Materyalizmin temeli olan ‘Atina sitesi’ne karşı, İslâm’ın ‘Medine...

Selâhaddin Çakırgil

Materyalizmin temeli olan ‘Atina sitesi’ne karşı, İslâm’ın ‘Medine-t-un’Nebîsi, Peygamber Sitesi

Yesrib, Hz. Peygamber’in Hicret’inden hemen sonra, kısa sürede, ‘Medine-t-un’Nebî’ye dönüşür..

Müslümanın dünyası ilk kez, bir bütün olarak bu site devletinde şekillenir..

Materyalist dünyanın hayat ölçüleri ‘Atina şehir devleti’ndeki temel anlayışa göre şekillenir..

Bizim medeniyetimizin temelinde de, bir ‘şehir devleti’ vardır, ‘Medine Şehir Devleti..’

‘Medine-t-un’Nebî..’  Ve, bu ‘şehir devleti’,  Kur’an’ın hedeflediği sosyal hayat tarzının kurulabilmesi için ilk modeli oluşturmaktadır..

Yesrib’den Medine’ye geçişin başlangıç noktası da, Hicret’tir..

**

Hicret-i Nebevî.. Ve bu hadise, müslümanın hayatının şekillenmesinde o kadar önemlidir ki, gerçekte bütün beşeriyet tarihini dolduran İslam tarihinin, İlahî Peygamber’lerin sonuncusu olan Resul-i Ekrem(S)’in bu Hicret’i, bizim bu son tarih dönemimizin şekillenmesinde başlangıç noktası kabul edilmiştir..

Ve, bugünler Hicret’in -355 günlük Ay Yılı’na göre-, 1437’nci yılının başlangıç günleri.. (365 günlük Güneş Yılına göre de 1394’ncü yılda..)

*

Merkezinde ‘Atina site-devleti bulunan bütün beşerî mektebler ve temelde materyalisttirler ve bu anlayışın temelinde de, ‘insan insanın kurdudur’  (homo hominu lupus) veya ‘insan insanın tanrısıdır’anlayışı yer alır..

Atina Site Devleti’nde temelde iki tip insan vardır: Hür olanlar ve Köleler..

Hürr denilenler,  öteki bütün insanların yaşama hakkını da kendi tekelinde bulundurmak istemektedirler..

Nitekim, ‘demokrasi’nin ilk beşiği sayılan antik Atina’da, 16 bin kadar hür insan vardı ve 250 bin kadar daesir-köle!. 

Ve tabiatiyle, esir ve kölelerin oy kullanma hakkı yoktu..

Toplumu, ancak o ‘hür insanlar’ yönetiyordu, tabiatiyle..

Bugün de emperyalist ve materyalist dünyaların kendilerine ve diğer insanlara ve dünyaya bakışlarının temelinde, kendilerini ‘hür ve üstün’, diğerlerini ‘aşağı ve köle’ gibi gören, ‘egoist, bencil/ hodbin’ (sadece kendini haklı gören) bir anlayış vardır..

Bizim dünyamızın temelini oluşturan İslam ise, insanı, Allah’tan başka her türlü ilah fikrini, tasavvurunu reddetmeye çağırıyor..  ‘Lailaheillallah’ın aslî sırrı budur.. Yani, bir ‘cihanşumûl özgürlük manifestosu’..(Qûlû, ‘Lailaheillallah..’ tuflihû..) (Lailaheillallah deyiniz, felâh bulunuz, kurtulunuz..)  İşte, köleliği, hiç bir insana yakıştırmayan, herkesi özgür olmaya çağıran bir anlayış..

Evet, İslam bütün insanların Hz. Âdem’den geldiğini, Âdem’in ise topraktan yaratıldığını; bütün insanların hürr ve eşit yaratıldığını ve bütün köleliklerin ve eşitsizliklerin insanın kendi zulmü olduğunu telkın ile, buesaret ve eşitsizlikten kurtulmanın kurtarıcı reçetesini sunar..

İşte, Atina site devletinin temel değerlerinden, Medine-t-un’Nebîye, yeniden kurulacak bir dünya düzeninin örnekliğini oluşturmak içindir Hicret....

İslam, insanın kurtuluş ve özgürleşebileceğinin formülünü sunar.. Bunun bir yansıma tarzı da,‘digergâm’/ (başkalarını da düşünen) bir anlayış- yaşayışdır. 

Materyalizmin insana sunduğu ‘egoist, hodgâm’ anlayışlara karşı, İlahî nizamın formülü, ‘digergâm’dır; diğerlerinin de haklarını düşünmek!..

*

Evet, bir de bu açıdan bakalım, Hicret eylemine..

‘Hicret’  kelimesinin kökü, -tekrarlayalım- ‘hicr’dir..

Hicr, yani,  ayrılık, firâq.. Mahbubdan firâq,  sevgiliden / sevilenden  uzak kalmak..

Hicran..  Gözyaşı.. Kalb sancısı..

Sevdiğiniz her ne ise ondan ayrı düşerken, hicran duygularına, kalb sancılarına giriftar olur ve gözünüz yaşarır.. Ona yeniden kavuşmanın hayalini yüreğinizde taşırsınız..

‘Hicret’, ne yapacağını bilmeden savrulmak ve çaresiz kalıp firar etmek hiç değildir.. Hicret, daha ileri atlayabilmek için geri çekilmek ve hasmın oyunlarını bozmak şeklindeki kararlılık eylemidir..

‘Hicr’  kökünden gelen ‘tehcîr’in de, zorla göç ettirmenin de, ne büyük acılarla gerçekleştiğini, tehcîr’e uğramış kitlelerin acı destanlarından anlayabiliriz..

Hz. Âdem’le Havva’nın Cennet’ten dünyaya uzaklaştırılması da bir tehcir-i ilahî  idi...

Hz. İbrahîm de kendisini Nemrud’un, ‘Sen benim hükümranlığıma müdahale ediyorsun..’  diyerek ateşe atmak istemesi üzerine, ’Ben Rabbime doğru hicret ediyorum’ (Ankebut, /26) diyordu..

Bunun gibi daha pek çok ve çeşitli hicret’lerinden sözedebiliriz..

Evet, coğrafi, fizikî coğrafyadan ruhî coğrafyaya, Hicret..

Ferdden cemaate... Cemaatten devlete..  Nefsten kalbe..

*

Hicret, enbiyaullah’ın yol arkadaşlığına tâlib olabilmek, o çileli yolculuğun ağır şartlarını zevk edinebilmektir..

Fizikî coğrafyanın ve sosyal hayatın menfaat dengelerine göre oluşturulmuş değerlerinden, ’mutlak değerler sistemi’ne, acıları göze alarak yönelme cehdidir, Hicret..

Fizikten metafiziğe, kabuktan öze, maddeden ruha, inkardan imana, cehaletten ilme; zanndan yaqîneHicret.. 
Hz. Îsanın zâlimlere boyun eğmektense, çarmıha gerilmeyi göze alabilmesidir, Hicret..

Hz. Huseyn’in, zamanının en katı zulüm güçleri önünde eğilme talebini, ‘Heyhat minnezzilleh..’ (Zilleti kabul edenlere yazıklar olsun..)’  diye reddederek, Medine’den yola çıkıp Mekke’ye ve oradan da, kocaman Hicaz Yarımadası’nın o uçsuz bucaksız çöllerini, o günün şartları içindeki binbir müşkülatla aşmak azmiyle Kûfe’ye doğru yola çıkması ve Kerbela’da katledilmeyi göze alması eylemindeki kararlılıktır..

Hicret, kişinin kendi içinde kendi aklıyla, kendi eliyle oluşturduğu ya da sosyal hayat tarafından kendisini kuşatan zindanı yıkma eylemidir.. Ve,  Hicret, bir zahmet değil, rahmettir..

Nitekim, Kur’an bu mânalara işaret ediyor..

‘(...) Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar; benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler.. Andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim,  ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım..’ (Âl-i İmran, 195)

’Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde yerleşecek çok yer ve bolluk bulur. Kim, evinden Allah’a ve Rasülüne muhacir olarak çıkarsa, sonra da ölüm kendisine erişirse, muhakkak onun sevabı Allah’a düşer.’ (Nisâ 100)
‘Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; Âhiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı. Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.’(Nahl, 41-42)

’Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken, ‘Ne işte idiniz?’ derler.  Onlar da, ‘Biz yeryüzünde zayıf sayılan kimselerdik.’  derler. (Melekler de): ‘Allah'ın arzı geniş değil miydi? Oraya hicret edeydiniz ya!’ derler. İşte onların barınağı Cehennem’dir. O ne kötü uğranacak bir yerdir. (Nisâ,97)

*
Resul-i Ekrem (S)’den gelen bir rivayete göre de, ‘Allahın yasakladığı şeylerden uzaklaşmaktır Hicret.’ (Buharî, Vahy, hadis no: 10)

Tekrarlıyalım: Hicret, bir kaçış değil, zulümden adâlete, sığınma eylemi..

Mümin insan cihetlere sığmaz.. İlâ’y-ı Kelimetullah bayrağını yüceltmek ister, bu da topraktan sıyrılmayı, gönlünü çamurdan, taştan  temizlemeyi gerektirir.. Dayanacak bir yer olarak bir ülke veya vatan da gereklidir,  elbette; ama, inanç mı toprak içindir, yoksa  toprak  mı inanç içindir? Ve vatan, neresidir?

Bu sualin cevabı, ‘Vatan neresidir?’e vereceğimiz cevaba göre değişir.. Said Halîm Paşa‘muselman nazarında vatan, inancının hayata hâkim olduğu yerdir..’ diyordu.. Bu mânada bir ‘vatan’dan hicretetmenin mantığı yoktur..

Hicret, vatanı belli coğrafyalara mahkum etmeyen ve cihanşumûl bir kavrayış veren bir eylemdir.. İslam’ın; bir coğrafyaya, bir ırka, bir mezhebe ve bir ülkeye hapsedilemeyeceğini göstermek ve gerektiğinde, Tarıq bin Ziyad gibi gemileri yakabilmektir Hicret..

‘Bizim vatanımıza dönmemiz için gerekli olan gemileri ateşe verdin!..’ diye diklenenlere, ne demişti o:‘Siz, müslüman değil de; suya, havaya, rüzgara, çamura mı tapıyorsunuz, yoksa?’

*

Sohbetimizi bir hikmetli sözle noktalayalım:

Birileri bir ârif zâta gelip, bir kişi hakkında, iddialı beyanlarda bulunur:

-Efendim, filanca kişi, su üzerinde yürüyor diyorlar..

*Yürüyebilir.. O kadarını Karabatak da yapıyor ve yürüyor su üzerinde..

-Efendim, o kişi havada da uçuyormuş..

*Uçabilir.. Karga da uçuyor.. 

O kişi, kendi kalbine sefer edebiliyor mu, onu söyleyin.. Asıl zor olan, budur!’

*

Evet, başka topraklara, başka iklimlere sefer etmeden önce, kendi kalbimize sefer edebilmektir, Hicret..

*

Düşünce ve duygularımızı Hicret ikliminin atmosferine uyarlamamız dileğiyle..

*

dirilişpostası