Hedefindeki muhterisi yakalamak için Şeytan tüylü işbirlikçilerini kullanır. Size yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vaad edecektir. Ölümü ve din gününü unutturacaktır. Bakın kumara ve fuhuşa, alkole meyli var ve giderek artıyorsa ayağı kaymaktadır demektir. Daha çok “ben” diyorsa, mikrobu kapmıştır. Kendini önemsiz gibi gösterip, tevazu maskesinin arkasına saklanan süper ego (Büyük ene)ya da dikkat etmek gerek. Benim liderim, benim şeyhim, benim örgütüm, benim ideolojm, benim kabilem, benim benim, benim; “Benim” diye başlayan her şey sizin gizli kibrinizin tezahüründen başka bir şey değildir. “Benim dinim” değil “Allah’ın dini”, “benim peygamberim” değil, “Allah’ın resulü”, “benim mezhebim” değil, “Mezheb imamı …” Onlar ben kabul ettiğim için değerli değil, değerli bulduğum için kabul ettim.
Zaten başka birinin ya da tüzel bir kişiliğin nefsini yüceltenler, sonuçta kendini ona nisbet ederek, onun adına yine nefislerini onunla özdeşleştirerek aynı hedefe yürümüş oluyorlar. Kimi devleti, örgütü adına, o yapıyı kendi cüce nefsinin dev aynası olarak görüp/göstermeye çalışıyor. Bunlar “cüce yüce”ler. Öyle ki, bu kadar küçük bir bedene, böylesine büyük bir kibri nasıl sıkıştırmışlar, şaşarsınız.
Şeytan her zaman şuh kadınlarla değil, bakarsınız şeyhle de kandırır. Boşuna denmedi; “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye! Unutmayın sonuçta terbiye edilmemiş ve kontrol altına alınmamış her nefs, Şeytanın yol arkadaşıdır.
Bugünlük de bu kadar.
Selâm ve dua ile..