"Laik darbelere karşı koymak"

"İslam ülkesi kimliğine baskın gelen laikliğin etkilerini yaşayan bir ülkede ise İslami hareketlerin en büyük kaygısı.."

Raşid GANNUŞİ
 
İslami Davet Neden Siyasallaştı?
 
İslami hareketler kitap, sünnet ve icma bakımından İslamı kaynak alsa bile bu hareketler ortaya çıkış şartlarının farklı olması hasebiyle muhtelif görünümlere sahiptir.

Yabancı işgaline boyun eğmiş bir ülkede en büyük dert bağımsızlık olurken, kültürel saldırı ve İslam ülkesi kimliğine baskın gelen laikliğin etkilerini yaşayan bir ülkede ise İslami hareketlerin en büyük kaygısı, İslami kimliğin temel unsurlarını savunmak ve fikri, inanç ve eğitim alanında hakim laik darbelere karşı koymaktır. Bu, Tunus'un 60'ların sonunda içinde bulunduğu durumdur. Fikri, davetsel hareketin siyasallaşmadan devam etmesi mümkündü. Ama bu neden gerçekleşmedi?

1-Bağımsızlığın üzerinden 15 sene geçmeden Burgiba modernliğinin tohumları meyvesini vermeye başladı. Burada aşırı merkeziyetçi, modern devletin kurumları inanç, değerler, ritüeller ve kuruluşlar bazında İslamı parçalamak için kullanıldı. Öne sürülen gerekçe, İslamın Burgiba'nın benimsediği "modern devletler kafilesine katılmak" sloganının özetlediği devletin yüce çıkarları için en büyük engeli teşkil etmesiydi.

Bağımsızlık kararlarının ilk görüntüsü: Tunus'un Arap-İslam kimliğinin temel unsurlarını koruyan, Afrika'da İslam medeniyetinin en büyük kalesi, o vakit farklı seviyelerde 27 bin öğrencinin eğitim gördüğü, ıslah yolunda çok büyük yol kat etmiş, İslam ve Arapça çerçevesinde modern eğitim de veren Zeytuniye kurumunu dağıtmak oldu. Bu kurumun ortadan kaldırılması binanın temeline balyoz indirmek, ülkenin kimliğini sarsmak, dil, din ve ahlakı hedef almakla eş değerdi.

Darbeler peş peşe gelmeye devam etti. Şeriat mahkemelerinin kapatılması, zirai gayri menkullerin yaklaşık üçte birinde tasarruf hakkı olan ve bunu eğitim gibi sivil toplum kuruluşlarının hizmetinde kullanan vakıfların müsadere edilmesi bu darbeler arasındadır. Hatta dini ritüeller bile bu saldırıdan kurtulamadı. Bizzat devlet başkanı tarafından 1961 Ramazan ayının ilk günü Ramazan'ın kutsallığına resmi olarak halel getirildi. Devlet başkanı geri kalmışlıkla cihat fetvası vererek öğle vakti halk önünde alenen bir bardak meyve suyu içti.

Hatta İslamın ilahlık, nübüvvet, cennet, cehennem, peygamber mucizeleri ve Kur'an gibi temel büyük akideleri bile saldırıya maruz kaldı. Bütün bu akideler başkanın söylevlerinde bombardımana uğradılar. Bu duru, İslam alemindeki büyük imamların onun tövbe etmesini istemesine sebep oldu. Bağımsızlık devleti kadını özgürleştirme adıyla doğum kontrol, kürtaj, zinanın mubahlığı –karşılıklı anlaşma olması şartıyla- ve başörtünün yasaklanması gibi kapsamlı stratejiler benimsedi. Bütün bunlar 40 sene içinde neslin kuruması, ailenin parçalanması, toplumsal yapının tamamının çözülmesi ve onun içine kapanık, genç nüfusu olmayan, yok olmaya yüz tutmuş bir hale gelmesine sebep olup, nüfusun artmasından şikayet eden 3. dünya ve İslam dünyası ülkelerinde bir ilki teşkil etti. Bu sayede ülkenin ihtiyacı daha fazla okul açmak değil kaynakların kuruması için yüzlerce okulun kapısını kapatmak oldu.

Buradan, 2009'da lise diplomasını alanların sayısı geçen seneye oranla 17 bin azalmıştır. Buna ek olarak evlilik oranı düşmüş, boşanma, evlenmeme ve suç oranında artış olmuştur. Bunların hepsi Faşist, laik, radikal bir rejimin meyvesidir. Bağımsızlık döneminde devlet gücüyle bunlar yerleştirilmiş ve "sahte" modernleşme adıyla pazarlanmıştır.

2- İslamın temellerinde yenilik ve ritüellerine bağlı kalma çağrısıyla İslami hareket 70'lerin başında doğdu. İslami hareketlerin günlük siyasetle ilişkisi hassastır. Bu ilişki, Tunus halkının kimlik değerleri, Batı dünyasının küçük bir bağımlısı değil Arap, Müslüman ve ümmetin bir parçası olarak varlığı ve devamını savunan önemli savunma kalkanlarından biri olmasından kaynaklanmaktadır.

Tehlike hissinin artması sebebiyle kimlik değerleri üzerindeki güçlü talep süratle gelişti. Ve Allah'ın yardımıyla camiler, yüce kitap, ibadetler ve İslami değerler yeniden hayat buldu. İslami kimlikle enstitü ve üniversitelerdeki modern dünya arasında köprü kuruldu. Ve İslam, müminleri bütün faaliyet ve tuttukları yolda dini sadece Allah'a has kılarak, bütün benlikleriyle tek ona kulluk etmeye çağıran bir bakıştan hareketle toplumun bütün sendikal, kültürel ve siyasi kurumlarına yayıldı.

3- Vatandaşın, kanun hakimiyetinin olduğu demokratik bir rejimin gölgesinde istediği faaliyeti seçme özgürlüğü vardır. Bu faaliyetleri yürüten örgüte katılır. Bu, siyasi olabileceği gibi bununla uzaktan yakında ilişkisi olmayan bir örgüt de olabilir. Siyasetle çatışmadan istediği faaliyeti en yüksek düzeyde gerçekleştirebilir. Fakat monarşist, merkeziyetçi bir rejimde atıl ve ılımlı bir yaşamı seçmediğin sürece siyasetin seni her zaman takip ettiğini ve neye yönelsen seni kuşattığını görürsün.

Başkanın her yere dağılmış olan resimleri; her şeye hakim, her yerde var olan, onun yolundan farklı bir yol tutmayı isteyen herkesi tehdit eden ve insanların zihinlerinde Allah'a ait olan yeri kapmaya çalışan bir yönetimin sembolüdür. Bu yüzden sabah namazından sonra futbol oynamayı adet edinmiş birçok genç tutuklandı ve önceden izin almamakla suçlandılar. Polisler ahlaksız, bayağı ve günah kaynağı şarkılar yerine dini müziklerin çalındığı düğün törenlerini muhafazakar hareketler olması itibarıyla bastı ve düğünler mateme döndü.

4- Böyle bir rejimin gölgesinde İslami davetin normal olarak gelişmesi için kendi haline bırakılacağı düşünülemez. Hatta "Tebliğ Cemaati" gibi siyasetten uzak bile olsalar tutuklanırlar. İlk çatışma rejimin kendi mülkü olarak gördüğü, imamlarını iktidar partisinden hatta çoğu zaman emekli polislerden seçtiği, davetçilerin de –İslam medeniyet tarihinde olduğu gibi- onu Allah'ın mülkü olarak gördüğü, alimleri, cemiyetleri, mezhepleri ve yollarıyla sivil toplumun ettiği camilerde oldu. Çatışma üniversite ve enstitülere taşındı. Sokak ve bazı hallerde de dağlarda son buldu. Otokrat bir toplumda alternatifin yoktur. Baskıcı zebaniler her yolun başını tutmuştur onlarla çarpışmaktan kaçamazsın. Siyaset riskini göze alır, kanunlarından başlayıp bu kanunları yapanları ya da kanun hükmüne ve insan iradesine boyun eğenleri tasfiye ederek istibdat ile yüzleşirsin.

Bu yüzden İslami hareketler her yerde kültürel davet hareketi olarak doğmuş olsa bile biraz gelişme kaydedince diktatör devletin dikkatini çekmiş ve bütün toplar ona çevrilmiştir. Hala İslami hareketlere ve uysal bir muhalif olmayı reddeden diğerlerine bu şekilde davranılmaktadır.

Böyle bir devlette istibdat yönetimiyle çatışmaya götüren siyasetten kaçış yoktur. Demokratik rejimlerdeki muhalefet ve onun otoriteyle rekabet etme ve hatta onun yerine geçme hakkı otokrasinin olduğu yerde söz konusu değildir. Çatışma işgalciden daha kötü hatta onun vekiliyle olmaktadır. Bu, istibdat yönetiminde sivil bir toplumdan bahsetmeyi işgalciyle barış yapmaktan bahsetmeye benzeyen bir düş haline getirmektedir.

5-Modern, monarşist, aşırı merkeziyetçi ve kapsamlı böyle bir rejimin; ister kendi partisinden olsun (İbn Yusuf Cemaati, el-Mestiri ve İbn Salih) ister dışardan olsun (solcular, komünistler, sendikacılar, liberaller, Arapçılar, İslamcılar, hukukçular") muhaliflerinin her türlü eğilimine baskı uygulaması kaçınılmazdır. Bu çeşit bir rejim kültürel, siyasi ve hatta sportif hiçbir aktivistin kendi sistemi dışında ortaya çıkmasına olanak sağlamaz ve ondan bağımsız gelişmesine fırsat vermez. Bu rejimin dışındaki her şey onunla değişmez bir varlık mücadelesi içindedir. Mücadeleyi kazanamayan ya yok olur ya kuşatılır. Bu sebeple bağımsızlık devletinin tarihini siyasi akımlar arasında otorite değişimi değil hegemonya, hapis, işkence, deri yüzmek ve sürgün tarihi olarak kabul etmek mümkündür.

Hapishaneler bir an bile boş kalmadı. Solcular hapishanede Yusufçuların yerini aldı, sendikacılar solcuların. 1981'den bu yana da İslamcılar bu kişilerin yerini almış durumdadır. O vakit 500 İslamcı hapsedildi, 1987'de on binlercesi, 1992'de de 30 bin kişi. Son dönemde hareketin eski başkanı tıp fakültesi hocası Sadık Şuru çoğunluğunu hücre hapsinde ve işkence altında geçirdiği 18 yıldan sonra tekrar hapse atıldı.

Çünkü Şuru bazı basın organlarına hala Nahda hareketine bağlı olmaktan gurur duyduğu açıklamasını yapmaya cüret etmiş ve yasal eylem yapmasına izin verilmesini istemişti. Bunun üzerine yeniden tutuklandı ve 1 sene hapis cezasına mahkum edildi. 1989 seçimlerinde hareketini ezici bir galibiyete taşıması kabul edilmedi ve seçimleri yalanlamaya, kazananları da ortadan kaldırmaya kara verdiler.

6- Kurumsal teori açısından ise; siyaset İslamın bir ilavesi ya da ona yabancı bir şey değil aksine onun temelidir. Eğer herkes İslamı ve siyaseti gerçek manasıyla anlarsa –siyasetin, aralarında adaleti sağlayıp, birlikte yaşama, mutluluğu sağlama ve birbirlerine düşmelerine engel olmayla insanların işlerini yürütme sanatı olması itibarıyla- insanların rablerini, yaratılış amaçlarını, eşitliği ve er ya da geç onlara saadeti getirecek ritüelleri tanımalarına engel teşkil edecek tümsekler oluşmaz. Bu İslamı yapısal olarak siyasi kılar. İslam, yapısının temelini oluşturan tevhitten hareketle ister inanç, ister ferdi davranışlar ya da toplumsal düzeyde olsun Allah'ın şeriatından kaynaklanmayan yasa koyucu kaynaklara boyun eğilerek yapılan hiçbir şirk çeşidini kabul etmez. "O gökte de ilahtır yerde de ilahtır." Müslüman toplumda demokratik rejimin enstrümanları bu bağlantı için en iyi yolu temsil eder.

7- Tarihi olarak; Mekke döneminden bu yana –Müslüman toplum cahiliye geleneklerinin gölgesi altında yaşıyor olsa bile- Müslüman toplumu İslam hükümlerinin eğitimini almıştır. Mesela namaz ve zekat beraber zikredilmiştir. Resulullah zayıflara hükmeden Mekke ileri gelenlerinin reddetmesinden sonra cihat ederek davetine bir sığınak aramış Hayber'de bunu elde edince tafsilatlı hükümler ihtiyaca göre peş peşe inmeye başlamıştır. Müslümanların tarihleri ve medeniyetleri boyunca her alanda hayatlarını düzenleyecek yasalar bu metot, onun takip edilmesi, onun üzerinden kıyas yapılması üzerine temellendirildi.

Ümmet Batı işgaline maruz kalana kadar bu durum böyle devam etti. Daha sonra İslami hayat metodu, bunun üzerine bina edilen yasalar ve hatta değerler süratle kaldırıldı onun yerini İslam'ı hayattan, yönetimden uzaklaştıran, ve tamamen def etmek için de onu en dar çerçevelere hapseden felsefi, fikri bakış açısıyla laik yasalar aldı.

8- Tunus'taki İslami hareketin, lider Burgiba'nın devletin mekanizmalarıyla uyguladığı ve ondan daha zalim halefinin devam ettirdiği hakim laik radikallikle karşılaşmış olmasına rağmen İslamın tevhidi görüşünü zafere taşımak için rejimi çürütmekten başka seçeneği yoktu. Ancak İslami hareket Tunus sahasında İslami devlet gibi, hareketler nezdinde bilindik sloganlar atmadı. Hareket bugünkü sorunun, şer'i kanunun uygulamadaki kanunla değiştirilmesi sorunu değil –bu da önemli olmakla birlikte- kanun fikrinin, kanun devletinin ve halihazırdaki rejimde kanun egemenliğinin olmayışı olduğunu ifade ediyor. Sen buna hürriyetin olmaması, halk egemenliğinin diktatör yönetimin çıkarına işlemesi, devletin halkın bütün işlerine hükmetmesi olarak bakabilirsin. İslami hareketin çalışmasının merkezinde şeriat değil –amaçlarının içinde olsa da- kimlik, hürriyet ve adalet yer almaktadır. Hareket kuruluş beyannamesinden başlayarak Nahda hareketi nizamnamesine kadar hep bunu ifade etmiştir. Özellikle Tunus'taki İslami hareketin söyleminin gelişmesinde önemli payı olduğu kabul edilen semboller üretilmiş ve insanlık deneyiminin ulaştığı en iyi yöntem olması hasebiyle yönetimde, muhalefette, onun tesisinde, kökleştirilmesinde İslami temellere göre izah edilmesinde demokratik sistem benimsenmiştir. İnsanlık deneyiminin ulaştığı en iyi yöntem (demokrasi) şura yönteminin uygulanması ve haksızlıkla (istibdat) mücadele" Bu tabiiki en yol değildir. Ama varolan yöntemlerin en iyisi, bakış ve uygulama açısından geliştirilmeye en yatkın olanıdır. Hatta demokrasinin en çok övüldüğü iyi yanı diğer rejimlerden daha az kötü oluşudur.

Demokrasinin önemi ancak onun alternatifi olabilecek yöntemlerle karşılaştırıldığında ortaya çıkar. Bu akıllı bir kişiyi, en ferdi ve vahşi rejimleri sağlamlaştıran Marksist eleştiriyi demokrasiye de yapmaktan alıkoyar.

9- Bu bağlamda; kendisinin de demokrasinin olmayışının kurbanı olduğuna ve fark etmeden diktatörlüğün ekmeğine yağ sürdüğüne dikkat etmeden, anlamadan demokrasiyi küfürle itham eden İslami akımlara karşı dikkatli olmak gerekir. Fakat bu cemaatler herkes gibi diktatörlükle mücadele etmeye çalışan, kapsamlı orta hareket içinde yer almazlar. Bu hareketlerin büründüğü en tehlikeli örtü İslam'dır. Bu yüzden İslami slogan taşıyan rejimlerin takibe aldığı muhaliflerle dolu hapishanelere ve sürgünlere şaşırmıyoruz. Bütün diktatörlüklere ve özellikle muhaliflerine karşı İslam kılıcını çekenlere karşı Allah bizi korusun.

10- Son olarak; çöküş devrelerinin peşi sıra dünyadan el etek çekip ruhlar alemine ve öte dünyaya yönelmek Müslümanların suçudur. Hatta reformistler dünyanın bilincinde olmayı, ona önem vermeyi ve onun imar edilmesinin dinin ve ahiret yolunun amaçlarından olduğunu tekrarla vurgulamayı temel hedefleri arasına almışlardır. Bağımsızlık hareketi liderleri devrimi teşvik edip Müslümanı mücadele ve çabaya çağırarak Sufi harekete karşı çıkıyorlar ve onu insanların bilincini bulandırmak olarak itham ediyorlardı. Ancak amaçlarına ulaşır ulaşmaz var güçleriyle insanları yeniden siyasi hayatın olmadığı bir hayata sürüklediler. Siyasallaşmayı her alanda özellikle de üniversitelerde takibe aldılar. Bu siyasallaşmanın ürettiği yeni nesil liderler, insanları şahsi küçük istekleri ve özel hedeflerine gömülmeye sevk ediyor ve dervişlik yollarını teşvik ediyor. Siyasallaşamaya ihtiyaç olduğu zaman dervişlikle mücadele ediyor dinin siyasallaşması suçlamasıyla da İslamcılara kılıç çekiyorlar.

Onların siyasallaşmaya ve hatta terörizme yönlendirmelerinden ötürü Tebliğ Cemaati gibi siyasetten uzak gruplar bile onların baskısından kurtulamamıştır. İslam'da siyaset – söylemleri ve metotları incelendiğinde- kusurlu değildir. Onlar dini sivil topluma bırakan gerçek laikler değildir. Asla. Bilakis onlar, dinin sadece ona ait olması, hizmet eden değil edilen olması ve kralın değil sadece Allah'ın mabud olması gibi dinin asıl amaçlarına tezat teşkil eden başarılarının dile getirilmesi için sivil toplumun kendi otoritelerine hizmet edecek tek bir yönde siyasallaşmasını isterler. "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." Zariyat

11- Allah bu dine bakiliği yazdığı, ona olan ihtiyaç ve istek arttığı, onu marjinalleştirme ve ona hakim olma planları suya düştüğü için bu din günbegün biraz daha özgürleşiyor ve özellikle de ümmetin kalkınması ve savunulmasında onun alternatifi olarak sunulan projelerin başarısızlığı karşısında zulme ve çürümüşlüğe galebe çalıyor. Filistin davasının seyri şairin de ifade ettiği bu gerçeği vurguluyor:

Kavmim başlarına musibet gelince beni hatırlayacak

Zira karanlık gecede ayın yokluğu hissedilir.

* Bu analiz, Gülşen Topçu tarafından İsra Haber için tercüme edilmiştir.

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı