Geçen 23 Ağustos, Necip Fazıl’ın yükselttiği bayrağı Türk sinemasının burçlarına diken yerli ve milli film yönetmenlerinin şahı Yücel Çakmaklı’nın yedinci ölüm yıldönümüydü. Bu yıldönümünü, mevcut konjonktüre çok yakıştırdığım ‘Memleketim’ filminden bahsetmeye vesile kılacaktım. Araya başka şeyler girdi, unuttum.
Geç olsun güç olmasın…
***
‘Memleketim’, tepeden tırnağa dava filmi.
Viyana’da tıp ihtisası yapan Osmanlıcı Mehmet’le Viyana’da klasik Batı müziği tahsil eden Batıcı Leyla arasındaki aşk ‘bahs-i diğer’dir. Tarık Akan’ın canlandırdığı Mehmet, Filiz Akın’ın canlandırdığı Leyla üzerinden Batıcılara mütemadiyen ders verir. Osmanlı mücahitlerinin atlarını suladığı Tuna ve Sava Nehri kıyılarında ve bir zamanlar İslam bayrağının yükseldiği Macaristan, Sırbistan kalelerinde gezdirerek Devlet-i Aliye’nin muazzam mirasını anlatır onlara. Bestekâr Dede Efendi’ye kadar anlatır. İbn-i Sina’yı da anlatır. Endülüs’ü de anlatır. Bir İslam medeniyeti şuuru, bir İslam tarihi ve hassaten Osmanlı tarihi şuuru aşılamak için varını-yoğunu ortaya koyar. Mehmet’in derslerinin bittiği yerde de onun tesirinde kalan Leyla’nın dersleri başlar.
Filmden bir sahne:
Mehmet, ihtisasını tamamlamak üzeredir. İki ay sonra Türkiye’ye dönecektir. Leyla onu Viyana’da kalmaya ikna etmeye çalışmaktadır. “Burada meşhur bir doktor olursun, çok para kazanırsın” gibi şeyler söyler. Mehmet yabancı bir ülkede yaşamaktan huzursuz olacağını, ayrıca kendisini yetiştiren millete hizmet vazifesi dururken sırf kariyer ve para için Avrupa’da kalmasının mümkün olmadığını ifade edince, hayal kırıklığına uğrar. Viyana’nın orta yerindeki bir meydanda sıkı bir tartışmaya girerler:
LEYLA- Sosyal düşünce bakımından bu kadar gerilerde olduğunu bilmiyordum.
MEHMET- Sen istediğin kadar yaşa burada. 5 sene, 10 sene, 20 sene, istersen ömrünce. Gene de kendini Viyana’ya kabul ettiremezsin. Onlar için daima Türk’sün. Bak, anıtını bile dikmişler (Osmanlı sancaktarını çiğneyen Haçlı süvarisi heykelini gösterir). Ayaklar altında Türk askeri. Bizi daima öyle gördüler. Her zaman da öyle görecekler. Bu Viyana’da kalma, Viyanalı olma sevdasından vazgeç.
LEYLA- Bırak bu şoven milliyetçiliği. Modern dünya bölgesel milliyetçilik duvarlarını çoktan yıkmaya başlamıştır. Avrupa neredeyse tek devlet haline gelmek üzere. Bunun bütün dünyaya yayılması için tedbirler alınıyor. Atılan ilk adımların anlaşmaları yapılıyor. Artık başka bir toplum diye bir şey kalmıyor. Bunun çok yakında gerçekleştiğini görürsen şaşırma lütfen. Bugün için önemli olan dünya hümanizmidir. İnsanlara faydalı olabilmektir. Bunu şu ya da bu ülkede yapmışsın, hiç önemli değil.
MEHMET- Çok güzel bir kandırmaca. Kim icat ettiyse aferin. Fakat dünya hümanizmi diyerek hiçbir Avrupalı doktor ya da mühendis Anadolu’ya yerleşip çalışmıyor… Ben bir ay sonra memleketime dönüyorum. Sen de iyice düşün bu arada. İstersen benimle gelirsin, Türkiye’de evleniriz. İstemezsen burada kalır, dünya hümanizmi düşüncesini oluşturursun.
‘Memleketim’den bir sahne daha:
Bir Alman’la kilisede evlenmek üzereyken aklı başına gelen ve Makedonya-Kosova üzerinden Osmanlı mirasıyla kucaklaşa kucaklaşa Türkiye’ye dönen Leyla, Batılılaşmış anne ve babasının tanışma yıldönümleri münasebetiyle düzenlenen bir sosyete partisinde piyanonun başına geçip “Avrupa’da öğrendiği müzikten bir şey” çalmaya davet edilir. Leyla piyanonun başına geçip ‘Yine Bir Gülnihal’i çalınca partinin ortasına bomba düşmüş gibi olur. Sosyete dehşete kapılır. Leyla ile aralarında şöyle bir tartışma geçer.
BİR ADAM- Leyla hanım, bunu öğrenmek için Avrupa’ya gitmeniz gerekmezdi.
LEYLA- Ben Itrî Efendileri, Dede Efendileri, Şakir Ağaları yabancısı olduğum Beethovenlere, Mozartlara, Bachlara tercih ederim.
BİR KADIN- Artık onların çağı çoktan geçti. Eskimiş bir müziği yeniden diriltmek size yakışmazdı. (Sanki Mozart’ın besteleri daha geçen sene piyasaya çıktı! – H.A.)
LEYLA- Geçmişine sahip çıkmayan ileri gidemez. Kendi müziğimizi çalmak gurur veriyor bana. Avrupa’daki uzun tahsil yıllarımda benim toplumuma yabancılaşmam bağışlanabilir belki. Çünkü kimse bana memleketimi, insanlarımı sevmeyi öğretmedi. Kimse güzeli, doğruyu anlatmadı. Ama siz kendi yurdunuzda bile kendinizden kopmuşsunuz. Öz değerlerinizi kaybetmişsiniz. Toplumunuza, benliğinize, memleketinize, kültürünüze yabancılaşmışsınız. Kendinize boş, değersiz bir dünya kurmuş, ona inanmışsınız. Sizlere bu yabancı dünyanızda mutluluklar dilerim.
REST!
***
Güzel ağabeyim Yücel Çakmaklı’ya Rahman ve Rahîm Allah’tan ganî ganî rahmet diliyorum.
karargazete