Mayınlı tarlada top oynamak

Abdurrahman Dilipak

Anadolu coğrafyası dünyanın kilit taşını bağrında taşır. Doğu-Batı, Kuzey-Güney’in kesişme noktasında bir ülkede yaşıyoruz. Burası dünyanın “sıfır nokta”sı. Bunu görelim. Ve “Global reset”le birlikte “Tarihin sıfırlanmak istendiği bir zaman”dan söz ediyoruz. Bu olaylar darbe işareti mi? Bundan sonra darbe olur mu, olmaz mı? Bakın, dış destek varsa içeride birileri bunlara destek verecek olursa her şey mümkün. Cercil D’orient ve bunların türevlerine dikkat. Bu 104 amiral konusunun çok yönlü değerlendirilmesi gerek.

Kemalizm ve laiklik soslu Gezi’den miras kalan kanal karşıtlığı ve “Montrö’ye dokundurtmam” lobisinin kendi başına bir hareket olmadığını görelim. Bu işi kaşırsanız, bunun arkasından kripto BÇG ve kripto FETÖ’cüler çıkabilir. Onlar kök hücre gibi her kalıba girebilir. Birileri bunları “Mayınlı tarla”ya sürdüler. İçlerinde sıradan, dostlar alışverişte görsün kabilinden birileri de vardır. Birileri onları öne çıkarıp, konuşturabilir de.

Manzaraya bakıyorum da, bu işin arkası gelecek gibi. Bu kavga ne kadar büyür, dallanır-budaklanırsa, uluslararası sistem bundan o kadar kazançlı çıkar. Bugün olan tam da bu..

Tekrar söylüyorum. Bu süreç, bizim topraklarımızda, vekalet savaşı şeklinde, bir Atlantik, Pasifik hesaplaşmasına dönüşüyor. Bizim aklı evveller de bu mayınlı tarlada top oynuyorlar. Sonunda ölen ölür, kalan sağlar oyun kurucuların kucağına düşer. Bizim tarihimiz bu örneklerle doludur. 

Oysa bize denmedi mi, “tefrikaya düşmeyin sonra rüzgarınız kesilir”. Akif bu anlamda demedi mi “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”.

Halimiz ortada! Biz bu adamlarla mı yola devam edeceğiz, bu kafayla mı!. Bu Mediayla mı, bu Bill’in adamları mı ufkumuzu aydınlatacak. Bu İlahiyatçılar mı bize yol gösterecek, cesaret verecek! Bu siyaset mi çözüm üretecek. Daha biz CoVID’i anlamadık, anlatamadık ki! Great Reset’i anlayabildik mi, anlatabildik mi! Trans Humanizm, Neuralink, Chip, Humanoid, Klonaid, Siborg, sentetik et, sentetik dini anlatabildik mi! 1,5 yıla yaklaştık, Maske, Mesafe, Musluk gidiyoruz. PCR yalanını bile anlatamadık Ankara’ya. Bu kafayla biz Kanal / Montrö sürecini anlayıp anlatana kadar atı alan Karadeniz’i, Ege’yi, Akdeniz’i geçer gider.

Sahi bizimkiler Montrö’yü nasıl savunur! “Mecburduk” de, anlarım. Bugün bu konuyu yeniden gündeme getirmek doğru değil” de, anlarım. Ya hu, “Gemilerin geçişini düzenleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin hakimiyetini kı-sıt-lı-yor”. Mısır 2017’de Süveyş kanalından 5 milyar 585 milyon dolar gelir elde etmiş. Dünya ticaretinin gelişmesi ve deniz trafiğindeki artış sonucu Mısır’ın Kanal gelirinin 2019 sonu 7 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Peki, İstanbul ve Çanakkale boğazından bizim elde ettiğimiz gelir ne? 2019’da geçiş yapan 42 bin gemiden Montrö anlaşmasına dayanılarak alınan fener, tahlisiye ve sağlık ücretleri dışında kalan kılavuzluk ve römorkör hizmetleri toplam olarak 143 milyon dolar. Dikkat: Süveyş kanalının, günlük geliri. 15 milyon dolar. Yani bizim 2 kanalın geliri, Süveyş’in 10 günlük geliri kadar bile değil! Peki “Bizim” “Demokrasi havarisi” amiraller bunu bilmezler mi?. Bir son dakika bilgisi, iddia o ki, bildiriyi İYİ Partili emekli amiral Ergun Mengi kaleme almış. Bu işin içinden, bir zamanlar Kamhi ve Alaton’un da içinde yer aldığı “Kulüp”ün “şahsı manevisinde mündemiç” “Encümen-i Daniş” çıkarsa şaşmam.. Dikkat Kulüp rakısının sarhoşluğu başka sarhoşluklara ve bağımlılıklara benzemez.

Size Çanakkale Boğazı’ndan, İstanbul Boğazı’na, Marmara deniz yolu hakkında birkaç sayıya dayalı bilgi vermek istiyorum: Süveyş kanalı 193.3 kilometre. Çanakkale Boğazı 61 kilometre. İstanbul Boğazı, 29.9 kmİstanbul Boğazından Çanakkale Boğazına mesafe: 1711 kilometreİstanbul boğazından Canakkale Boğazına bir gemi normal olarak bu yolu 1 gün 17 saat’te kat ediyor. Süveyş Mısır’ın en büyük gelir kaynağı, biz ise bu deniz trafiğinin çevresel etkileri, pisliği, kaza riski ile uğraşıyoruz. Boğazın yed-i emini, kayyumu, jandarmasıyız ama, masrafını biz karşılıyoruz. Bu arada “kanal, Montrö’yü tartışmaya açıyor” diyoruz da, Montrö aslında iki boğazı birden ilgilendiren bir sözleşme. Tek başına kanal ile Montrö by-pass edilmiş olmuyor aslında.

Süveyş kanalının temeli Osmanlı döneminde atılmış. Kasım 1969 yılında açılmış. 193.3 km uzunluğundaki kanal, Afrika’yı dolaşmadan Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlıyor.

 

Montrö bir tartışılmaya başladı ya, arkası gelir. Bazı tarihçiler sözleşmenin 1936’da 20 yıllık bir süre için imzalandığı görüşünde. Yani taraf ülkelerden herhangi birinin talebi ile fesih veya tadil gündeme gelebilir.. 28. Madde’ye göre tadil uzlaşı gerektirdiği için zor gözükse de taraf devletlerden herhangi biri başvurduğunda sözleşme 2 yıl sonunda fesih olur. Bizimkiler, Montrö ile bizim egemenliğimiz tanındı diyorlar ya, dikkat (!) herhangi bir imzacı devlet “Fransa’ya başvurarak” “Ben bu sözleşmeyi fesh etmek istiyorum” derse, diğer taraf devletler itiraz etse bile bu fesih gerçekleşebilir. Daha önce 20 yıllık süre sonunda bir revizyon gerçekleşmiş. Buna göre, 20 yıllık periyodlar halinde sürece ilişkin talepler gündeme alınabilir. Bunun için de 2036’yı beklemek gerek!?. Tabii artık “Great Reset”le bütün bunlar “eski normal” dönemde kaldı! Şu da bir gerçek ki, 1. Dünya savaşı sonrası, 19.YY’daki kavram ve kurumlarla 21.YY’ı açıklamak mümkün değil. “Dünya 5’ten büyük”. Nasıl “Cemiyet-i Akvam” buharlaştı ise, BM de, DSÖ de IMF de FED de, LIBOR da artık bugünkü dünyada varlığını sürdüremez. 1648’de Vestfalya sürecinde, derebeylerin ve Vatikan’ın, sömürü mirasının paylaşımını esas alan pazarlıklar sonucu şekillenen “ulus devlet” ve “uluslararası düzeni” de yeniden şekillenecek. Bugünkü kavga bu. Yeni düzen kimin liderliğinde, hangi usul ve esaslara dayalı olarak, nasıl şekillenecek. Sahi, din, dil, tarih, gelenek, coğrafya aynı iken nasıl olur da 22 ayrı devlet ortaya çıkar. Hem de bazıları stadyum kalabalığı ile devlet olur. Kimi parti diktatörlüğü, kimi kırallık, kimi emirlik, kimi sultanlıkla yönetilir, kiminin adı Cumhuriyet olur, kimi ABD’nin, kimi İngiltere’nin, kimi Fransa, kimi İtalya’nın, kimi SSCB’nin himayesine alınır. Bu düzenin zaten bugüne kadar gelmesi de anlaşılması zor bir hadise değil mi aslında.. Tabii konuyu bir de Lozan’la birlikte değerlendirmek gerek. Yani kanal tek başına Montrö konusunu bağlamaz aslında. Ya da “yaptım oldu” diyerek hallolacak bir konu değil. Sonuç için konjonktürü ve süreci iyi okumak gerek.

Sarıklı subay”, yeşil sarıklı, evinde maskeyle oturan biri.. Tekirdağ’da Atatürk büstüne boyalı saldırının failine yapılan operasyon.. CHP’nin meşhur 6 Ok’unda Çalgüner’in dikkat çektiği “Masonik detay” ve dünün darbeci “genç subayları”ndan “emekli amiraller”ine birçok olay! Görünen o ki, kötü bir oyunla karşı karşıyayız. Bütün şu son günlerde yaşananlara, olanlara bakıyorum da, bunlar bir kurmaca ise de, kendiliğinden ortaya çıkan olaylarsa da, çok kötü bir durum. Hepsinden önemlisi, mediası, siyasi ve toplum aktörleri, akademya ve bürokrasi de aynı durumda. Üzgünüm. “Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım”. Göz göre göre neticesi belli olan “meçhul”(!)e doğru sürükleniyoruz. “Durun kalabalıklar, durun, bu sokak çıkmaz sokak”. Sanırım biz bu filmi daha yakın geçmişte görmüştük!? 

Selâm ve dua ile.