Lübnan'ın kuzeyindeki Trablus kentinde, Cuma namazı sonrasında bir grup tarafından düzenlenen Esad karşıtı gösteri ardından aynı bölgede oturan Suriye rejimi yanlısı Nusayriler ile Sünniler arasında çatışmaların yaşandığı belirtiliyor.
Lübnan haber kaynaklarına göre en az 6 kişinin hayatını kaybettiği ve ikisi ağır olmak üzere 9 kişinin de yaralandığı çatışmalarla ilgili Türkiye kamuoyuna ilginç bir aktarım yapılıyor.
İslami bir haber sitesi, "Trablus kentinde Ak Parti'nin seçim zaferini kutlamak üzere, ellerinde Türkiye bayrakları ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın posterleriyle yürüyüşe geçen göstericilerin Nusayrilerin saldırısı ile kana bulandığı ikisi çocuk 13 kişinin hayatını kaybettiği" haberi yer alıyor.
Bu haberi okuduğumuzda, "Lübnan'da neler oluyor" merakı ile onlarca haber kaynağına göz attık; hepsinde, Trablus'ta 700 veya 1.000 kadar göstericinin Suriye rejimini protesto amaçlı bir yürüyüş düzenlediği, yürüyüş sonrasında aynı bölgede oturan Esad yanlısı Nusayriler ile silahlı çatışmaların çıktığı ve 6 kişinin hayatını kaybettiği, 20 kadar kişinin de yaralandığı belirtiliyor.
Haberlerin hiç birinde, Başbakan Erdoğan'ı kutlamak için bir yürüyüş yapıldığı, Türk bayraklarının taşındığı belirtilmezken, sadece bir haber kaynağında, göstericilerin bazılarının Saad Hariri ve Recep Tayyip Erdoğan'ın posterleri taşıdığı belirtiliyor.
Ancak meselenin ilginç yanı ise, aynı gün, Lübnan başbakanlığına gelen Trabluslu Necip Mikati için bu kentte kutlamaların yapılacağı, olayların çıkması üzerine kutlamaların iptal edildiği belirtiliyor.
Yani ortada bir başbakanı kutlama etkinliği söz konusu ama bu, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan değil, Saad Hariri hükümetinin yıkılmasının ardından hükümet kuran başbakan Necip Mikati.
Bununla birlikte, gösteride bazı göstericilerin Saad Hariri ile Recep Tayyip Erdoğan'ın resimlerini taşıması, Erdoğan ile Hariri'yi birlikte, aynı kare içine koyması ne anlama geliyor?
Bilindiği üzere ABD'nin eski Lübnan Büyükelçisi, şimdi ise ABD Ortadoğu temsilcisi Feltman bir süre önce Lübnan'a giderek Hizbullah karşıtı gruplarla bir görüşme yapmış, özellikle Hizbullah destekli Necip Mikati'nin hükümet kurmasının önlenmesi üzerinde durulmuştu. Yine bu ziyaretle ilgili olarak Feltman'ın Lübnan üzerinden Suriye karşıtı bir cephe oluşturmaya çalıştığı haberleri de Lübnan basınında yer almıştı.
Mişel Aun liderliğindeki parti ile hükümet paylaşımında yaşanan tıkanmanın son anda aşılması ile Mikati hükümetini kurmuştu.
Feltman'ın bu planı başarısızlığa uğrayınca "B planı" devreye sokuldu, Mikati hükümeti daha ilk gününde Trablus krizi ile karşılaştı. Mikati'nin kendisinin de Trabluslu bir Sünni olması ve olayların Trablus'ta başlaması ve bu olayların Mikati için Trablus'ta kutlama merasimlerinin yapılacağı günde çıkması, Mikati'nin "zamanlama kuşku uyandırıyor" sözü gelişmelere başka bir anlam kazandırıyor.
Türkiye sınırına yakın Cisr el Şuğur kasabasında 120 polisin öldürülmesinin ardından "katliam olacak" korkusu ile Türkiye'ye başlayan ve şimdilerde 10 bine yaklaştığı belirtilen mülteci akını ile birlikte "yeter artık Türkiye bu insanlık dışı barbarlığa müdahele etmeli" çağrılarının yüksek sesle dillendirildiği, hatta "teknik sebeplerle" gerekçelendirilse de Suriye'deki gelişmelere paralel olarak Mavi Marmara gemisinin Gazze'ye gidişinin sürpriz bir şekilde iptal edildiği bir dönemde, "Erdoğan'ın başbakanlığını kutlamak için gösteri düzenleyenler Nusayriler tarafından kana bulandı" şeklindeki gerçek dışı haberleri yaymak ne anlama geliyor?
Suriye ile ilgili diğer gelişmeleri birlikte düşündüğümüzde, Feltman planının şu şekilde sahnelendiğini rahatlıkla anlayabiliyoruz:
Libya örneğinde olduğu üzere Suriye'ye yönelik doğrudan bir askeri saldırı gerçekleştiremeyen ABD ve NATO ülkeleri, Türkiye üzerinden Suriye'ye karşı yeni bir cephe açmış durumda.
Bu cephede birkaç amaçtan söz etmek mümkün:
Türkiye'ye sığınan mülteciler üzerinden bir "dram" oluşturarak içte ve uluslar arası kamuoyunda insani reflekslerle bir kampanya başlatmak. Nitekim bugünlerde en etkili şekilde yapılanlardan biri bu. Suriyeli mülteciler üzerinden bir medya seferberliği. İkincisi ise, "Suriye'de sivil insanların saldırılardan korunması" adı altında Suriye içinde Türk ordusu eliyle askeri bir tampon bölge oluşturulması. Üçüncüsü ise, bölgesel bir gerilim yaratarak Lübnan ve Türkiye'yi de içine alacak şekilde duyarlı bölgelerde "düşük yoğunluklu savaş" bölgesi oluşturulması.
Türkiye'nin Suriye'ye yönelik "askeri seçenek"leri olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün açıklamaları ne anlama geliyordu? Bunun iki anlamı olabilir: Suriyeli sivilleri korumak adı altında Türk ordusunun harekete geçmesi, ikincisi ise, Suriye'deki Esad yönetiminin yıkılması için savaş açılması.
Eğer ABD bu planını gerçekleştirecek olursa, Suriye, Lübnan ve Türkiye'nin içinde olduğu "eş zamanlı üç cephe" karşımıza çıkacak. Say.ın İbrahim Karagül'ün son yazısında da ifade ettiği üzere bir "mezhep savaşı"nın ateşini tutuşturulacak.
Yapılan haberlere ve yorumlara, bazı gazeteciler tarafından dillendirilen beklentilere baktığımızda, Türkiye'nin Suriye'ye karşı "askeri seçenek"i devreye sokması istendiği açıkça görülüyor. Ancak şartlar bu yönde tamamıyla olgunlaşmadığı için, kamuoyu bu yönde oluşturulmaya çalışılıyor. Diğer taraftan da muhtemel -ya da hesaplanan- gelişmelere göre yeni görevler ve misyonlar devreye giriyor.
Ve tam bu sırada Trablus kentinde "Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığını kutlamak isteyenler Nusayriler tarafından kana bulandığı" bulandığı haberleri servis ediliyor.
Dünya ve Ortadoğu'daki sıcak gelişmelerin fotolarını ayrıntılı olarak yayınlayan haber sitelerine baktım, gösterilerle ilgili yayınlanan fotoların hiç birinde Türkiye bayrağı, başbakan Erdoğan'ın posterleri gözükmüyor. Eğer böyle bir durum olsaydı, kuşkusuz ki önemine binaen haber fotolarına bu görüntüler de yansıyacaktı.
Çatışmalar nasıl başladı?
Lübnan haber kaynaklarına göre, Cuma namazın ardından 1.000 kadar gösterici Suriye halkı ile dayanışma amaçlı bir yürüyüş düzenliyor.
Kentteki Hamza Camiinden başlayıp kent merkezindeki Nur Meydanı'na kadar süren yürüyüşe el bombası atılması üzerine, göstericilerden bazıları hayatını kaybederken bazıları da yaralanıyor. Hayatını kaybedenler arasında bir Lübnan askerinin yanı sıra Suriyeli yanlısı Demokratik Suriye partisi yetkililerinden biri de bulunuyor. Lübnan ordusunun bölgeye intikaline rağmen silah seslerinin duyulmaya devam ettiği belirtiliyor.
Bir basın toplantısı düzenleyen Lübnan Başbakanı Necip Mikati "iç barış kırmızı çizgimizdir, kimsenin bu çizgiyi aşmasına müsaade edilmeyecektir. Kendilerini kanunların üzerinde görenler yanılıyorlar. Ordu bu kışkırtıcı duruma son verecektir. Bu olaylarla ilgili soruşturma yürütmek üzere bir komiteyi görevlendirdim. Bu anda kimseyi suçlama durumunda değiliz. Suriye'de olanların bizimle bir ilgisi yok. Kimsenin Trablus'un gavenliğine zarar vermesine izin vermeyeceğiz" diyor. Mikati ayrıca olayların zamanlamasının da "kuşku verici" olduğunu belirtiyor.
Trablus'taki gelişmeler üzerine, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, İçişleri Bakanı Mervan Şarbel, Savunma Bakanı Fayez Ghosn özel bir oturum düzenleyerek Trablus'ta yaşanan gerginlik ve şiddetin sona erdirilmesini tartışıyor.
Çatışmalarla ilgili olarak iki taraf da birbirine suçluyor. Saad Hariri başkanlığındaki Gelecek Partisi'nin televizyonu, çatışmaların Nusayriler tarafından çıkartıldığını ileri sürerken, Suriye rejim yanlısı Arap Demokratik Partisi medya sorumlusu Abid el Latif Salih de yerel OTV televizyonuna yaptığı açıklamada, Gelecek Partisi'nin gerçeklerin üzerini örtüp Suriye yönetimine karşı insanları kışkırttığını ileri sürüyor. Salih ayrıca Gelecek Partisi'nden bazı milletvekillerinin Trablus'taki olayların kışkırtıcılığını yaptığından söz ediyor.
Başbakan Necip Mikati'nin Trablus olayları ile ilgili yaptığı basın toplantısına tepki gösteren Gelecek Partisi milletvekili Samir el Cisr Mikati'in "muhalefet barışçıl ve yapıcı olmalıdır" şeklindeki sözlerine tepki göstererek, "Mikati'nin dedikleri bize iftira atmaktır. Umarız Mikati ilk günlerinde akıllı ve ılımlı olur ve başkalarını suçlamaz. Mikati biliyor ki, Gelecek Hareketi hiçbir zaman silaha başvurmadı. Zaten biz yasa dışı silahlanmanın önünün alınmasını isteyenleriz" diyerek, daha önce Hizbullah'ın silahsızlandırılması yönündeki çağrılarına atıfta bulunuyor.
Tüm bunlardan sonra, Trablus'taki çatışma ve ölüm olaylarının Türkiye'ye aktarılış biçimi, milli hissiyati kışkırtarak -istenilen veya öngörülen- Türkiye'nin ikinci adımını atmasına katkıda bulunmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
Biz de istiyoruz ki, Türkiye hükümeti böylesi manipulasyonların etkisinde kalarak çok daha büyük ve diren krizlerin içine sürüklenmez.
Bakalım Sayın Erdoğan "Ey Başbakan, Seni Sevenler Kana Bulandı, Hala Duracak mısın?" anlamına gelen çağrılara nasıl karşılık verecek?
VELFECR