Önce bir NOT:
‘Selâmunaleykum muhterem efendim.
Son günlerde toplumun çeşitli kesimlerinde tartışılan ve, sizin siyasî hareket ve teşkilatınız içindeki bir kesime de yönelik olduğu, başlangıçta, sahibince de kabul olunan bir yazıya gösterdiğiniz tepkiye, hareket ve teşkilatınızı savunmak hakk ve refleksinizin tabiî bir neticesi olarak ancak saygı gösterebilirim. Esasen ‘fakir’ de, ‘Keşke, o yazıda öyle bir uslûb kullanılmasaydı ’ diye eseflenmiştim.
Sözkonusu yazı sahibinin bilgisi ve izni olmadığından isim vermiyorum. Ama, birçok mahfilde bu konu tartışılmaktadır. Siz ki, bizden önceki, bizim ve bizden sonraki nesillerin hayal bile edemedikleri bir çok hayırlı hizmetleri ifa etmek nasibine nail olmuşken; doğrusu, bu tartışmaların içinde olmanıza gönlüm râzı olmuyor. Bu yüzden, bu konuyu kapatacak şekilde müdahale etmeniz gerektiği kanaatindeyim.
Kabul buyurursunuz ki, ruhumuzu derinden yaralayan söz veya davranışlara tepkilerimizi dile getirirken, herbirimizin bazan maksadını aşan sözleri telâffuz etmemiz de insanlık hali olarak, mümkündür. Ancak, İmâm Gazzalî de, bin yıl öncelerde, ‘Ey oğul, kalem de dillerden bir dildir.’ diye, kalemin şer’î sorumluluğunu belirtir.
Doğrudur ki, dudaktan çıkan söz, gerili yaydan fırlayan ok gibidir ve onu baştan tutmak gerek.. Ama, yine de, sözkonusu yazar size hitaben yazdığı dünkü yazısında, ‘kasdının ‘LPGT+’ -denilen bir mâlûm grup- olduğunu, net olarak ifade etmiş; önceki ifadelerinin kasdını aştığını zımnen beyân etmiştir.
Bu bakımdan, onun, ‘Tekrar ediyorum ki, yazımdaki ‘f…. (bu kelimeyi yazımda tekrarlamaktan kaçınıyorum) ve onların türevleri’ ifadesini LGBT yerine kullandım..(…) Siz LGBT’liler hakkında benden daha ağır ithamlarda bulundunuz..’ ifadesini bu konunun hüsn-i hitâmı için şahsen yeterli sayıyor ve sözkonusu yazarı yarım asra yakın zamandır siz de tanıdığınıza göre, bu konunun camiamız içinde daha fazla tartışma ve kırılmalara yol açmaması ve konunun kapanması gerektiğini düşünüyorum.
Bunun da hayırlı olacağına olan kanaatimi belirtirken, Şeyh Edeb Âli tarafından Osman Gazi’ye hitaben söylendiği nakledilen ve sizin de zaman zaman tekrarladığınız, "Ey Oğul.. Öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana... Suçlamak bize; katlanmak sana...’ diye başlayan nasihatteki sözleri takdirlerinize, ihtiramla arzediyorum.’
***
(Evet, bugünkü asıl konuya girmeden önce, âciliyetini gerekli gördüğüm yukardaki açık çağrıya yer vermek gerektiğini hissettiğim için, konunun bu tartışmanın bütün taraflarının her birisinin ‘fakir’i mâzur göreceklerini umuyorum.)
***
‘MÂZİ KİTÂBELERDE OKUR İHTİŞÂMINI, /AĞLAR KİTÂBELERDE KALAN İ’TİBÂRINA..’
Önce… Ahlat ve Niksar’ın, Müslümanların Anadolu’daki varlıklarını Milâdî- 1071’de Malazgirt’te Sultan Alparslan komutasında kazanılan büyük zaferden önce, askerî güç olarak hissettirdikleri noktalar olduğunu hatırlayalım.
***
İstanbul AK Parti m.vekili Hasan Turan bey, Ahlat ve Malazgirt’te 26 Ağustos’ta yapılacak kutlama törenlerinin önhazırlıkları için bölgeye gideceğini ve vaktim varsa benim de refakatlerinde olmamı isteyince.. Olur dedim.
14 Ağustos günü sabah saat 07.00’de, S. Gökçen’den Van’a müteveccihen havalanan uçağımızda, bazı medya organlarından birkaç arkadaşın daha bulunduğunu gördüm. Sabah’tan Hasan Basri Yalçın, Akşam’dan Mustafa Kartoğlu, HT.’den Nagehan Alçı, Tv.24’den Murad Çiçek da aynı program çerçevesinde gidiyorlarmış. Teknospor Fed. Başkanı Bilâl Erdoğan ile İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanı Ali Haydar Yıldız yanındaki arkadaşlarının da aynı proğram çerçevesinde aynı yolculuğa çıktıklarını öğrendim.
Uçağımız 9.30’da Van’a indiğinde Van Valisi M. Emin Bilmez tarafından karşılanan heyet, kısa bir istirahat ve çay ikramından sonra, iki helikopterle, Ahlat’a gitmek üzere havalandık. Van Gölü’nün kuzey sahilleri boyunca, 20-25 dakikalık bir uçuş sonunda, yeşillikler içinde ve 50 yıl öncelere göre oldukça modern ve şirin ilçeler oldukları anlaşılan Âdilcevâz ve Ahlat’ı 50-60 metre kadar yukarıdan temâşa ederek Ahlat’a vardık. Bu bölge, 55 yıl öncelerde 2 yıl askerlik yaptığım yerler idi.
Ahlat’ta, göl kenarındaki bir Çay Bahçesi’nde kahvaltı yapıldı. Heyetimize Ankara’dan gelen bir-kaç Bakan Yard. ve bazı yüksek bürokratlar da katılmışlardı; başta -yurt dışındaki çalışmalarını yıllardır izlediğim- Yunus Emre Enstitüsü’nün Başkanı Şeref Ateş olmak üzere..
Bitlis Valisi Oktay Çağatay bey de gelmişti..
***
Ahlat Kaymakamı Erkan İsa Erat genç bir arkadaş.. 3 dönemdir Ahlat Belediye Başkanı olan Mümtaz Çoban ilk dönem MHP’den imiş, son iki dönemdir de AK Parti’den seçiliyormuş..
Kahvaltıdan sonra, Cuma Namazı öncesinde Ahlat Selçuklu Mezarları alanını geziyoruz.
Ahlat’ın koyu kızıla yakın taşları, mezar taşlarında da görülüyor; evlerin yapımında da.. Bu taş cinsinin dayanıklılığı, Selçuklu Mezarları’ndaki taşlarının 1000 seneye yakın bir zamana meydan okumalarından da anlaşılıyor. Bu mezarlıklarda bazıları 2 metre yüksekliğinde taşlar üzerine, âdetâ hamur gibi yoğrularak işlenmiş nefis hat yazıları.. Bir kültür, bir dünya görüşü var bu yazılarda..
Orada bu zamana kadar belirlenmiş 8500 kadar mezar var ki, bu mezarlık, Tayyib Bey’in Başbakanlığı döneminde verdiği talimâta göre bir hayli düzeltilmiş, düzenlenmiş..
Oradaki yapılan çalışmalar konusunda akademisyenler bilgi verdiler. Bazı taşların yıpranmış yazılarının tamamen kaybolmaması için de çalışmalar sürüyormuş.. Ama, bu taşlardaki yazılar okunacak hale getirilse bile, kim, neyi, nasıl okuyacak? Bırakalım 900 sene önceki yazıları, 100 sene öncekileri bile okuyamaz hale getirilmiş bir milletiz, Anadolu’da..
(Merhûm) Ârif Nihad Asya’nın, ‘Mâzi, kitâbelerde okur ihtişâmını../ Ağlar kitâbelerde kalan i’tibârına..’ mısralarını mırıldanıyorum. Ama, tarihî köklerimizin değerlerini yeni yeni anlamaya başlıyoruz; arada açılan uçurumun kapatılması o kadar kolay değil..
***
Dönüşte, Millet Parkı’nın yapılacağı ve keçeden yapılmış Orta Asya tipi çadır-evlerini de geziyoruz. Cuma Namazı’nı Ahlat Merkez Camii’nde edâ ediş..
***
Öğleden sonra, Ahlat’ta yapılmış olan Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü geziyoruz. Sahilde, güzel bir mekân.. Bölge Valileri toplantıları veya yakın komşu ülkelerin liderlerinin misafir edilmeleri için düşünülmüş çok güzel bir mekân.. Çok sâde ve o kullanmalara münasip..
Bu mekân Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak anılıyor, ama, Sultan Alparslan Köşkü veya Selçuklu Köşkü olarak değiştirilse, -bence- daha yerinde olur.
Ali Haydar Yıldız, Malazgirt adının bir il ismi olarak anılmasının daha doğru olacağını belirtiyor; ki, şahsen katılıyorum.
***
Ahlat’taki ziyaretler ve görüşmeler bittikten sonra yine helikopterlerle -ve Anadolu’nun Ağrı Dağı’ndan sonraki ikinci yüksek noktası olan Sübhan Dağı’nın batı etekleri üzerinden - yarım saatlik bir uçuş sonrasında Malazgirt’e varış.. Orada da 1-2 saatlik bir görüşme sonrasında, akşam saat 19.00’da Van’dan İstanbul’a kalkacak olan uçağa yetişmek üzere, yine helikopterle Malazgirt’ten Van’a ve oradan da İstanbul’a dönüş..
Genel hatlarıyla, bir kuşbakışı ziyarete vesile olan bu gezinin ana hatları hakkında bu kadarla yetiniyorum.
***