Şeyh Mahir Hammud’un 18 Kasım 2016 tarihli Cuma hutbesi şöyle:
“İşgal hükümetinin başbakanı Benjamin Netenyahu, işgal devletinin parlamentosu olan Knesset’e asla sonuç alamayacağı bir yasa tasarısı sundu. Bu yasa tasarısına göre, işgal altındaki Kudüs topraklarında ve Yahudi yerleşim birimlerinin olduğu mekanlarda ezanın hoparlörden okunması yasaklanacak. Söz konusu yasa tasarısının işgal hükümetinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.
İsrail’i okurken daima Arapların zayıflığı ve yaşadığı yenilgiler çerçevesinde okuyoruz. Gelin, bir de karşı taraftan bir okuma yapalım. Siyonist hareket 1897’deki konferanstan bu yana neyi hedefliyor? Nil’den Fırat’a kadar kendilerine ait olan, hiçbir Müslüman ya da Arap unsuru bünyesinde barındırmayan, Siyonistlerin herkesten üstün olduğu ve başkenti Kudüs olan bir Yahudi devleti kurmayı… Öyle değil mi? Peki, bu hedefine ulaştı mı? Ulaşmadı ve Allah’ın izniyle hiçbir zaman da ulaşamayacak!
Ne başkenti Kudüs oldu, ne de Mısır’da ya da Irak’ta herhangi bir nüfuzu var! Yalnızca küçük bir toprak parçasını ele geçirmeyi başardı. Filistin’in tamamını bile değil… Üstelik bulundukları o küçücük toprak parçası üzerinde de kendilerini güvende hissetmiyorlar. Çünkü çatışmalar asla durmuyor! Yahudi yerleşimciler ya da bir diğer ifadesiyle gasıplar her gün endişe ile yaşıyorlar. İsrail’e göç eden Yahudiler çok uzun kalamadan başka bir yere göç etmek zorunda kalıyorlar.
Maide Suresi 64. ayette geçen “Ne zaman savaş için ateşi tutuştursalar Allah onu söndürmüştür” ifadesi Siyonist oluşumun tarihinin özetidir! 1948 yılından beri güvenilir bir ortam tesis etmeyi hedeflediler. Arapların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarından istifade etmeye kalkıştılar. Ancak yine de her yerden Filistin’in özgürlüğü çağrıları yükselmeye devam etti. 1967 yılındaki yenilgiyle yetinmediler. Bu kez barış yapmak istediklerini açıkladılar. Hartum’daki zirveden “Barış da, itiraf da, müzakere de yok!” sesleri yükseldi. Bu kez Camp David, Oslo gibi planlar üzerinden Araplarla barış temelli bir ilişki kurma hedeflerine ulaşma yoluna gideceklerdi ki, karşılarına direniş kültürü çıktı.
Lübnan Savaşı’nda direnişi bitirmeyi hedeflediler. Filistin direnişini Beyrut’tan çıkarmayı başardılar. Bu başarının ardından Menahim Begin’in ifadesiyle “Süt ve Bal ülkesi” hayaline kavuşacaklarını düşünüyorlardı. Ancak güçlenen İslami direniş hareketi uykularını kaçırdı ve Lübnan’daki Filistin direnişinden çok daha güçlü bir şekilde karşılarına çıkarak beklemedikleri yenilgileri onlara yaşattı.
1993 yılında hedefleri intifadayı muhasara altına almak ve etkisizleştirmekti. Ancak yine planları tersine döndü ve bu süreçten sonra intifada daha da güçlendi. Direniş, Lübnan direnişi ile ilişki kurdu ve Lübnan direnişinin tecrübesinden istifade ederek bunu Filistin’e aktardı.
İşte başarısız ve güçsüz İsrail! Allahu Teala’nın Ali İmran Suresi 112. Ayetinde de ifade buyurduğu gibi “İnsanların ipine sığınmış da olsalar”, yani Balfour Deklarasyonuna ya da Amerika’nın desteğine de sığınsalar, bize vaat olunduğu gibi bir gün İsrail’in sonu gelecektir!
Birileri, “İsrail hedefine ulaşmamış olabilir. Ancak biz ondan daha kötü durumdayız” diyebilirler. Biz de diyoruz ki “Evet, ancak Allah’ın izniyle ümmetin içinde sakladığı ve yakın gelecekte açığa çıkaracağı bir gücünün var olduğunu biliyoruz!”
Knesset’taki ezan İsrail’in Allah’ın izniyle yok olacağının ilanıdır! Yakında herkes buna şahit olacak…