Siyonist rejim güçlerinin 31 Mayıs 2000 tarihinde Mavi Marmara özgürlük filosuna yönelik gerçekleştirdiği barbarca saldırıda şehid olanlardan Çetin Topçuoğlu anısına Adana Çetin-der tarafından bir anma programı düzenlendi.
Kapalı spor salonunda düzenlenen anma programında bir konuşma yapan Nureddin Şirin, İslam şehidlerinin Müslümanlar üzerinde iki hakkı olduğunu belirterek, "her bir şehid, kanı ile ümmeti iki noktada borçlandırır; birincisi, vefa borcudur, ikincisi ise şehidin kanının hesabını sorma borcudur. Bugün burada bizler kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla aziz şehidlerimizi anmak için toplandık. Bugün burada sadece Çetin Topçuoğlu'nu değil, tüm Mavi Marmara şehidlerini, tüm Filistin ve Kudüs şehidlerini, dünden bugüne kendilerini Allah yoluna kurban sunan bütün şehidlerimizi, bu ülkeden çıkıp da dünyanın birçok yerinde işgal altındaki İslam topraklarını savunmak için haçlı işgalcilere karşı savaşta şehid düşen bütün şehidlerimizi anıyoruz. Bizler Hz. Resulüllah'ın buyurduğu gibi, şehidlerimizi selamlayarak "selamlar olsun size, ey Allah yolunun şehidleri! Selamlar olsun size ey Allah'ın dininin yardımcıları! Selamlar olsun size, ey Allah'ın şiarlarını savunmak için kendilerini kurban verenler!" diyoruz. Biz aynı şekilde burada şehidlerimizin ailelerini de selamlıyoruz" dedi.
Konuşmasında Uhud savaşından örnekler veren Şirin, Amr Bin Cemuh adlı yaşlı bir sahabinin iki oğlu ile birlikte Uhud meydanında şehid olmasına değinerek şöyle dedi:
Amr Bin Cemuh adlı yaşlı bir sahabi iki oğlu ile birlikte Uhud cephesinde müşriklere karşı savaşmış ve şehid düşmüştü. Uhud'da Müslümanların ağır yara aldığını duyan Medineli hanımlar Uhud meydanına doğru koşmaya başlamışlardı. Bunlardan biri de Amr bin Cemuh'un hanımı Hz. Hinde idi. O yanına bir deve alarak Uhud meydanına vardı. Meydana geldiğinde önüne çıkan sahabelere ilk sorduğu soru; "Resulüllah yaşıyor mu?" olmuştu. Hz. Resulüllah'ın selamette olduğunu öğrenen Hz. Hinde büyük bir sükünet ve huzur içerisinde Meydanı dolaşmaya başladı. Bir yerde şehid olmuş eşini, başka bir yerde de şehid olmuş iki oğlunu buldu, sahabelerin yardımıyla onları devenin üzerine yerleştirdi ve üzerlerine bir de örtü atarak, Medine'ye doğru yöneldi. Bu kez başka sahabe hanımları onu gördüler ve devesinin üzerinde ne olduğunu sordular. O da eşi ve oğullarının olduğunu söyledikten hemen sonra, "Resulüllah yaşıyor, Resulüllah yaşıyor!" diyerek sevincini dile getirdi" Yani bu sahabe hanıma göre, Hz. Resulüllah'ın esenliği bütün acıları örtüyor ve unutturuyordu"
Bugün de bu ülkemizin dört bir yanındaki eşler, kardeşler, oğullar, babalar Kudüs'ün özgürlüğü uğruna verdikleri kurbanlarının ardından "Allah'ım bu kurbanımızı kabul et! Biz bu kurbanımızı mübarek ve mukaddes kıldığın Kudüs'ün özgürlüğü için sana sunduk!" diye dua ediyorlar. Bugün burada Mavi Marmara şehidlerinin aileleri var, eşleri, kardeşleri oğulları var. Onlar üzgün değiller, yüzlerinde bir sevinç, gözlerinde bir gurur var. Çünkü onlar Mavi Marmara içinde eşlerini, kardeşlerini, oğullarını ve babalarını Kudüs uğrunda Allah'a kurban vermenin onurunu ve kıvancını yaşıyorlar. Zaten bugün burada düzenlenen bu anma programı bu gururun, bu onurun ve bu kıvancın azametli bir göstergesidir."
Mavi Marmara şehidlerin kanlarının yerde kalmayacağını ve bunun hesabının er geç bir gün ve en şiddetli bir şekilde sorulacağını söyleyen Şirin konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şehidlerimizin kanları yere düşünce bütün dünya Müslümanlarının ve biz Türkiyeli Müslümanların boynuna büyük bir yük ve büyük bir görev bindi. Bu görev bu şehidlerin kanlarının hesabını katillerden sorma sorumluluğudur. Rabbimiz kitabında bu Yahudileri "insanlar arasında müminlere karşı en şiddetli düşman" olarak tanıttı. Nitekim bu azgın Yahudiler de Mavi Marmara saldırısı ile bu yüzlerini bir kez daha gösterdi. Yine Rabbimiz Kur'an'da, Müslümanlara saldırıp kanlarını dökenlere karşı nasıl davranılacağını bize öğretiyor, yani boynumuza yüklenen görevi hatırlatıyor. Rabbimiz Bakara süresinin 144 ayetinde buyuruyor ki, "kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın" Rabbimiz burada saldırganlara karşı misli ile mukabele yapılmasını buyuruyor"
Bu ne demektir? En büyük düşmanımız yahudidir. Bu noktada, Kudüs'ün özgürlük mücadelesi önceliğimizdir, ümmetimizin merkezi davasıdır. Gözümüzü yahudinin üzerinden kaldırmayacak ve ellerimizi bu katillerin yakasından bir an olsun bırakmayacağız.
Siyonistler nasıl ki kurşunlarını namlularına doldurup kardeşlerimizin alınlarına ve göğüslerine boşalttılar; Müslümanlar da kurşunlarını namlularına doldurup Peres'lerin, Netenyahu'ların, Barak'ların, Aşkenazi'lerin, bu azgın terörist yahudilerin alınlarına ve göğüslerine boşaltacaklar. Sadece oturup konuşmak, yazı yazıp slogan atmakla bitmez bu görev. Siyonistlerle Kur'an'ın diliyle konuşmak gerekiyor; bu kan içici katillere karşı Kur'an'ın buyruğuyla hareket etmek gerekiyor. Şimdi birileri kalkıp bunun adını "terör" koyacak. Birileri kalkıp bu sözleri söyleyenleri "terörist"likle suçlayacak. Aynı Şeyh Ahmed Yasin'leri, Salah Şehade'leri, Abdulaziz Rantisi'leri de "terörist" ilan ettikleri gibi. Biz Müslümanlar ise, birilerinin ne dediğine, nasıl suçladığına bakarak hareket etme durumunda değiliz. Kur'an'ın ne dediğine bakarız. Başkaları "durun" dese de, Kur'an açıkca "vurun" diyor. Mavi Marmara ile ilgilenen herkese Kur'an'ın hükmü açıktır: kardeşlerinizi vuranları siz de vuracaksınız...!
Zira Kur'an, siyonist katillere karşı misli ile mukabele edin buyuruyor! Onlar otomatik silahlarına doldurdukları kurşunları, bugün burada andığımız aziz şehidlerimizin alınlarına ve göğüslerine sapladılar. Bizim kurşunlarımız da onların alınlarına ve göğüslerine saplanacak. Şehidlere olan borcumuz da budur. Rabbimizin bizden istediği ve beklediği de budur. Mavi Marmara şehidlerini andığımız bugün Rabbimizin bu emrini hatırımızdan bir an olsun çıkarmamamız gerekiyor.
Sayın dışişleri bakanımız geçenlerde bir konferansta yaptığı konuşmada, "Filistin sorununun çözümü BM'dedir" demişti. Sayın bakan diplomasi diliyle BM'yi adres gösterse de, biz de burada, aziz şehidlerimizin ruhaniyeti önünde diyoruz ki: "Filistin sorununun çözümü ne BM'den, Ne Avrupa birliği, ne de Arap Birliği'nden geçer. Adına ister Kudüs Seriyyeleri diyelim, ister İzzeddin el Kassam tugayları diyelim, bu sorunun çözümü Filistin İslami direnişinin aziz ve kahraman mücahidlerinin namlularından geçer. Bizler de onlarla birlikteyiz ve biz de buradan ellerimizi onların silahlarına uzatıyoruz. İşte bu silah Kur'an'ın dilidir. Kur'an'ın yoludur. Kur'an'ın adresidir" Kur'an'a inananlar, Kur'an'ı rehber edinenler ve Kur'an'ın yolundan gidenler başka bir adres gösteremez. Bunun başkaca bir yolu olamaz"
Hz. Peygamberin o muhlis ve sadık sahabesi Hz. Hinde eşinin ve oğullarının şehadetinin ardından sevinçle "Resulüllah yaşıyor, Resulüllah yaşıyor!" diye haykırmıştı çünkü o Hz. Resulüllah'ın esenliğini her şeyin üstünde bilen gerçek bir iman ve derin bir şuura sahipti. Bugün ise Hz. Resulüllah (s.a.v)yaşamıyor. O halde kendimize sorup cevabını verelim; Eğer, bu katil, işgalci, gasıp rejim ortada dururken Hz. Resulüllah insanlığa tekrardan gönderilseydi ne yapardı?
Biz inanıyoruz ki; eğer Hz. Resulüllah (sa.v.) bugün sağ olsaydı, eline sancağını alır "ben bu sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah fethi onun eliyle müyesser kılacaktır. O Allah'ı ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever" dedikten sonra, Ali bin Ebu Talib gibi yiğitlerini yanına çağırarak onu Hayber'in üzerine gönderirdi"
Bugün burada aziz şehidlerimizi anıyorsak, bunun anlamı şudur:
Bizim en büyük görevimiz, zamanın Hayber'i olan bu kanser mikrobu siyonist İsrail rejimini tarihin çöplüğüne atmak için, Ali Bin Ebu Talib'in sancağını elimize alıp Kudüs orduları olarak yola düşmektir. Kısacası, Hayber'i yahudilerin başına yıkmadıkça bu yoldan dönüş yok" Nehirden denize Filistin özgür olmadıkça zülfikardan el çekmek yok. Hz. Resulüllah'a ve Kur'an'a sadakat budur. Aziz şehidlerimize olan borcumuz da budur. O halde bizim Mavi Marmara üzerine son sözümüz Seyyidimiz Nasrullah'ın şu sözüdür: "Bekle bizi İsrai, beklediğin her yerde! Bekle bizi İsrail, beklemediğin her yerde."
velfecr