Avrupa'yı sarsan Murdoch krizi, cinayetle devam ediyor. Telekulak skandalı, kapatılan News of the World gazetesinin haber kaynaklarının deşifre olmasının çok ötesine geçti. Medya dünyası, siyaset dünyası, medya-siyaset-sermaye ilişkileri ve karanlık ilişkiler ortaya saçılmaya başlandı.
Rupert Murdoch'ın sahibi olduğu gazetenin, haber kaynaklarının telefonlarını dinlettiği açığa çıkınca, zincirleme ilişkiler sorgulanır oldu. Gazete kapatıldıktan sonra istifalar başladı. Londra Emniyet Müdürü ve yardımcısı istifa etti. Dün, Rupert Murdoch ve oğlu ve şirketin eski üst düzey yetkilisi İngiliz parlamentosu'nda sorgulandı.
Ancak dün, bunlardan daha önemli bir gelişme yaşandı ve BBC'de katıldığı bir programda skandalı ilk haber veren kişi, gazetenin eski muhabirlerinden Sean Hoare evinde ölü bulundu. Polise göre intihar, şüphe yokmuş ama soruşturma devam ediyormuş!
Ölen belki de öldürülen gazeteci, İngiltere Başbakanı David Cameron'ın eski iletişim danışmanı Andy Coulson'ın da skandalın içinde olduğunu söyledi.
Parlamento'daki sorgulamadan sonraki gelişmeleri merakla bekliyoruz. Skandal, haber kaynakları boyutunun ötesine geçtiğinde, sermaye-güç bağlantılı ilişkileri deşifre ettiğinde, İngiltere sınırlarını aşıp ABD ve Murdoch'ın diğer ülkelerdeki yatırımlarına, medya gücüne yansıdığında neler ortaya çıkacak, kimlerin kellesi gidecek ya da kaç intihar daha olacak bekleyip göreceğiz.
Kim kiminle hesaplaşıyor, Birileri Murdoch'a tuzak mı kurdu, gücünü zayıflatmak mı istiyor, birileri Murdoch gibi bir gücün oluşturduğu tehlikeden kurtulmak mı istiyor ya da dünya medyası üzerinde yeni bir güç mücadelesi mi var, umuyoruz zamanla öğreneceğiz.
Konu buraya gelmişken dünya medyasına ilişkin çarpıcı gerçeklerden söz edelim biraz. Edelim de, sermaye, güç, siyaset, küresel kitle yönetimi, algı yönetimi üzerinde kimlerin saltanat sürdüğünü, işgallere ve iç savaşlara uzanan stratejilerin kimler eliyle gerçekleştiğini bir kez daha sorgulayalım.
Dünya medyasının yüzde 96'sı altı büyük şirketin elinde. Ne gariptir ki, bu altı büyük şirket Musevi kökenli insanlara ait ya da onlar tarafından yönetiliyor.
En büyük medya şirketi, yani birinci sıradaki güç Walt Disney imparatorluğu. Şirketin CEO'su Musevi. Bir dizi televizyon, 14 milyon abonelik kablo yayını, iki video yapım şirketi, film endüstrisinin öncü kuruluşları var Walt Disney'in ve hepsi Musevi kökenli kişiler tarafından yönetiliyor.
İkinci büyük şirket Time Warner: Dev medya şirketinin CEO'su yine Musevi. ABD'nin en geniş kablo yayınına sahip şirket, müzik endüstrisinden sinema endüstrisine, yayıncılıktan televizyonlara kadar çok sayıda şirketi bünyesinde barındırıyor. Yıllık 10 milyar dolar cirolu medya şirketinden Showtime, Nickelodeon ve MTV'ye kadar geniş bir alanda faaliyet gösteren şirketlerin çoğunun yöneticisi yine Musevi.
Dördüncü sırada Rupert Murdoch'ın grubu var. Fox Tv ve Fox Film dahil, yüzlerce televizyon yayınını kontrol eden şirketin bir çok üst düzey yöneticisi yine Musevi. Beşinci sırada yer alan Japon Sony şirketinin Amerika bölümü yine Museviler tarafından yönetiliyor. Mesela Sony Pictures gibi?
Daha küçük medya şirketlerine bakıyoruz. Tek tek liste yapmaya gerek yok. Hemen hepsinin ya sahibi, ya CEO'su ya da üst düzey yöneticileri aynı. Üç büyük televizyon; ABC, CBS ve NBC bağımsız değil ve aynı çevrelerin kontrolünde.
Burada bir dini ya da etnik yapıyı ya da başka bir kimliği sorguluyor değiliz. Dünya medyasının aynı çevrelerin tekelinde olmasının nasıl bir güç olduğuna, bu gücün nasıl kullanıldığına, kimler için seferber edildiğine, bu güçle ülke ve küresel güç ilişkilerinin nasıl yürütüldüğüne, insanlığın doğru ve yanlışlarının nasıl denetlendiğine dikkat çekiyoruz.
Dünya medyasının yüzde 96'sı aynı çevrelerin kontrolünde. Radyolar, televizyonlar, yayın şirketleri, sinema ve eğlence endüstrisi ve aklınıza gelebilecek her şey.. Öyleyse, Murdoch'ı masaya oturtan ilişkiyi, skandalı ve süreci, bu gözle okumakta fayda var.
Murdoch'la ilgili bir anekdot daha..
Yıl 1980: İsrail başbakanı Ariel Şaron, ABD'de bir dizi temaslar yaptı. Ardından İsrail'deki Negev Çölü'nde bir toplantı düzenledi. Katılımcılar arasında Henry Kissinger da vardı. 1982'de Lübnan işgali başladı. İşgal kararı bu toplantıda alınmıştı. 4 Haziran 1982'den 31 Ağustos'a kadar tam 19 bin Filistinli öldürüldü, 30 bin kişi yaralandı. Yapılan ateşkes 15 Eylül'de bozuldu. 16 Eylül'de Sabra ve Şatilla ile Burcu l-Beracine katliamları yaşandı. Şaron kontrolündeki Falanjistler tarihin ender gördüğü katliamlardan birine imza attı. BM katliamı sert bir şekilde kınadı! Şaron durmadı, Cenin, Ramallah ve Beytüllahim'de cinayetlere devam etti. Katliamdan bir ay sonra aynı ekip Negev toplantısının ikincisini Lübnan'da yaptı. Toplantıda Rupert Murdoch'tan İngiliz istihbaratına ve Kissinger'a kadar herkes vardı. Bölgeyi ve dünyayı böyle yönetiyorlardı işte?
yenişafak