Cumhuriyetin resmi tarihi isyanlarından söz eder bize. Bu isyanlar, Cumhuriyet rejiminin, resmi tarihin çizdiği aydınlık resmine karşı karanlık yüzleriyle itiraz eden yobazların marifetidir. Yobazlar dedikleri bu milletin dedeleri, nineleridir de aynı zamanda. Resmedilişleri, tam bir sosyal Darwinizm projesi gereği “değiştirilmesi gerekenler” olarak tezahür eder. Eskide kalmış, çarpık, yanlış, hatalı ve dolayısıyla düzeltilmesi gereken, olmadı yok edilmesi gerekenler listesinde yerlerini almış oluyorlardı böylece. İsyanlar Cumhuriyetin kuruluşunun ani tabiatına, yönetici elitin zorlayıcı tavrına, bir çok yerde halkın tabiri caiz ise gelişmelerle şok yaşıyor olmasına bağlıdır. Batıya karşı verilmiş olan ve henüz kendi vücutlarındaki ve gömdükleri şehitlerin kabirlerindeki kan kurumadan, gazi bir millet karamsar bir şaşkınlık içindedir. Emperyalizmi Müslüman topraklarından defeden milli irade şimdi emperyalizmin tam da merkezi olan Batının peşine düşmüştür. Hem de kayıtsız şartsız. ABD’nin yirmibirinci yüzyılda İsrail devletiyle olan resmi ilişkisinde her daim “kayıtsız şartsız” bir destek, yakınlıktan söz edilir malumunuz, işte ifade olarak insana tam da bunu hatırlatan bir şekilde kayıtsız ve şartsız bir başka deyişle her ne olursa olsun, her şart altında, her halükarda Avrupalılaşmak zorunda olan bir cumhuriyet Türkiyesinden söz ediyoruz bu noktada.
İşte bunun şaşkınlığı ve bir yöne doğru giderken veya gittiğini zannederken tam da ters istikamete dönerek o yönde koşar adımlarla yol almaya “zorlanmanın” getirmiş olduğu şaşkınlık, şok ve öfke ile yükselen isyan sesleri bahsettiğimiz. Herkesin kendi derdine de düştüğü bir dönem bir taraftan da. Çıkarların birbiriyle çatıştığı, böyle olunca da kaos ortamından istifade etmek isteyen şer güçlerin bir bir pıtrak gibi yerden fışkırdığı bir ortam. Bunların arasında yükselir İskilipli Atıf Hocanın itirazı mesela. Kazım Karabekir’in kaderini İstiklal Mahkemesi’ne yönlendiren itirazı da. Mehmet Akif Ersoy’un isyanı da. Küsüp kendini Kahire’ye sürmesi de bunun sonucudur. Gördüklerini gözleri kaldırsa bile ince ruhunun kaldıramayacağı kadar ağır olduğu içindir muhtemelen. Şeyhül İslam Mustafa Sabri ile orada kesişen yolları da… Liste uzun anlayacağınız.
Rejimin ürettiği resmi tarihi inceleseniz kiminde gizliden gizliye kiminde ise açıktan açığa işlenen bir “profilleme” ile karşılaşırsınız. Buna göre, bahsedilen geri kafalıdır, dar görüşlüdür, tutucudur, gericidir, irticacıdır, vatan hainidir vesaire. Bir Şeyh Said İsyanı vardır resmi anlatıda mesela. Kürt isyanıdır diye geçer literatürde. Oysa Şeyh Said’in Kürt olması ihmal edilemez bir gerçekken o bir Müslüman’dır, derdi olan bir dindaş. Ondandır ki olan biten bazı şeylere dur diyebilmek derdindedir. Şeyh Said, irticacı Said olmak yerine Kürt Said olarak tarihte çerçevelendirilince rejimin kullanımına daha yatkın bir tarihsel figür haline getirilmiştir. Böylece parçala ve yut siyasetini işlevselleştirmiştir rejim. Kimine yobaz, kimine Kürt diyerek Müslümanları bölmek rejimin de işini kolaylaştırmıştır.
Oysa hepimiz birdik, beraberdik. Farklılıklarına rağmen, derdi olan insanlardık. Şimdi kardeş kardeşe nasıl düşüyoruz. Sormalıyız.
yeniakit