‘Gâvur’ kelimesinin türkçeye, eski farsçada özellikle Yahudiler için kullanılan ‘gebr’ kelimesinden geçtiği söylenir. Daha başka izahlar da vardır. Bu arada, ‘kâfir’ kelimesinin halk dilinde zamanla bozulmuş olan telâffuzundan geldiği de iddialar arasındadır. Ama, çocukluğumuzda bizim köyde, ‘gâvurluk’ başka bir mânâ taşırdı ve aşırı derecede ‘haşarılık’ yapan çocuklar için de, ‘O ne gâvurdur, bir bilseniz..’ nitelemesi yapılırdı.
Bir de ‘ermeni’ ve ‘dürzi’ kelimeleri kullanılırdı, çok haşarı çocuklar için.. Yani biz, ‘ermeni, dürzi ve gâvur’ kelimelerini ‘yaramazlık, haşarılık yapmak, herkesi rahatsız etmek’ mânâsında bilirdik, bir sosyal veya etnik grubun anlatılmak istenmesinden önce..
Sonradan anladık ki, ‘ermeni ve dürzî’, tamamiyle Osmanlı’nın son döneminde, devletin içinde bulunduğu müşküllerden faydalanarak sosyal bünyeyi içeriden çökertmeye yönelik eylemlere girişenler arasında daha bir öne çıkan ve Müslüman halklar da çok derinden yaralandığı için, aslında bir küçük grubun bütün bir kitleye mal edilmesi şeklinde, ‘ermenilik’ ve ‘durzilik’ mensubiyeti olarak ön plâna çıkmış..
***
Gerçi, bir Dürzi Beyi olan ve Osmanlı’nın son döneminde bu devletin çökmemesi için hele de arab toplumlarının önde gelen kanaat önderleri arasında çırpınan Emir Şekib Arslan ‘Dürziler’in aslında Müslüman olduklarını söylerdi, ama, buna çoğu kimseyi inandıramadı.
Çünkü, genel olarak Cebel-i Lübnan’da (Lübnan Dağı’nda) Durzîler (Deraiz)’in kendi menfaatlerine hangi devlet veya güç odağı hizmet ederse, derhal o tarafa meylettikleri ve beklenmedik anda ihanet ettikleri ve herkesle bir anda dost veya düşman oluverişlerine bakarak, Durzîlik bir döneklik ve entrikacılık suçlaması haline gelmiş ve bu hal, Müslüman halk kitlelerini derinden yaralamıştı. Bu, bütün ‘deraiz’ için geçerli denilemezdi elbette, ama, Durzîler adına hareket edenlere bakarak, bütün halk suçlanmıştı.
***
Ermenilere gelince.. Aslında ermeniler, Selçuklu Devleti’nin yeni yeni şekillenmeye başlandığı ilk zamandan, yani 1040’lardaki Gazneli Devletinin yenilgiye uğratıldığı Dandanakan Savaşı’ndan beri Müslümanlarla yakın temas halinde olan ve kendi dinlerinde-diyanetlerinde ve Müslümanların kendilerinin dinlerine ve kiliselerine müdahale etmemesinin verdiği rahatlık içinde, hele de 800 yıl boyunca, 1860’lara kadar ihanet etmeyen ve yaşayış tarzı ve kültürler açısından Müslüman halklarla en uyumlu bir yaşayış tarzı tutturan bir Hristiyan topluluğu olmuştu. Hattâ, Osmanlı ordusunun mutfağının kendilerine teslim edilebildiği tek gayrimuslim grup, ermenilerdi. Bunun için de ‘millet-i sâdıqa’ veya ‘kavm-i necîb’ gibi sıfatlarla anılmışlardır.
***
Fransa Başkanı Emmanuel Macron’un işbaşına geldiğinden beri, devamlı Müslüman dünyası üzerindeki entrikalarına, eski sömürge dönemlerinden genlerine intikal eden sevk-ı tabiîlerle hareket etmesine değinecektim. Ama, onun yaptığı, bizim çocukluğumuzda, ‘haşarı- yaramaz çocuklar’a söylenen ‘Seni gâvur senii… Seni ermeni seniii.. Seni dürzi seniii.’ gibi suçlama cümlelerini andırdığı için konuya oradan girdim; ‘Yine ne gâvurluk..’ vezninde.. Yoksa, onun -her ne ise..- dinine bir şey demek istediğimden değil.. (Hemen ekleyelim, Emmanuel, latincede ‘Tanrı bizimle..’ mânâsındadır.)
Ama, baktım, İslâm’a ve Müslümanlara yeni bir şekil vermeye ve Müslümanları, ‘Fransa’nın cumhuriyet değerleriyle uygun hale getirmek için bir takım kanun düzenlemeleri’ yapmaya başlamış..
***
Emmanuel Macron’un iddia ve tavırlarına baktığınızda hemen görebilirsiniz ki, bu ‘mösyö’, bugün hem Lübnan ve Doğu Akdeniz’de Müslüman dünya aleyhinde tertipler içine girmekte; hem de Ermenistan Hükûmeti’nin Kafkasya’daki işgalci siyasetine kol-kanat germekte; ve Türkiye’ye, taa Fransa’dan, ‘Sen Ermenistan- Azerbaycan gerilimine karışma!’ demek hakkını kendinde bulabiliyor.. Haydi, onu da geçelim..
Ama, bu mösyö’nün son kertede, ‘İslâm ve müslümanlar’ hakkında söylediği son sözler, bir modern fir’avunluğa soyunduğunun resmidir.
***
Macron, 2 Ekim Cuma günü, ‘İslâmcı ayrılıkçı’ fikirlerle mücadeleye ilişkin hazırlattığı kanun tasarısını bugün (9 Aralık'ta) Bakanlar Kurulu’na sunacağını belirterek, "Fransa'da, cumhuriyetin ortağı olması için İslâm'ın yapılandırılması gerekiyor’ demiş; ‘Fransa'daki Müslümanlar'ın ‘ayrılıkçı’ fikirleri savunan bir ideolojilerinin olduğunu, bu kişilerin, İslâm kanunlarını Fransa'nın kanunlarından üstün gördüğünü’ ve bunun kabul edilmezliğini söylemişti.
Eğer ayrılıkçı fikirden kasdın, İslâm’ın Fransa kanunlarından üstün sayılması ise, doğru söylüyorsun Mösyö Macron; aynen öyledir ve bilesin ki, biz Müslümanlar, sadece Fransa kanunlarından değil, bütün kanunlardan üstün biliriz Allah’ın kanunlarını..
Macron’dan önce 12-13 sene önce, İtalyan eski başbakanı Silvio Berluskoni de, ‘İslâm medeniyetinin Batı medeniyetinden geri olduğu’ gibi bir takım laflar etmişti.
Bu ‘mösyö’ ise, doğrudan doğruya İslâm’a saldırmaya kalkışıyor.
***
Mösyö Macron’a diyelim ki, son yüzyıl içinde senin gibi dışardan değil, bizzat Müslümanların içinden nice fir’avun müsveddeleri de İslâm’la savaşa kalkışmışlar ve ve ne korkunç şeytanlıklar yapıp cinayetler sergilemişlerdi.
Onlardan bir takım gülünç korkuluklar kaldı geride, bir de mumyalı cesedler; tıpkı fir’avun mezarlarındaki gibi..
Macron’a, 1850’lerdeki imkânlara göre bile bugünkü Macron ve benzerlerinden daha ileride bir idrakle, ‘İslâm ve Hz. Peygamber’ hakkında bir değerlendirme yapabilen ‘Lamartin’i ve kezâ Victor Hugo’nun, Hz. Peygamber (S) hakkında yazdığı nefis şiiri okumasını tavsiye ederdim; ama, ondaki İslâm düşmanlığı onun gözünü kör, kulağını sağır etmiş ve kalbini de mühürlemiş..
Onun bu hadbilmez- gücetapar şımarıklığı karşısında, çocukluğumda duyduğum laflarla, ‘Yine, ne gâvurluk peşinde?’ demekten başka ne diyebilirim.
Ama, bilmeli ki, nice iç ve dış engellemelere rağmen, bizim kervanımız gelecek çağların derinliklerine doğru da muhteşem yolculuğunu sürdürecektir; ‘gâvurlar istemese de..’ Çünkü, İslâm’a ebediyet va’dolunmuştur.
Bir çerağ ki, Hakk yandırmıştır; onu kim söndüre?
***