İspanya’da, o ülkeyi 40 yıla yakın bir süre boyunca faşizmin sembol isimlerinden birisi olarak yönetmiş olan General Franko’nun mezarının bulunduğu ve resmî törenlerin yapıldığı yerden kaldırılıp gözlerden uzak, sıradan bir mezarlığa nakledilmesi yönünde bir kanun çalışması son merhalesine gelmiş bulunuyor bugünlerde.. Yeni İspanya Hükûmeti’nin özel çabasıyla.. General Franko 1936-39 arasında cereyan eden ve yüzbinleri yutan iç savaşta, bu ülkeyi yerli ve uluslararası komünist güçlerin işbirliği yaparak ele geçirme çabalarının tam karşı tarafındaki güçlerin muzaffer lideriydi; birilerine göre bir ‘faşist diktatör’, bir kesime göre de, ‘büyük kurtarıcı’!. Yeni hükûmet, sosyo-politik eğilimine uygun olarak, İspanya’nın yüzbinlerce evlâdını ve kardeşlik duygusu dahil, birçok temel değerlerini kaybettirdiği ve bir savaş suçlusu olduğu söylenen bir kişinin saygıyla anılmasını, halkın değerleriyle alay etmek olarak değerlendiriyor. ‘Franko’cular’, bazı ülkelerdeki ‘lider tapıcıları’ndan örnek almadıkları ve bir ‘koruma kanunu’ dayatmadıkları için hayıflanıyorlardır şimdi.. *** Hele de büyük sosyal buhranlar ve çetin mücadeleler içinden ‘lider’ olarak çıkanları bekleyen büyük tehlike, kendilerini topluma ‘tanrı’ gibi sunmaları/ sundurmalarıdır. Hele de Prusya ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’ ordularındaki subayların, 19. Yüzyılda, kendilerini bir ‘yarı-tanrı’ gibi hissedip, toplumlarına gelecek hakkında bir takım hayırhah tavsiyelerde bulunmanın ötesinde; mutlaka riayet edilmesini istedikleri bir takım ilkeler dayatmak şeklindeki problemli ruh halinin, 20. Yüzyılda başka toplumların liderlerine de sirayet ettiği, bulaştığı görüldü.. Ve elbette bir kısım tepkiler, karşı koymalar da sergilenmeye çalışıldı, çetin mücadeleler verildi. *** Stalin bu açıdan en ilginç örneklerden biriydi. O, ‘kurşun asker’lerden oluşan yeni bir ‘tek tip toplum’ oluşturmak istiyordu. Mayıs-1953‘te öldüğünde geride, kendi ‘ilâh’lığına inandırdığı bir kadro bırakmıştı. (25 yıldan fazla bir süre Sovyetler Birliği’nin Dışbakanlığı’nı yapan Andrei Gromiko Stalin’in öldüğü ânı anlatırken, ‘Biz Komunist Parti Yüksek Presidyum üyeleri hepimiz yatağın etrafındaydık.. O bize bir şeyler anlatmak istedi.. Ve sonra, başı bir tarafa düşüverdi.. Dehşet içindeydik.. Tanrı ölmüştü!.’) der. Evet, ‘tanrı’ları ölmüştü, ama, 1956 yılında, sadece 3 yıl sonra, yeni lider Nikita Kruşçef, yaptığı bir konuşmada, ‘tarihimizin en utanç verici zâlimi ..’ diye suçlar Stalin’i ve onun Kremlin duvarındaki mumyalı cesedini Moskova çöplüğü civarında bir yere attırır. Darısı, bütün benzerlerinin başına.. *** Fir’avn’lar da kendilerini halklarına, ‘Ben sizin tanrınızım..’ diye sunuyorlar ve koydukları kuralları, ilkeleri dayatıyorlar ve kendilerine taptırıyorlar ve kudretlerinin sonsuza kadar ‘bâqî’ kalacağını tasarlıyorlardı. Mehmed Âkif merhûmun Mısır’da, fir’avn mezarlarını/ ehramları ve onların içinde binlerce yıldır mumyalanmış olarak yatan, o görkemli firavunların korkunç cesedlerini dehşetle temâşa ederken terennüm ettiği, ‘Evet, bütün beşerin hakkıdır, beqa emeli.. / Lakin bunu ne taştan, ne de leşten beklemeli..’ beyti ne kadar düşündürücüdür. Şevket Süreyya da bir lider için, ‘Biz onu putlaştırdık ve amma buna mecburduk ..’ itirafında bulunurdu. *** Prof. Ersan Şen ve Doç. Selman Öğüt isimli iki akademisyenin bir tv. kanalındaki tartışmasının videosunu izledim. Öğüt, ‘Hiç kimse ‘lâ yus’el /sorumsuz, sorgulanamaz değildir..Kişiler olumlu- olumsuz, bütün yaptıklarıyla birlikte ele alınmalıdır’ diyordu, haklı olarak.. ‘Şen’ ise küplere biniyor ve, ‘Benim hassasiyetimi bil, ben o konuda konuşturmam..’ diye tepiniyordu. Evet, ‘Lider tapıcılığı’ bulaşıcı bir hastalıktır.. Stargazete