Bugün aslında Mekke’nin Fethi’ni yazmak istiyordum ama gece yarısı ansızın gelen haberle gündem bir anda değişti. Hep öyle yazardı Hasan Abi bu ülkede gündem çok hızlı değişir, bir haftalığına memleketi Ege’ye gidecek olsa birikmiş konulardan ve gündeme yetişememekten şikayet ederdi. Nerden bilebilirdik ki onun, bizler için ani vefatı bir numaralı gündem maddesi olacaktı.
Sayın Hasan Karakaya, “davanın” yılmaz müdafii idi. Müslüman’a karşı müşfik, kâfire karşı şedid idi. Doğru bildiğini en sert şekilde savunmaktan ve sözü eğip bükmeden cevabı ne ise yazmaktan hiç çekinmezdi. Sessiz çoğunluğun sesi idi. Derdi olan bir mü’min kişi idi. Emr-i b’il ma’rûf nehy-i anil münker yapmayı şiar edinmişti. Bizlerin başörtüsü davasında yazılarıyla bizlere en büyük desteği veren kişilerin başında gelirdi. Başörtülü vekil olarak Meclis’e girdiğimde daha sonra benim de katılacağım “gazete ailemiz” olarak hiç tereddütsüz Allah’ın emrinin savunucusu oldu. Yılmadı, hiç bir zaman eğilmedi, bükülmedi. Kızlarımın da Hasan amcası idi. İlk karşılaşmalarında “kızlar siz ne kadar büyümüşsünüz böyle tanımam mümkün değildi, şu kadarcıktınız küçücüktünüz” demişti zamanın ne de hızlı akıp gittiğine şahidlik ederek…Nereden nerelere gelinmişti… Başsavcının kapımıza dayandığı geceden, Müslümanların karga tulumba içeri alındığı, Hasan abinin apar topar alınıp götürüldüğü 28 Şubatlardan bugünlere çıkıldı. İki Hasan davasından, 312 General davasından, Reis-i Cumhur’a, evet, Cumhur’un Reisi’ne refakat edilen günlere çıkıldı. Devir değişti, devran döndü, rüzgar başka yerden esmeye başlayınca zalimler ağız değiştirdi, hepsi özgürlükçü kesildi, Hasan Karakaya ise hiç değişmedi. 12 Eylül’ün işkencelerinden geçtiği günlerde, 28 Şubat’ın soğuk gecelerinde nerede duruyorduysa bugün de orada duruyordu. Dimdik bir çınar gibi. Bükülmeden. Zira dava insanıydı. Dava belli, değişmezdi. Para pul, patrona ihale kapmak değildi derdi. Gazetesi ailesiydi. Aile davasıydı. Herkesin dava kardeşliğinde birleştiği bir aile…
Hepimizin er ya da geç ama muhakkak surette, başımıza gelecek olan ölüm, ona yeryüzünün en güzel mekanında Medine-i Münevvere’de geldi. Vazifesini tamamlamıştı Hasan Karakaya. Hakk’ın hakim kılınması için, batıla karşı mücadele etmişti. Son bir vazife, son bir arınma, pak-ı pür olma yoluna çıkmıştı. Zira akabinde asıl yolculuk vardı. Cenab-ı Hakk’a kutlu yolculuk. Ebedi yolculuk…. Nereden bilebilirdik ki… Dostlarıyla beraber ve o çok sevdiği, saydığı Reis-i Cumhur ile, o Devlet Başkanı ile son yolculuğuna başladı. Beraber huzura vardılar. Beytullah’a vasıl oldular. Kapılar açılıverdi, Kâbe’nin yollarına girdiler. Sonra bir kapı daha açılıverdi, Biiznilâllah-ı Talla. Kâbe kapısıydı açılan. Orada kıyam’a durdular. Sona hazırlıktan önceki son kıyam. Beytullah’ın içinde, Kâbe’nin içinde durulan kutlu Kıyam…. Sonra en Dost’a, en büyük Dost’un manevi huzuruna vardılar. Son kez bu fani alemden O Dost’a En Dost’a selam verdiler. Teheccüdü eda edip Hakk’a yürüdü Hasan Karakaya.. Her mü’minin gıpta edeceği bir sonla. Rabbim cümleye böyle güzel bir son nasip etsin...
Mekke’nin Fethi diyecektim. O da aslında asırlar öncesinden bizlere ibret çıkarmamız gereken sırlarla dolu. Mekke’nin fethinden önce Müslüman olanlar bu davanın kahrını sırtlayanlardı. Birçoğu Mekke Fethi’nden sonraki bolluk zamanını yaşayamadan bu aleme veda etmişti. O bahtiyar insanlara özel müjdeler haber verilmişti. Bu devirde de yeniden omuzlar üzerinde yükseltilmeye çalışılan bu davanın yılmaz mücahidi idi Hasan Karakaya bey.. Tıpkı onlar gibi bu dünyanın nimetlerinden istifade edemeden terk-i diyar eyledi.
Bir mü’mini daha uğurladık. Bir dua kapısı daha kapandı. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Entum lena selef ve inna inşaallahü bikum lahikun. Kabri pür nur, mekânı cennet olsun. Sevgili Aysel Karakaya hanımefendiye, evlatlarına ve gazete ailemize başsağlığı diliyorum.
yeniakit