Victor Orban’ı, Buda-Peşte’de, 4 yıl öncelerde, orada okuyan ve sonra da orada ticarete atılan Türkiye’li bir müslümandan, Hasan’dan dinlemiştim..
Halk kitlelerinin onu genelde beğendiklerini anlatmıştı, arkadaşım.. ‘Biraz Erdoğan havası var. Halkın genelinin değerlerinin içinden gelen birisi..’demişti.. ‘Ancaak, çingenelere karşı fazla sert..’ diye eklemişti; Diyarbekir’li Âdilkardeşimizin Buda-Peşte’nin en işlek caddelerinden birisi üzerindeki işlek lokantasında sohbet ederken..
Hasan’ın tesbitleri yanlış değilmiş..
Şimdi işbu Victor Orban, hiç kıvırmadan, göçmen mes’elesine dair görüşlerini, net şekilde ortaya koyuyor ve ‘Hristiyan köklerimiz tehdid altında kalır.. Uzun vâdede biz (hristiyanlar) azlıkta kalırız bu Avrupa’da..’ diyor..
Macaristan, 10 milyon kadar nüfusu olan ve 5 milyon kadar macar insanının da Romanya, Sırbistan, Avusturya ve Polonya ve diğer coğrafyalarda kaldığına yakınan bir hâkim kültüre sahib.. Ve din konusunda da, onca komünist dönemlerden geçmelerine rağmen, kendilerini nisbeten koruyabilmiş bir halk..
Ortaokul’a ilk başladığım yılda, 1956 yılında Sovyet Rusya tanklarının Buda Peşte’yi ezip geçtiği kanlı dönemi ve Başbakan İmre Nagy’nin bilinmeyen bir yere götürülüp sonra da öldürülüşünü ve o günlerde Macar halkının sokaklarda ‘Nem Nem, Şuha.. /Hayır- Hayır! Asla!” diye bağırışlarının gazetelerden elemle takib ettiğimizi hatırlıyorum..
Şimdi o merhalelerden geçmiş olan bir ülkenin başbakanının, Frankurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesi için yazdığı makalede, Avrupa’nın ve Avrupalı kimliğinin Hristiyan temeller üzerine dayandığını ve mültecilerin çoğunluğunun Müslümanlardan oluşmasının Avrupa’nın temel yapısını bozacağı’nı ifade etmesi ilginçtir.
Orban, yaptığı basın açıklamasında da, “İnsani ve etik açıdan, fikir apaçık ortadadır: gelmeyin. Hangi amaçla Türkiye’de Avrupa’ya geliyorsunuz. Türkiye güvenli bir ülke, orada kalın. Sizi kabul edeceğimizin garantisini veremeyiz”demeyi de ihmal etmiyor..
Yani, öteki dünya liderleri gibi, sahte / timsah gözyaşları dökmemiş; bir taraftan onbinleri, yüzbinleri, milyonları savaş ateşinde boğup, ya da ölüm ateşini daha bir azgınlaştıracak silahları tarafların eline tutuşturup, sonra da ‘Ahh- vahh’ lar, hümanist laflar etmemiş.. Açıkça, ‘Arkadaş, bu kadar göçmeni kabul edersek, bizim kendi hristiyanî köklerimiz tehlikeye girer..’ demiş..
Bu kadar açık sözlü..
Osmanlı’nın Budapeşte’deki son valisi Abdurrahman Paşa için, onun mezar taşına‘kahraman düşmandı..’ diye yazacak kadar açık sözlü atalarının günümüzdeki bir takibçisi olarak da sayılabilir..
Macarlar, diğer Avrupa’lı etnik unsurlarla pek ilgisi olmayan, Avrupa dilleriyle de, slav dilleriyle hemen hiç ilgisi olmayan, değişik bir dil grubundan ve değişik tarihî köklerden gelen bir orta Avrupa’lı kavim.. Tuna boylarından, Karpat dağlarının eteklerinden..
Kıyıya vuran bebek Aylan Kurdi’yi kaça satarız?
*
Buda-Peşte’de olduğum sıralarda, Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt de, ABC isimli bir İspanyol günlük gazetesine verdiği mülâkatta, Türkiye’nin AB üyeliği hakkında da konuşurken, ‘Yaklaşık 100 milyonluk Müslüman bir ülkenin AB’ye alınması için zaman gerekiyor’ ifadesini kullanmıştı..
Ama, Pal Schmitt, şu sözleri de açık yüreklilikle dile getirmiş ve ’Osmanlı tarafından 150 yıl boyunca idare edilmemizi şans olarak görüyorum.. Ülkemiz onlar tarafından değil de başka bir güç tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık..’ demişti..
Hatırlanacağı üzere, Macaristan, Sultan Süleyman zamanında, 1541 yılında Osmanlıların Budin dediği Budapeşte’nin fethiyle 160 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde altında kalmıştı.
(Bizden bir ilahiyatçı ile, Macaristan’ın Slovakya sınırındaki Komarom şehrinde karşılaşmamızda, Estergon’a gidip gitmediğimi sormuştu.. Gitmediğimi söyleyince,‘Git de, Osmanlı kalesinin üzerine nasıl kocaman bir kilise dikmişler, gör!.’ demişti, hüzünlü bir hasretle..
‘Adamlar sizden topraklarını geri alınca, üzerine ne yaparlarsa yapsınlar, bize ne.. Eski efendilerinden izin mi alacaklardı?’ dediğimde de biraz limonî olmuştuk..
Sonra gittim bizim Estergon dediğimiz, Estergom şehrine..
Burası, çok güzel 150-200 bin kadar nüfuslu bir şehir.. Eski Yeşil Bursa’yı andırıyor neredeyse.. Yeşillikler, bağlar arasında.. Bir de Tuna geçince, ortasından, tadından yenilmez bir manzarası var, hele de kaleden kuşbakışı seyredildiğinde..
Kalenin üzerindeki dev kilise, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminin, yani 200 yıl öncelerinin alâmet-i farikası sayılabilecek mimarî özellikleriyle, gerçekten de göz alıcı.. Ama, kale, kesinlikle Osmanlı kalesi değil.. Belki bin yıl öncelerden, Roma döneminden kalma..
Bunu daha sonra ilahiyatçı arkadaşıma hatırlattım, ‘tarihe zoraki bir nostaljik duygu ile bakmaya gerek yok!..’ diye..
Kalenin dibinde, aşağılarda ise, 200-300 metre aşağıda, Tuna kıyısında, yıkık minareli bir küçük mescid kalıntısı gözüküyordu..)
*
Sadece Avrupa değildir, sığınılan diyar..
Macaristan (Hungary) böyle bir ülke..
Ayrıca, tarih boyunca, Macarlardan nice ünlü isimler Osmanlı’ya sığınmışlardı..
Habsburg Hanedanı’nın yükselen hakimiyetine karşı direnmeye çalışan Macar halk kahramanlarından sayılan İmre Tököly, başı derde girince, Osmanlı’ya sığınmış ve İzmit’te vefat etmişti.. Osmanlı’nın güçlü olduğu zamanlar..
Hattâ, 1850’lerde bile, Osmanlı, kendisine sığınılan bir büyük güç olarak görülüyordu..
Sığınmacılar niye hep Avrupa’ya gidiyorlar diye laflar edilir, avam arasında..
Halbuki bundan saşılacak bir durum yok.. Sığınmacılar, mülteciler, bir yere iltica etmek ihtiyacı içinde olanlar tabiatiyle, sığınacakları ülkenin veya yerin, kendilerine gerçekten de sığınak olup olmayacağına dair bir kanaat sahibi olmak isterler.. Güç durumda kalan insanlar, tehlikeyi savabileceklerini umdukları yerlere sığınırlar..
Nitekim, 1848’lerde bütün Avrupa’yı etkileyen büyük halk hareketlerinden yenik çıkan Polonyalılar Osmanlı’ya sığınmışlardı. Bugün İstanbul’daki ‘Polonezköy’ hâlâ, o Polonyalıların torunlarının yaşadığı ve kendi din ve dillerine müdahale edilmeksizin bir leh kolonisi halinde yaşadıkları yerlerdendir.. (Ki, Nâzım Hikmet’in büyük dedesiAlexander Borjensky de bir yüzbaşı olarak, o zaman, Osmanlı’ya sığınanlardandı. O, daha sonra, müslüman olup, Mahmûd Celâleddin adını almış ve Osmanlı ordusunda paşalık rütbesine kadar bile yükselmiş birisiydi..)
O sırada, Macar hürriyetçilerinin liderlerinden Kossuth ve etrafındaki savaşçıları ve diğer maiyeti de Osmanlı’ya sığınmış ve Kütahya’da ikamet etmişti..
Macar Kralı Rakoczy’nin yıllarca, sığınmacı olarak yaşamak zorunda kaldığı(Tekirdağ) Tekfurdağı’ndaki evi hâlâ müze olarak durmaktadır..
*
Şimdi..
Macaristan Başbakanı Victor Orban, Macaristan’a sığınan onbinlerce Suriyeliyee sığınma hakkı tanımak istemezken, aslında, hemen bütün Avrupalıların korkularını dile getiriyor. Ama, ötekiler insanlık, hümanistlik, vs. nutukları atarken, Orban, açıkça, ‘hristiyanî köklerimiz tehlikeye girer..’ diyor.. Ki, diğer Avrupalı liderlerin pekçoğu, ateist düşüncelere mübtelâ oldukları halde, kendilerini o kültürün bir parçası olarak görüp, ‘hristiyan ateist’ olarak bile niteliyor.. Orban ise, açıkça, kendilerinin hristiyanî köklerine atıfta bulunuyor..
Eğer, o, hristiyanî kökler derken, gerçek hristiyanlığın köklerinden sözediyorsa, korkmasına gerek yok.. Çünkü, İslam hakkında bilgisi olmadığından bilmiyor olabilir, ama, belirtelim ki, hristiyanlığın sonraki asırlarda aldığı şekillerden değil de, hristiyanlığın gerçek köklerinden sözediyorsa, bizim o kökle hiç bir zıdlığımız yoktur. Onun hristiyanlığın köklerinden anladığı, Jesus ve Christ gibi isimlerle de anılanHz. İsâ Mesîh’in gerçek yolu ise, müslümanlar o yolda gidenleri bir de kendilerinden bilirler ve müslümanların ilahî peygamberler arasında bir ayırım yapamıyacağını müslümanlara, Kur’an öğretir.. Ve bu açıdan, müslümanlar bütün ilahî peygamberlerin gerçek takibçileridirler ve bütün ilahî dinlerin kökleri, tevhîd inancına ve enbiyaullah eliyle bildirilen vahy-i ilahîye dayanmaktadır..
Ama, müslümanlar arasında da farklı anlayışlara göre ortaya çıkan farklılıklar yüzünden, İslam hakkında farklı kanaatlere sahib ise, Victor Orban’ın kaygısı da anlaşılabilir. Ama, ona, hristiylanlığın köklerinden sözettiğine göre, İslam’ın köklerinin de, bütün ilahî peygamberlerin elinden insanlığa sunulan vahy-i ilahîlerin aslıyla hiç bir farklılığının, aykırılığının olmadığını bilhassa belirtmeliyiz.
*
Sözü, 30 yaşına varmadan 19. asrın ortalarında vefat ettiği halde, macar halkının en ünlü şairlerinden birisi olan ve Sandor Petöfi’nin mısralarıyla sonlandıralım:
‘Dostluk dünün ve yarının. / Güneş bile, batacağı zaman ışığını bol bol dağıtır… / Hürriyet çok pahalı bir maldır; bedava değil, para ile verirler: Paranın en kıymetlisi ile, kırmızı kanla… Tanrı’m, insan göğsünü niçin bu kadar küçük yarattın?/ (…) Istıraplı hayatın vefalı, doğru bir arkadaşı; felaketle pençeleştiğim zamanlarda benden ayrılmayandır..’
*
dirilişpostası