Ocaktan'ın Karar Gazetesi'nde yayınlanan "Aliya, Hayrettin Hoca’ya cevap veriyor" başlıklı yazısı şöyle:
"Hayrettin Karaman Hoca’nın geçen Pazar günü Yeni Şafak’ta, bir nevi Batı’ya yönelik ‘şeytan taşlama’ yazısını okurken, Aliya İzzetbegoviç’in 1997 yılında Tahran’da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü'nün (İKÖ) zirvesinde yaptığı o meşhur konuşmayı hatırladım.
Kelimelerden tasarruf etmek için Aliya’nın Hayrettin Hoca’ya adeta cevap niteliği taşıyan konuşmanın özetini hemen sunalım: "Çok açık konuşacağım için beni bağışlayın. Güzel yalanlar bize yardımcı olmuyor ama, acı gerçekler iyileştirici olabilir. Batı ne bozulmuş ne de dejenere olmuştur.
Çürümüş Batı... Bu yalan (kendini kandırma), komünist sistem tarafından pahalıya ödendi. Batı çürük değil; güçlü, eğitimli ve düzenlidir. Okulları bizimkinden daha iyi ve şehirleri bizimkinden daha temiz.
Batı'da insan hakları düzeyi daha yüksektir ve yoksullar ve daha az yetenekli olanlara yönelik sosyal bakım daha iyi organize edilmiştir. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik insanlardır. Onlarla yaşadığım deneyimler böyle. Ben de ilerlemelerinin karanlık taraflarını biliyorum ve bunu gözden kaçırmıyorum.
İslam en iyisidir. Bu doğru ama biz (Müslümanlar) en iyisi değiliz. Bunlar genellikle karıştırdığımız iki farklı şeydir.
Batı'dan nefret etmek yerine onunla rekabet edelim! Kur'an bize şunu emretmedi mi: 'Hayır için yarışın...”
Demek ki Aliya bütün dünyanın bildiği o ‘bilge’ sıfatını boşuna almamış. Aliya ile bizim İslami bilimlerdeki hocalarımız ve aydınlarımız arasındaki fark o kadar büyük ki insan ister istemez hayıflanmadan edemiyor. Galiba biz bilimde, teknolojide, sanatta ve kültürde gelişmiş dünya ile yarışmak yerine, ‘güzel yalanlar’la teselli bulmayı seviyoruz. Yapılacak bir şey yok, yüzyıllara dayanan kültürel genlerimizden devraldığmız miras bu…
Maalesef Müslüman dünyanın İslamcı aydınları ile reel dünyayı anlama özürlü Ortodoks sol ‘sömürü’ ve ‘emperyalist’ edebiyatı ile mahallelerini uluşturmaktan bir türlü kurtulamadılar.
Anlaşılan o ki Hayrettin Hoca da tam böyle bir uyuşturma ameliyesine girişmiş bulunuyor. Hoca’ya göre Batılı sömürgeciler işlerini güçlerini bırakmışlar, Türkiye’deki laik rejimin çöküşünü engellemek için var güçleriyle Türkiye’ye ve Tayyip Erdoğan’a saldırıyorlarmış. Güya Batılılar diyorlarmış ki: “Türkiye İslâm’a dönmemelidir, bu (İslâm) Batı için tehlikedir, laik (Batı’nın izinde) bir yol izlemelidir, Erdoğan/AK Parti iktidarı ülkenin adım adım İslâmîleştirmesi bakımından bir tehdit olduğu için bizim yolumuzda olanlar birleşmeli, bu iktidarı yıpratmalı ve düşürmelidirler.”
Doğrusu bir ilim insanı olan Hoca’nın nasıl bir dünyada yaşadığını çok merak ediyorum. Çünkü bu ifadeler, Hayrettin Hoca’nın sadece Türkiye ve dünyayı değil, AK Parti’yi de tanımadığının çok net bir göstergesidir. Eğer Hoca küçük bir vakit ayırıp AK Parti’nin kuruş ilkelerine bakabilirse şu ifadeleri görecektir: “Partimiz, ülkemizin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini, modernleşme surecimizin doğal sonucu olarak görmektedir. Avrupa ile bütünleşmemize karşı çıkan çevrelerin, milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, milli ve yerel kültür konularındaki ideolojik yaklaşımları, Kopenhag Kriterlerinin hayata geçirilmesini geciktirmektedir.”
Batı ile bütünleşmeyi ‘sömürü sofrası’na oturmak olarak değerlendiren Hayrettin Hoca, şu ifadeleriyle ‘küfür dünyası’ olarak tanımladığı Batı’ya karşı birleşme çağrısı yapıyor: “Safları sıklaştıralım, küfrün -İslâm’a karşı- tek millet olduğunu unutmayalım, sen ben davasını bırakalım, düşmanın oyununa gelmeyelim.” Muhtemelen Hoca, pek farkında değil ama “Avrupa ile bütünleşme” hedefini ilkeleri arasına koyan bu çağrı aynı zamanda AK Parti’ye karşı birleşmeyi de içeriyor.
Aslında Hoca’nın yazısında bir başka dikkat çekici bölüm var ki Müslüman dünyanın bugün neden içler acısı halde olduğunun adeta bir fotoğrafı gibi…“Müslümanlar kendileri olur, kimlik ve kişiliklerini bulur, öz kültür ve medeniyetlerine sahip çıkarlarsa dünyanın güç dengesi bozulacak, güdülen koyunlar çoban olacak, piyonlar şahlığa, vezirliğe soyunacaklar, Müslümanlar “kültürde, medeniyette, bilimde, teknolojide, askeri güçte, dünya nimetlerini meşru paylaşmada... biz de varız” diyeceklerdir.”
Evet doğru bir tespit, buyursunlar Müslümanlar bilimde, teknolojide, kültürde Batı dünyası ile yarışan eserler ortaya koysunlar, parmakla gösterilen bilim insanları yetiştirsinler. Ellerini tutan mı var… Ama üniversitelerimizin hali ortada, lise düzeyinde bile eğitim veremiyorlar…
Tam bu noktada galiba bir soru sormak gerekiyor, Hayrettin Hoca dahil bir tek insan çıksın ve öyle ‘sömürü’ edebiyatı cümleleri filan kurmadan bir Müslüman bilim insanının, insanlığın hizmetine sunduğu bir tek icadın adını söylesin. Mesela elektrik, telefon, dijital aygıtlar, bilgisayar, otomobil, uçak vb. nesnelerden birisi olabilir.
Muhtemelen bu cümleye itiraz olarak, her vesileyle övündüğümüz İbn Rüştlerin, Farabilerin, İbn Sinaların, İbn Haldunların adları hatırlatılacaktır. Doğrudur, 11. Yüzyıla kadar önemli filozoflar yetirdik ama talihsizliğe bakın ki İbn Rüşt’ün kitaplarını da biz yaktık…"(odatv)