Madem “tarihin sonu” nu konuşuyoruz, o zaman, “Kıyamet”i Mahşer günü, o “büyük diriliş günü”nü de konuşalım. “Mahkeme-i Kübra”yı, En yükse “İlahi Adalet Divanı”nı da konuşalım. Son “Temyiz” makamı orası ve o gün, ellerimiz, dillerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz, kulaklarımız; şahidlerimiz olacak. Yargılayanların da yargılanacakları, Kıralların, köleler ve biçare çocuklar karşısında hesab verecekleri günü konuşalım!
Kaçacak yer yok, sığınacak kimse de. O gün Annelerin çocuklarından kaçtığı bir günde olacağız.. Narin ve annesini, babasını, kardeşlerini, akrabalarını, komşularını düşünün. Sıla bebeği düşünün. O gün gözleri yuvalarından fırlayacak olanlar Gazzeli bebekler değil, onlara o zulmü yapanlar olacak. O gün, İlahi adaletin tecelli edeceği gündür. O gün uyandırıldığımızda, ilk katil ve ilk maktul, Hak dava uğruna canına kastedildiği için belki de ilk şehid olan Habil ve kardeş katili Kabil, 1,5 gün önce dünyadan göçtüklerini zannediyor olacaklar. Elleriniz, dilleriniz, ayaklarınız, gözleriniz, kulaklarınız aleyhinizde şahidler. Çünkü onların bizim değil, bize emanet edilen organlardı. O gün her şey adil şahidlik için oradalar.. Gizledikleriniz, kapalı kapılar arkasında, kozmik odalarda fısıldaşarak konuştuklarınız, şifreli telefonlar ve güvenli hatlardan gizli yazışmalar ve haberleşmeler, hepsi kayıt altına alınıp önünüze konulacak.
O gün kahraman zannettiklerinizi ne kadar kahraman, hain zannettiklerinizin ne kadar kahraman olduklarını göreceğiz de kendi nefsimizin belasından kaçacak yerimiz, duyacak mecalimiz olacak mı? Kardeşler, komşular, akrabalar, ortaklar, patronlar ve işçiler, hükümdarlar ve ömrünü zindanlarda geçirenler, katil ve maktul aynı yerdeler. Birazdan kapılar açılacak ve bizin ayaklarınız bizi ya cennet kapısına ya da cehennemin kapısına götürecek.
İnsanların çoğu hüsranda olacak o gün. İstisna olarak, iman edenler (Gerçekten, Allaha, resulüne ve kitabına, Amentü esaslarına şüphesiz bir imanla ve sadakatle bağlı olanlar), amel-i salih olanlar (aklı ile vicdanı, insanlarla teşrik-i mesaisi ve tabiatla ve fıtratla ilişkisi rızaya uygun olduğu için Allah’la barışık olanlar), hadiseler karşısında zor günde ve kolay günde, her zaman, her şart ve her hâlükârda, Allah’ın (cc) bizi mallarımızla, canlarımızla, sevdiklerimizle artırarak ve eksilterek imtihan ettiği o günde, sabredenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna, herkes hüsrandadır. (Amenna ve saddakna). Zaman’ın Rabbine yemin olsun ki bu böyle.
Hz. Dâvûd’un, “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle...” misalinden çıkartmamız gereken dersler var. Bir kişi bir malın 99’una sahip olsa da, kardeşinin bir koyununu istemesi insanların bitip tüketmek bilmeyen ihtirasına bir örnektir. Sad suresindeki Hz. Davud’un hakemliğini konu alan ayette, insanların bencilliği anlatılır ki, ondan sakınalım diye. Kardeş bile olsalar insanların mal konusundaki sahib olma ihtirasının ne kadar büyük olduğu bu misalle anlatılırken, bu iş “zulüm” olarak tanımlanır. Biz bu konuyu, bir kişiyi kendi partisine, cemaatine, kendi müşterisine katmak, kendi cemiyet, dergâh, takımına dahil etmek şeklinde de anlayabilirsiniz. Kitap’da, bu konudaki ihtilaflarda Hakkına razı olanların, adil davrananların çok az olduklarını Kur’an-ı Kerim bize şu şekilde anlatır: “Ama onlar da o kadar az ki!” Ayet çok açık, haksız. Bir talebte bulunan kişi, kardeşini makul ve mantıklı bir gerekçe ile aslında ikna ediyor, ama onlar yine de ihtilaflarını hakeme götürme konusunda itiraz etmiyorlar. Her ikisi de mü’min. Aslında onlar bize bir ders vermek için görevlendirilmiş iki melekti. (İsterseniz Sad 21’den sonraki ayetlere bir de bu gözle bakın)
Evet, gerçekten merak ediyorum, İslam ülkelerinin askeri komutanları, istihbaratçıları, polisleri, askerleri, korucuları, bekçileri, Onların amirleri, memurları Haram ayları biliyorlar mı? Mesela bu gibi konuların kendileri için bir imtihan konusu olduğunu biliyorlar mı? “Havf fıkhı” ve bu fıkha göre, ibadet konusunda bilgileri, uygulamaları var mı? Yoksa onlar Allah’ın yardımı olmadan kendi başlarına her istedikleri şeyi yapıp, ümid ettikleri sonuca ulaşacaklarını mı sanıyorlar?
Maliye Bakanı ve ona emir verenler, ya da Merkez Bankası, BBDK falan, onlar NAS ve RİBA’dan ve Enflasyon’dan, yani karşılıksız para basmaktan hesaba çekildikleri gün ne yapacaklar. TUİK başkanı, açıkladıkları veriler konusunda olaylara, kişilere, zamana ve mekâna adil şahidlik konusunda sorgulandıklarında ilahi adalet divanında ne diyecekler.
O GENDER i kimlik kartımıza yazan, azdıran İçişleri Bakanları, bürokratlarının cevabı ne olacak, o günkü divanda sorgulandıklarında. MEB’in karar vericileri ve uygulayıcıları, o müfredat ve uygulamadan hesaba çekildiklerinde ne cevap vereceklerini hazırladılar mı?
İnanın asliye ceza mahkemesinden bir dava için çağrılsalar, elleri ayaklarına dolaşır. İlahi Adalet divanı için kimsenin kılı kıpırdamıyor. O herkesten korkanlar, Allahtan hiç korkmuyorlar sanki. Dünyadaki makam ve maaşları için her şeyi yapanlar, o gün azabtan kurtulmak ya da cennetteki makamı için insansı özel emeklilik pirimi kadar bile ödeme yapmıyorlar ve hazırlıkları da yok. Sanki o gün hiç yokmuş, ya da gelmeyecekmiş gibi davranıyorlar.
O, çocukları annesiz, dede ve nineyi sahipsiz bırakan Aile Bakanları ve Kadın derneklerini KADEM’cileri, bana 80 ilde dava açan AKP’li il başkanlarını filan da görmek isterim o gün. Ben o günkü savunmamı bugünden yaptım. Bugün suçlandığım ifadelerimin de bugün olduğu gibi o gün de önümde olacak. Değil mi ki, o yazıyı yazarken aklımdan ve kalbimden geçenleri Allah biliyor. Ve söz salim akıllardaki karşılığı da zaten çok açık ve net değil mi? O gün görmek isterim, onlar o İstanbul sözleşmesi, Lazanrote konusunda yapıp ettiklerini savunurken ne diyecekler? Onlara hatırlatıyorum, bakın “ana okulunda ana, huzur evinde huzur yok” O çocuklarını ana okullarına mahkûm ve mecbur bırakan çocuklar, kendilerini terk etmeseler bile, onları ana okullarına bıraktıkları gibi, onlar da ana babalarını huzur evine mahkûm ve mecbur bırakacaklar. Bu dünya etme-bulma dünyasıdır ve tabii bir de bunun öbür dünyası var.
Sağlık Bakanlarını, Tarım Bakanlarını, İklim Bakanlarını, Sanayi Bakanlarını, Ulaştırma Bakanlarını, Turizm Bakanlarını, Spor bakanlarını uyarıyorum, o büyük gün için savunmanızı hazırlayın. Kendi sorumlulukları için kişileri, toplumun vebali noktasında siyaset ve STK, her türlü cemiyet ve cemaati, media mensuplarını, Akademisyenleri, Sermaye sahiplerini ve tabii en başta kendi nefsimi uyarıyorum. Suçlarını, günahlarını, gizlediği şahidliklerini itiraf edip, tevbe istiğfar edecek kimse yok mu? “Kul hakkı”na girenler, tevbe etmeden önce kamu malı, mülkü, makamı üzerinde tasarruf bulunanlar, ne zaman tevbe edecekler. Yoksa “kul hakkı”nın kendileri açısından bir değeri yok mu? O Hakkın gasbı ateştir, yakar! O gün bütün bunlar zerre-i miktar hayır ve şer işlere yapanların amellerinin tartıldığı ve karşılıklarının eksiksiz olarak, iyilik ve güzellik yapanların ayrıca ödüllendirildiği bir güne ne kadar hazırsınız. Unutmayın, o gün kim bilir yarındır. Azrail’le randevunun zamanı beşerin ajandasında yazmaz.
Siyasiler, Global Reset sorulduğunda, CoVID-PCR sorulduğunda, 5G sorulduğunda, LGBT sorulduğunda, İKLİM yasası sorulduğunda, Karbon ayak izi sorulduğunda, TransHumanizm sorulduğunda, Chemistrail sorulduğunda, GAZZE sorulduğunda, Nesnelerarası iletişim sorulduğunda, Karbon ayak izi sorulduğunda ne diyecekler. Satanist, Pedefolik, Siyonistlerle niçin STRATEJİK ORTAK, DOST, MÜTTEFİK olduğumuz sorulduğunda kim ne cevap verecek. Bu cevabı biz bugün öğrenemeyeceksek, bizden şahidlik istendiğinde söyleyeceklerimiz onların lehine olmayacak, bunu bilmiyorlar mı?
Bugün, birilerini algı operasyonları ile bazı şeylere ikna etmek zor değil. Değil mi ki, zaten onlar akıllarını kullanmadıkları için üstlerine pislik yağacak. Kafalarını kiraya vermişler. Gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Algı operasyonları ile insanları bu hale getirenler yok mu, o gün onların hesabı çok çetin olacak. Unutmayın “(…) çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azap vardır. (Sad 26). Bu anlamda şu uyarıları da buraya not düşeyim: DİNLE EY İSRAİL! “... Zulmetmekte olanlar, nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır" (Şuara 227) İSLAM ÜLKELERİ YÖNETİCİLERİ, SİZ DE DİNLEYİN: "Onlar ki müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet mi arıyorlar? Hiç şüphesiz, izzetin tamamı Allah’a aittir." (Nîsa 138- 139)
Hz. Süleyman Kendine getirilen güzel atları görünce Rabbine şükretti. Onlar cihad için bir imkandı ve o atlar çok değerli atlardı. Akşam vaktine doğru, o atları tekrar görmek istedi. Gönlü atların güzelliğinde kalmıştı. Dünyevi mal ve imkana gönlü kaydığı için tevbe edecektir. Aynı şekilde kendinden sonrası için mallarını yönetecek bir çocuk isteyecek ama onun yatağına ölü bir çocuk bırakılacaktır ki, kimse asıl güç ve kuvvet sahibi olan Allah’ı değil de dünyevi güç ve imkanları öncelemesin diye dünyevi imkanlar üzerinden bir uyarı söz konusu o ayetlerde. Ki bunu Talud-Calud örneğinde de görüyoruz. Tanrı Kıral İddiasındaki Goliath’ın 100 binlik ordusu karşısında nehri geçen sadece 301 kişi var. Zafer ergenlik yaşındaki Davud’un elindeki sapan taşı ile geldi. Allah’ın (cc) iradesini gerçekleştirmek için kimseye ihtiyacı yok. İcabında bir örümcek de yeter. O da olmasa da olur. Allah (cc) bir şeyi murat ettiğinde onu sebebleri ile birlikte halkeder. Selam ve dua ile.