Mahmud Abbas Önce Elindeki Siyonist Kiri, Yüzündeki İhanet Lekesini Temizlesin
İran konusunda yazdığımız yazıya devam edecektik; ancak önemli bir takım gelişmeler üzerine söz konusu yazıyı erteleyerek, birkaç konuya değinmek istiyoruz:
Birincisi:
İHH temsilcisi İzzet Şahin"in siyonist İsrail rejimi güçlerince Batı Şeria"da tutuklanmasına tepki olarak, yaptığımız bir konuşmada "siyonist rejim İzzet Şahin"i serbest bırakmaması durumunda bütün dünyadaki ve bu ülkedeki Yahudiler hedefimizdir; siyonist rejim ya kardeşimizi serbest bıraksın, ya da bizim beklesin" şeklindeki ifadelerimiz, siyonist internet sitesinde "Hizbullah"tan Türk Yahudilerine, tutuklu İHH militanı gerekçesi ile, açık terör tehditi" başlığı altında verilerek, "İHH"nın İsrail"de Batı Şeria yakasında faaliyetlerini organize eden İzzet Şahin, 27 Nisan"da Beytüllahim kontrol noktasından geçerken, İsrail güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı. 8 Mayıs Cumartesi, Türk Hizbullahı"nın İnternet vitrini yönetmeni Nureddin Şirin, İslami odaklı İHH örgütünün Gazze çıkartmasını desteklemek için düzenlenen gösteride, Türk Yahudilerini terör hedefi olarak gösterdi" ifadelerine yer vermişti.
Ardından da, "MİT"ten Türkiye"deki Yahudileri hedef alacak muhtemel terörist saldırı alarmı" başlığı altında verdiği haberin içine bizim sözlerimizi ekleyerek, Hizbullah"ın yahudilere karşı saldırı hazırlığı içinde olduğu iddiasını ileri sürdü:
Önce, MİT kaynaklı olduğu iddia edilen haberin kritiğini yapalım:
Haberde deniliyor ki:
"Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yaptığı çalışmalarla Lübnan Hizbullahı"nın Türkiye"deki İsrail misyonları ve Musevi vatandaşlarına yönelik terörist saldırı planladığını ortaya çıkardı. Kimlikleri deşifre edilen zanlıların yakalanması amacıyla geniş çapta soruşturma başlatıldı.
İstanbul"da 15-20 Kasım 2003 tarihleri arasında bomba yüklü dört kamyonetle sinagogları hedef alan intihar saldırısının ardından gerçekleştirilen yoğun operasyonla Türkiye"de gerileme sürecine giren Hizbullah terör örgütü, yeniden gündeme gelebilmek için planladığı yeni eylem deşifre edildi.
MİT"in, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı"na gönderdiği kriptosuna göre, Lübnan Hizbullah"ı İsrailli turistleri taşıyan gemi ve uçak seferleri ile sinagoglarda düzenlenen dini törenleri hedef almayı planlıyor. Sansasyonel eylemlere karşı İsrailli turistleri Türkiye"ye getiren gemi ve uçaklar ile sinagoglarda yapılan törenler sırasında alınan güvenlik önlemlerinin arttırılmasının uygun olacağı ifade edildi.
Hizbullah"ın olası eylemine karşı İçişleri Bakanlığı, İsrailli turistlerin geldiği İstanbul, İzmir, Antalya, Aydın, Muğla ve Ankara Valiliklerini güvenlik açısından uyararak tedbirlerin gözden geçirilmesini istedi.
MİT"in raporunda Lübnan Hizbullah"ının lojistik destekçisinin ise Türk vatandaşı M.T. olduğu öne sürüldü. Yapılan araştırmada, 37 yaşındaki M.T."nin yurtdışından Türkiye"ye son girişinde hemşerisi 35 yaşındaki Ö.Y."nin de yanında bulunduğuna da dikkat çekerek, her iki şahsında fiziki takibe alınmasının uygun olacağı ifade edildi. Emniyet Genel Müdürlüğü de Türkiye"deki İsrail misyonları, şirketleri ile Yahudileri hedef alacak muhtemel terörist saldırılara karşı kritik konumdaki emniyet müdürlüklerini uyardı. Emniyet Müdürlükleri"ne gönderilen gizli yazıda, istihbarat çalışmalarına ağırlık verilmesi ve güvenlik önlemlerinin gözden geçirilmesi istendi."
Öncelikle bu haberin kurgulamasındaki temel yanlışlıklar göze çarpıyor:
Deniliyor ki;
"İstanbul"da 15-20 Kasım 2003 tarihleri arasında bomba yüklü dört kamyonetle sinagogları hedef alan intihar saldırısının ardından gerçekleştirilen yoğun operasyonla Türkiye"de gerileme sürecine giren Hizbullah terör örgütü, yeniden gündeme gelebilmek için planladığı yeni eylem deşifre edildi."
Bilindiği üzere söz konusu eylemler El Kaide"nin Türkiye"deki yapılanması tarafından gerçekleştirildi. Bu eylemlerle ilgili gözaltına alınanlar yargılandı ve belli cezalara çarptırıldı. Bu eylemlerden sonra "Hizbullah"ın gerileme sürecine girdiği" yeniden gündeme gelebilmek için yeni eylemler planlandığı" ifadesi tamamen asılsızdır. Eğer "El Kaide adına yeni eylemler planlanyor" denilseydi, bunun bir anlamı olabilirdi. Ancak bunun "Hizbullah" için söylenmesi ortada tamamen provakatif bir senaryo olduğunu göstermektedir.
Ankara Sincan"da düzenlenen "Kudüs Gecesi" programından dolayı yargılandığımızda bize isnad edilen suçlama "yasa dışı terör örgütü Hizbullah"ın üyesi olma" suçlaması idi. Ancak, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi"nin MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü"ne yazdığı yazılara, her iki kurumdan gelen cevap "Hizbullah"ın Türkiye"de herhangi bir yapılanmasının olmadığı ve herhangi bir eyleminin bulunmadığı" yönünde idi.
Daha sonra, "Avrasya" adlı strateji dergisinde yayınlanan bir yorumdan zorlama yollu çıkarımda bulunarak, Lübnan Hizbullah"ının Türkiye açısından bir "terör örgütü" olduğu isnadında bulunuldu.
Şimdi ise birtakım karanlık odaklar, Lübnan Hizbullah"ını ısrarla Türkiye gündemine sokarak, "Hizbullah"ın Türkiye"de Yahudilere yönelik eylemler planladığı" haberlerini ileri sürüyorlar. Buna benzer bir haber de, "Hizbullah"ın Şehid İmad Muğniye"nin intikamını almak için Türkiye"ye adam gönderdiği" şeklindeki haberlerdi.
Türkiye makamları ve akl-ı selim sahibi herkes bilir ki, Lübnan Hizbullah"ı Türkiye"de eylem gerçekleştirmez. Eğer İmad Muğniye"nin intikamını almaya yönelik eylem yapacaksa, bunu doğrudan siyonist rejime yönelik yapar. Türkiye gibi, Filistin davasına sahip çıkan bir ülkede bunu yapması Hizbullah"ın Türkiye"ye bakışına ve Türkiye"yi takdir eder tutumuna aykırıdır.
Peki bu türden haberlerin yayınlanmasının amacı ne?
Bu tür haberler, apaçık bir provakasyon senaryolarıdır. Özellikle 2008 Temmuz savaşında Hizbullah"ın siyonist rejime karşı kazandığı zafer sonrasında, bütün İslam dünyasında ve Türkiye'de Hizbullah"a karşı oluşan sempatiyi kırmaya Hizbullah hareketinin savunucuları olan Müslümanları etkisizleştirmeye yönelik bir projedir.
Bunun içindir ki siyonist Kehaber sitesi, bizleri ve Velfecr"i sürekli olarak "Türk Hizbullahı" "Hizbullah"ın intirnet vitrini" şeklinde lanse ederek, siyonist rejime, özellikle de siyonist rejim konsolosluğuna yönelik yaptığımız her eylemi "Hizbullah eylemi""Hizbullah'ın boy gösterisi" ve benzeri başlıklar altında sunarak, Lübnan"daki Hizbullah hareketi ile bizleri doğrudan -organik olarak- ilişkilendirme yoluna gitmekte, böylelikle, "Hizbullah Türkiye"de Yahudilere yönelik eylem hazırlığı içinde" haberleriyle de bizleri hedef tahtasına oturtmaktadır.
Öncelikle, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi"nde "Hizbullah örgütünün üyesi olma" "Propaganda yoluyla Hizbullah örgütüne adam kazandırma" suçlamasıyla yargılanırken de söylediğimizi buraya aktaralım:
"Lübnan Hizbullah hareketi ve önderleriyle iftihar ediyoruz. İşgal altındaki İslam topraklarını, hususen Kudüs"ü siyonist işgal güçlerinden kurtarmak için mücadele eden Hizbullah bütün dünya Müslümanlarının iftiharı, yüz akıdır. Dolayısıyla bizler de Hizbullah"ın yanında olmayı hem insani hem de İslami açıdan bir görev ve sorumluluk olarak biliyoruz. Ancak, Lübnan Hizbullah hareketi ile organik anlamda bir ilişkimiz yoktur. Bununla birlikte bu ifadelerimizden, Hizbullah ile ilişkilendirilmekten çekindiğimiz gibi bir şey anlaşılacak olursa, o zaman da deriz ki; bizler bütün benliği ile, zerre zerre bütün varlığımız ile Hizbullah"ız. Hepimiz Abbas Musavi, hepimiz İmad Muğniye, hepimiz Seyyid Hasan Nasrullah"ız..!"
Siyonist odaklar, Türkiye"de Müslümanlara yönelik yeni komplolar içine giriyorsa, bir takım senaryolarla yeni sindirme hesapları yapıyorlarsa, bizim onlara söyleyeceğimiz söz şudur:
"Siyonist rejimin çökmenin eşiğine geldiği sırada başvurduğunuz bu yeni komplolar sizin son çırpınışlarınızdır. Belki bugün bazı yeni oyunlar sahneleyebilir ve bizleri de bu oyunlarınızın ortasına çekebilirsiniz; ama şunu bilmelisiniz ki, bu oynadığınız son oyun olacaktır. Zira, korumaya ve kollamaya çalıştığınız siyonist İsrail rejimi için geri sayım çoktan başlamıştır. Tüm buna karşın yine de bizim üzerimizde planlarınız varsa, size deriz ki, biz kefenimizi her zaman yanımızda taşıyoruz. Siyonistlerin komploları, tuzakları, saldırı ve sindirme planları karşısında eğilmedik, diz çökmedik, bu can bu bedende oldukça da asla diz çökmeyeceğiz. Ne namluların kurşunları ne de zindanların demir parmaklıkları ürkütemez bizi. Birtakım kirli ve karanlık senaryolarla bizi yıldıracaklarını ve geri adım attıracaklarını sanan siyonistler bilsinler ki "özgür Kudüs ve İsrail"siz bir dünya" ideali bizler için öylesine kutsal bir hedeftir ki, bu uğurda feda olmaktan daha sevimli bir şey yoktur bizim için. Siz ölmemek için her yola başvurursunuz da, bizler ise bu uğurda kurban olmayı şeref ve saadet biliriz. Dünyadaki bütün güçlerinizi toplayıp gelseniz de, Seyyid"imizin de dediği gibi, karşımızda sadece bir "örümcek yuvası" olarak kalırsınız. Rabbimizin buyruğu üzere, Galip gelecek olan ancak Hizbullah"tır."
Diğer yandan, bir kez daha tekitle belirtiyoruz ki;
"İşgalci, gasıp, soykırımcı siyonist İsrail rejiminin arkasında duran, gerçekleştirdiği tüm saldırı ve katliamlarına, döktüğü onca masum insan kanına karşın bu kan içici rejimi eleştirmekten sakınan, özellikle son Gazze saldırılarında çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 1500"e yakın Filistinli kardeşimizin katledilmesini "İsrail"in kendisini savunma hakkı" olarak gören, bunun yanı sıra, Filistin"in özgürlüğü için mücadele veren kardeşlerimizi "terörist"likle suçlayan bütün Yahudiler, siyonist rejimin askerleri hükmündedir. Siyonist rejimin kollayıcısı olan hainler elbet bir gün bunun karşılığını göreceklerdir. Mütecaviz siyonist rejim var olduğu sürece, bu rejimin yandaşları de hiçbir zaman güven içinde olamayacaklardır. Sizler bunun adını "terör" koyuyor, tehdit edildiğinizi ileri sürüyorsunuz. Gerçekte ise, terör Yahudilerin tarih boyu Müslümanlara ihanetleri, komploları, saldırıları ve soykırımlarıdır. Terör Osmanlı"nın yıkılması, Sultan Abdulhamid"in tahtan indirilmesi ve "İsrail" adlı "kanser mikrobu" olan bir rejimin Filistin topraklarında kurulmasıdır. Bizler Osmanlımızı yıkanları, bizi sırtımızdan vuranları, kardeşlerimizi kana bulayanları unutacak kadar alçalmadık"
Siyonist İsrail rejimine yandaş olmayan, bu rejimin işgalini ve saldırılarını onaylamayan yahudiler endişe etmesinler. Birilerine "Yahudi misin, değil misin?" diye sormuyoruz. Kan içici siyonist İsrail rejiminin arkasında duruyor musun,durmuyor musun?" diye soruyoruz. "Durmuyoruz" diyorsanız, geçin öbür tarafa. Ama duruyorsanız eğer, sadece akibetinizin ne olacağını bekleyin"!"
İkincisi:
GAYRİ MEŞRU MAHMUD ABBAS YÖNETİMİNİN TÜRKİYE"DE MEŞRUİYET ARAYIŞLARI VE ATRAKSİYONLARI
Son günlerde önümüze çıkan bir diğer konu da, Filistin halkını temsil etme hak ve yetkisi bulunmayan gayri meşru Mahmud Abbas yönetiminin, Türkiye"de kendini meşrulaştırmaya yönelik birtakım atraksiyonlar içine girmesidir.
Öncelikle; Gazze"de Muhammed Dahlan Çetesi"nin gerçekleştirdiği ihanet ve katliamlara karşılık Hamas hareketinin bu ihanet çetesini tasfiye etmesinden ardından, Katil Dahlan"ın arkasında duran Mahmud Abbas yönetiminin, Batı Şeria"da Hamas hareketi mensuplarına yönelik barbarca saldırılar başlatıp yüzlerce müslümanı tutuklaması, bunlardan bazılarını işkencelerle şehid etmesi, siyonist işgal güçleri ile koordineli olarak Hamas veya İslami Cihad"a mensup Filistinli mücahidlere karşı ortak saldırılar gerçekleştirmesi Mahmud Abbas yönetiminin affedilmez suçlarındandır.
Siyonist rejim şeflerinin de itiraf ettiği üzere, Gazze savaşında Hamas hareketinin yok edilmesi için Mahmud Abbas yönetiminin siyonist rejimle işbirliğine girmesi, Hamas hükümetinin yıkılması ve Kassam mücahidlerinin etkisizleştirilmesi ihtimaline karşılık 3.000 tane El Fetih militanının Gazze"ye girmek üzere hazır bekletilmesi, Hamas hareketinin liderleri ve komutanlarına yönelik suikast saldırılarında siyonistlere istihbarat desteği verilmesi, Mahmud Abbas yönetiminin Filistin davasına nasıl bir ihanet içine girdiğinin örneklerinden bazılarıdır.
Filistin"deki İslami direnişin ezilmesi için siyonist rejimle her türlü işbirliğine giren, açık salon toplantılarında ve televizyon yayınlarında, siyonist rejim şeflerinin yaptığı tehditlerinin bir benzeri olarak, Filistin İslami direniş liderlerine ve meşru Filistin hükümeti başbakanı İsmail Heniyye"ye karşı "öldürme" fetvalarının yayınlanması, Mahmud Abbas yönetiminin siyonist rejimin "emir eri" gibi çalıştığının başka bir örneği durumundadır.
Beyazsaray, Tel Aviv, Amman, Kahire ve Riyad"ın "kapıkulu" umelası olan bu hainler, yüzlerindeki ihaneti gizlemek ve Türkiyeli Müslümanların Filistin davasına verdiği desteği istismar etmek için ülkemizde çeşitli vesilelerle etkinlikler düzenlemekte ve Türkiyeli Müslümanların bir baştan bir başa Filistin davası için gösterdiği hassasiyeti devşirmeye, kenardan kenardan bu fotoğrafın içine girmeye kalkmaktadırlar.
Türkiyeli Müslümanlar nezdinde tek meşru hükümet İsmail Heniyye"nin başbakanlığındaki Hamas hükümetidir. Türkiyeli Müslümanlar Filistin davasına destek olurlarken de, "İslami direniş"e karşı olan İslami sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktadır. İslam davasını sırtından vuran, siyonist düşmanla işbirliği yapan, Washington, Tel Aviv ve bölgesel hain rejimlerin sınırsız desteğini arkasına alarak her türlü komplo ve saldırı ile İslami direnişin ezilmesine çalışanların Türkiye Müslümanları nezdinde hiçbir meşruiyeti yoktur. Onlar önce ellerindeki siyonist kiri temizlesinler, alınlarındaki işbirliği ve ihanet lekesini silsinler. Filistin halkının özgür iradesiyle seçtiği hükümeti tanısınlar. Ondan sonra Müslümanların yanına gelip birlikte görünmenin yollarını bulsunlar.
Diyoruz ki;
"Mahmud Abbas Amerika ve siyonist rejimin eli altında "kukla" "işbirlikçi" "emir kulu" olmaktan çıksın, yüzünü sadece Filistin halkına ve İslam ümmetine çevirsin, politikalarını Filistin direnişinin sabitelerine dayandırsın; ona da "kardeşimiz" der, kucağımızı, bağrımızı açarız. Aksi takdirde, bulunduğu "ihanet" konumunu değiştirmeyen bir Mahmud Abbas sadece "gayri meşru" olarak kalmaya ve öyle muamele görmeye devam edecektir..!"
Ancak ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Dışişleri Bakanlığı oluşturduğu bir takım tazyiklerle, Mahmud Abbas yönetimine sırt vermekte, "Hamas ile El Fetih arasında birlik sağlama" adı altında, Türkiye"de Mahmud Abbas yönetiminin önünü açmaya çalışmaktadır. Suriye ile siyonist rejim arasında "arabuluculuk" misyonunu üslenen Türkiye, diğer taraftan da, El Fetih"in kirli yüzünü örterek, Hamas ile El Fetih arasında "barıştırma" rolünü görmeye çalışmaktadır.
Filistin davasında Türkiyeli Müslümanların gösterdiği hassasiyet üzerinden politika üreten hükümet, Türkiyeli Müslümanların çabalarını, gayri meşru Mahmud Abbas yönetiminin elinden tutarak istismar etmesin. Dolaylı ve kaçamak yollarla Hamas hükümetine destek veren hükümetten beklediğimiz, öncelikle dürüstçe bir adım atarak, Filistin konusundaki muhatabının Filistin"in seçilmiş hükümeti olduğunu göstermesi, adil bir yaklaşım ve tavır içine girmesidir.
Türkiye"nin genelde Filistin davasına, özelde de Gazze"ye verdiği destek, bir "minnet ve baskı aracı"na dönüştürülerek Hamas hareketi"ni "1967 formülasyonuna razı etmeye zorlama" şeklini alırsa, o zaman bu da Filistin davasına ihanet etmenin bir başka biçimi olacaktır.
Bizim ciddi ciddi endişemiz, başta Arap Barış Girişimi olmak üzere, Obama yönetimi ve Avrupa"nın formüle ettiği siyonist rejime var olma hakkı tanıyan "çift devletli çözüm" projesinin dayatılmasında Türkiye"nin de yer almasıdır.
Eğer Türkiye hükümeti, "biz sizin için bu kadar uğraşıyoruz, bu kadar zorlukları göğüslüyoruz, ambargoya karşı, saldırı ve katliamlara karşı sesimizi bu kadar yükseltiyoruz, siz de İsrail"in yok edilmesi hedefinizden vazgeçin; 1969 sınırlarında çift devletli çözümü kabul edin. Bunun için de önce El Fetih ile aranızdaki gerginliğe son verin" gibi bir dayatma ile Hamas"ın karşısına çıkarsa, biz de bütün gücümüzle bu "çirkin diyet"in, diğer bir deyişle "gayri ahlaki teklif"in karşısına çıkar sesimizi yükseltiriz. "Filistin ve Kudüs davasına destek" adı altında, Hamas"ı tazyik altında bırakmaya çalışmak, Filistin İslami direnişini ve şehidlerini çiğnemekten başka bir anlama gelmeyecektir...
Hamas ile El Fetih arasında "diyalog" adı altında Kahire"de Mısır İstihbarat bakanının nezaretinde uzun süre devam eden görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. Zira, burada Hüsnü Mübarek yönetimi Hamas hareketine karşı belli dayatmalarda bulunuyor, Hamas hareketini, uluslar arası ve bölgesel birtakım güçlerin hazırladığı paketleri kabule zorluyordu. Hamas hareketi ise buna direndi, gizli-açık komplolara gelmedi.
Çünkü Mısır rejimi El Fetih üzerinden Hamas'a kendi projesini dayatıyordu.
Bu projeye göre, Hamas'ın askeri gücü Mahmud Abbas yönetimine devredilecek, bu arada Polis gücü Mahmud Abbas'ın güvenlik güçlerinin kontrolüne verilecek. Sonuçta siyonist rejime karşı askeri direniş seçeneği ortadan kaldırılacak.
Halbuki siyonist rejime karşı askeri direniş, Hamas hareketi için taktiksel bir yöntem değil, stratejik bir tercihtir.
Bunan yanısıra seçimler ile ilgili ileri sürülen seçim yasasında, Mahmud Abbas'a kişisel takdir hakkı tanınarak, keyfiliğine yasal zemin hazırlanmak isteniyor.
Yine Hamas'a, Oslo anlaşmasını, yol haritasını -siyonist rejim ile yapılan anlaşmaları- kabul etmesi şartı koşuluyor. Yani siyonist rejimin varlığını tanıyacak.
Bütün maddeler kabul edilse bile, Hamas hareketinin siyonist rejim ile yapılan anlaşmaları kabul etmesi beklenir mi? Yani Hamas'tan kendisini inkar etmesi, diğer bir deyişle intihar etmesi isteniyor.
Ondan sonra da bunun adı "El Fetih ile Hamas arasında uzlaşma formülü" konuluyor.
Acaba, daha önce Hüsnü Mübarek"in Hamas"a dayattığını, şimdi Türkiye Cumhuriyeti hükümeti "daha soft" bir şekilde mi yapmaya çalışıyor? "Arapların lideri" Mübarek"in yapamadığını "Sevgili ağabey Türkiye" mi yapmaya çalışıyor?
Türkiye hükümeti El Fetih ile Hamas arasında gerçekten "arabulucu" olacaksa, öncelikle Hamas tarafından asla kabul edilmeyecek olan şartların Hamas'a dayatılmaktan vazgeçilmesini karşı taraflara kebul ettirmelidir.
Yani; Hamas'ın stratejik tercihi olan "direniş ve direnişin silahı"na dokunmamak, ikinci olarak da siyonist rejimi tanıma anlamına gelecek şartlar ileri sürmemek...
Filistin davasına ve Gazze direnişine sahip çıkan Türkiyeli Müslümanlar, eylem ve etkinliklerinde "Hamas"a Selam direnişe Devam" "Hepimiz Hamas"ın askerleriyiz" diye haykırırken üç temel esası da vurgulamış oluyorlar:
1- Hamas hareketi"nin ortaya koyduğu, "siyonist rejimi tanımama" ve "direnişi terk etmeme" siyaseti bizim de bütünüyle desteklediğimiz siyasettir.
2- Filistin halkının yegane meşru temsilcisi Hamas hükümetidir.
3- Hamas hareketinin düşmanları bizim de düşmanımızdır.
O halde bizler de her zemin ve vesilede, bu üç esası korumalı ve Türkiyeli Müslümanların iradesi olarak yansıtmalıyız. Bu irademizi gölgeleyecek politika ve açılımlara da fırsat ve geçit vermemeliyiz...
Siyonist rejimin kuruluşunun 62. yıldönümü dolayısıyla, Ankara"daki Filistin Büyükelçiliğinin İstanbul"da düzenlediği ve Mahmud Abbas yönetiminde Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı görevini üslenen, ancak kirli bir geçmişi, alçakça ihaneti ile tebarüz etmiş, daha bir ay öncesinde İsmail Heniyye"nin öldürülmesi için açıkça fetva vermiş Mahmud el Habbaş adlı bir hainin de konuşmacı olarak katılacağı "Nakba günleri" adlı programa gösterdiğimiz tepkinin ardında yatan temel sebep de buydu...
Bizim gösterdiğimiz bu tepkinin Filistinliler nezdinde ne anlama geldiği, Filistin İslami direniş sitelerinde yer alan haberlerde kendini gösterdi. Filistin İslami direnişinin, Hamas hükümetinin konu ile ilgili açıklamalarını da Türkiyeli müslümanlara yansıtacağız.
Bizler gelişmeleri ilkesel bir duruş ile tahlil etmek ve ona göre tavır takınmak zorundayız.
Bazı kardeşlerimiz bunu fevri ve münferid bir tepki olarak görebilirler. Ya da "konjonktürel ve defacto bazı gelişmelerin zorunlu kıldığı açılımlar" gerekçesiyle yapılanları mazur gösterebilirler.
Kardeşlerimizin iyi niyetini sorgulama ve onları töhmet altında almaktan Allah"a sığınırız. Bilakis, varlığı, emekleri, fadakarlıkları Ümmetimizin, mazlumların, özelde de Filistin İslami direnişinin gururu ve yüzakı olmuş bazı kurumlarımızın üzerine düşabilecek gölgeden duyduğumuz endişelerdir. Unutmayalım ki, tarih bize, cephelerde kazanılan zaferlerin diplomatik oyunlarla nasıl heba edildiğini öğretmektedir. Korkumuz, açılacak küçük bir gediğin, zamanla kapatılamaz noktalara varması, bizleri "gayri meşru" gördüğümüz yapıları tanıma, kırılması gerektiğini söylediğimiz elleri sıkma noktasına sürüklemesidir...
Hükümetin takip ettiği reel-politik "kazan-kazan" diyor. Biz bir taraftan Hamas"a, bir taraftan da siyonist rejime dönüp "sen de kazan" diyemeyiz. Kazanacak tek taraf vardır; o da "Filistin İslami direnişi"dir"
Bakınız,
Siyonist rejim daha dün, işgal altında tuttuğu Golan tepeleri için, Suriye ile "el öptürme" şartıyla görüşebileceğini söylüyordu. Bugün ise, yalvararak, Rusya"yı da araya sokarak "Golan"dan çekileceğim, ama sen de düşmanlarıma karşı verdiğin lojistik desteği çekmelisin" diyerek kendi güvenlik endişesini dile getiriyor. Bazı siyonistler ise Golan Tepeleri için siyonist rejime "Ver, kurtul" çağrısı yapıyor.
Siyonist rejimi bu noktaya getiren, "Arap-İsrail barış görüşmeleri" veya "yuvarlak masa toplantıları" olmamıştır. Direnişin sarsıcı gücü, caydırıcı etkisi ve kazandığı zafer, el öptürülmek istenenleri, yalvarılan konuma yükseltmiştir. Bu da bölgedeki "direniş ekseni"nin belirleyiciliği ile sağlanmıştır.
Dolayısıyla, bizim Filistin davasına dürüstçe yaklaşımımız da ancak bu "direniş ekseni"ni güçlendirmekten geçer. Bizim buradan uzattığımız el Hamas"ı bir taraftan bir tarafa çekmeye çalışmak için olmamalı!
Uzattığımız el, Hamas"ın bileğini ve direnişin mevzilerini güçlendirsin; onu siyonist düşman karşısında daha etkili, daha sarsıcı ve daha caydırıcı kılsın; ta ki bütün Filistin toprakları kurtuluncaya ve kanser mikrobu olan bu siyonist rejim tarihin çöplüğüne atılıncaya kadar"
Dolayısıyla son sözümüz Sayın Başbakan ve Dışişleri Bakanına;
"Hamas"ı da kazandırayım derken, siyonist rejimin temellerine harç dökme gafletinde bulunmayın; böyle bir gaflet, sizi altından kalkamayacağınız çok büyük bir vebal ile karşı karşıya bırakır; bu vebal size bu dünyada zilleti, öbür dünyada ise hüsranı getirir...!"
velfecr