Öyle yazmıştım, “Maratonda parkurda aynı hizaya gelmişiz, aynı yarışı yaptığımızı, aynı kilometreleri koştuğumuzu düşünüyoruz, ama tur bindirilmiş İslam toplumları üzerine….”
Meselemiz, “Bu açık nasıl kapatılacak?” sorusu ile ilgili…
Olimpiyatlarda gördük, bazı yarışlarda dünya rekoru saliselerle kırılıyor. Bir salise daha hızlı koştun, rakibini geçiyor, dünya rekoru kırıyorsun. 1-2 Santim yüksek atladın, dünya rekoru kırıyorsun. Saliselere ya da santimlere önem vermeyenin bu yarışlarda yeri yok.
Ne dersiniz, bizim için de zaman bu kadar değerli mi?
Ne dersiniz, İslam toplumları olarak farklı ülkelerle yarışmalı mıyız? Yoksa kim nereye giderse gitsin, bizler “Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın” modunda yaşamaya devam mı etmeliyiz? Bize dokunmaz nasıl olsa ateş?
Mesela Türkiye G-20’ler içerisinde yer alıyor. Burada yer almayı önemsiyor. 17’inci sıradaydı, 2013’ten bu yana gerilemeler yaşadı, 19’uncu sıraya düştü. G-20’ler dışına düşmek herhalde çok üzer Türkiye’yi. Mümkün olsa G-7’ler içinde olmayı isterdi kuşkusuz. Nasıl olacak o?
Bu ekonomi alanı.
Ekonomi ile birlikte bilim var, teknoloji var, insani gelişme var… Kişi başına düşen gelir insan ufkunu etkiliyor. Oralarda ne durumdayız?
Ben zamanın değerinin altını bir kere daha çizmek istiyorum.
Aslında ömür emanet bize. İnanç değerlerimiz bu bilinci oluşturur. Ama o bilincin oluşabilmesi asıl problemimiz. Saniyelerin - saliselerin kıymetini biliyor muyuz? Günün, haftanın, ayın, yılların kıymetini biliyor muyuz? 20 yıl geçmiş mesela, eğitim meselesini çözememişiz. O 20 yılı nasıl geri getireceğiz?
İlk ve orta öğretimde 18 milyon çocuğumuz – gencimiz eğitim görüyor. Diyorum ki eğitim sohbetlerinde, her derste on dakika boş geçse, çarpın 18 milyonla, nasıl bir zaman öğütülmesi çıkar ortaya?
“Hadi gelin biraz vakit öldürelim” sözcüğünün gelişi güzel kullanıldığı arkadaş ilişkilerinde hayatımızı öldüre öldüre ilerlemek varken, saniyelerin hesabı mı olur?
Osmanlı döneminde başladı açık. Asırlar geçti; kapatamadık, kapatamadık, kapatamadık.
İşin kötüsü açık büyüyor, çünkü bilimsel – teknolojik gelişmeler kısa süreler içinde müthiş bir hızla ilerliyor.
Diyor ki geleceği kurgulamaya ya da okumaya çalışanlar, İslam dünyası bu defa da zamanın dışına düşecek… Bizim coğrafyalarımızda böyle bir ihtimalin üzerinde düşünen, dertlenen var mı, ne dersiniz?
Korkularımız var, acaba zihinlerimiz küresel bir düzenin tutsağı haline mi gelecek? Çocuklarımızın geleceğinden korkuyoruz.
Biz bir şey yapsak ya. Bir küresel oyun varsa, o oyun bizi de tehdit ediyorsa, o oyunu bozacak bir hamlemiz olsa ya…
Bunların hepsi diyelim ilim – teknoloji yarışında mesafeyi kapatmakla ilgili. Nasıl kapanacak o mesafe?
Bizim değerlerimiz var kuşkusuz, insani değerlerimiz, ilahi değerlerimiz, ama onları sunmak için bile çağın araçlarını kullanmak zorunluluğu var. Zihinlere hükmedilen bir çağda, çocuklarımızın zihin – kalp dünyası nasıl korunacak? Kaldı ki, kendi değerlerimizin kendimizin kişilik inşasında ne kadar etkili olduğu da sorgulamaya değer. Ne kadar hukuk hassasiyetimiz var, ne kadar ahlaklıyız, ne kadar kul hakkı gözetiyoruz vs.
Bu durumda kendi başımızın derdine düşsek yanlış olmaz.
Türkiye bir hamle yapabilseydi, diyor insan. 20 yıl büyük imkandı, diye düşünüyor insan. Bu 20 yıl içinde en problemli alanın eğitim, kültür, gençlik, aile olmasına hayıflanıyor insan.
İçinize dert taşıdım, biliyorum. Paylaşalım ve çözümleri birlikte arayalım diye.