Siyaset yapanlar hele de CHP’li ise, Menderes’li bir cümle kurarken bin kere düşünmelidir. Ya da -rahmetli- ön sıfatını kullanmadan ve ona yönelik işlenen cinayetten özür dilemeden söze başlamamalıdır. Çünkü orada Cumhuriyet tarihinin büyük bir travması var ve o travmanın oluşumunda CHP başat rol oynuyor.
27 Mayıs ihtilali, Bir Başbakan’ın iki bakanın asılması. Menderes, Zorlu ve Polatkan…
Demirel’in “12 Mart Muhtırası’nda neden şapkanı alıp gittin?” sorusuna verdiği cevapta o travma vardır: “Ne yapacaktım yani, Menderes’in idamından sonra Başbakanların odasında hep bir darağacı gölgesi vardır” demiştir.
Özal “Benim iki gömleğim var. Biri bayramlık, diğeri idamlık” demiştir.
CHP Grupbaşkanvekili Engin Altay “Sonunuz Menderes gibi olur” gibi bir cümle kurduğunda da, Tayyip Erdoğan’ın “Biz bu yola çıkarken kefenimizi giyerek yola çıktık” demesinden daha tabii bir refleks olamaz.
Onun için Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapabiliyorsa yola çıktığı insanların ağzına önce biber sürüp, -asla Menderes’li bir cümle kurmayacaksınız- demesi gerekiyor. Ya da Nasreddin Hoca’nın testiyi emanet ettiği çocuğa yola çıkmadan önce “testiyi kırma” diye küçük bir tokat vurması gibi…
Belki Menderes tecrübesine asıl sağ- muhafazakar siyasi hareketlerin içinden bakmak, tahlil etmek, ders çıkarmak gerekiyor. Demokrat Parti’nin yola çıkışı, yükselişi ve 1960’lara geliş…
Benzeri bir analizi Özal ve ANAP için yapmak lazım. Yükseliş, bocalayış ve tükeniş…
Ben şu an Ak Parti çevresinde bu analizi yapan akil insanlar bulunduğunu biliyorum. Aslında bakılırsa Ak Parti’de birlikte “dava için” yola çıkıp da bugün ayrı düşen öncü insanların tavrı da bir tür özeleştiri niteliği taşıyor.
11 Nisan tarihli yazımda “Siyasi Tarih bilmeden” başlığı altında Taha Akyol’un “Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca” isimli ve “Otoriter Demokrasi: 1946-1960” alt başlığını taşıyan kitabından bahsettim.
Bu alt başlık aslında her şeyi anlatıyor. Taha Akyol, 1946 ila 1960 arasını, yani hem Tek Parti iktidarının son yıllarını hem de Demokrat Parti iktidar yıllarını “otoriter demokrasi” çerçevesinde tahlil ediyor. 1946 - 1950 arasının Milli Şef dönemi olduğu belli, Demokrat Parti bu yapıyı değiştirmeye talip oluyor. Peki ne oluyor da bu dönem, bir tür Tek Parti kodlarına dönüyor?
Bazı siyaset bilimciler ve akil siyasetçiler, iktidar dönemi uzadıkça böyle bir sapmanın gerçekleştiğini ifade ederken hem Demokrat Parti’nin son dönemine, hem ANAP’ın ileriki zamanlarına işaret ediyor ve 20 yıla ulaşan Ak Parti iktidarındaki tersine gelişmeleri de bunun göstergesi olarak değerlendiriyorlar.
“Bayar – Menderes göremedi işlerin yanlış gittiğini, Özal göremedi ve şimdi de görülmüyor” değerlendirmeleri yapılıyor.
Benim yazımın “siyasi tarih bilinmeden” çerçevesine oturması bu yüzden. Benim anladığıma göre Taha Bey, bir süredir yakın siyasi tarihten bu tür analizler taşıyarak, günü uyarmaya çalışıyor, diyebilirim.
DP iktidarında 1954 seçimlerinde Osman Bölükbaşı’ya oy veren Kırşehir’in ilçe haline getirilmesi gibi -üç yıl sonra hatadan dönülmüş- sembolik sapmalar var. Vatan Cephesi oluşumu gibi kamplaştırmalar var. Devleti parti devleti haline getirme yönelişi var. Bu tür uygulamalara karşı o zaman da parti içinden uyarılar gelmiş, “Yapmayalım böyle, işler iyi gitmiyor” denilmiş ama “Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” gibi bir güç zehirlenmesi, bazı şeylerin görülmesini engellemiş. Sonu facia.
ANAP döneminde Özal’ın, üstelik kendi yakınlarının da içinde yer aldığı muhafazakar ekibe karşı, adeta kendi altını oyarcasına eşini liberal kanat yararına siyaset arenasına sürmesi bir akıl tutulması olarak yaşanmış. Sonrası Özal için dramatik bir hikaye. Menderes’in akıbeti söylemine Tayyip Erdoğan’ın “Biz bu yola çıkarken kefenimizi giyerek yola çıktık” demesinden daha tabii bir şey olamaz. Tayyip Erdoğan bu ifadeyi üstelik inanarak söyleyebilecek insandır. Oradan CHP’ye zırnık çıkmaz. Bu bir uyarı ise uyarı değeri de sıfırdır. Onun için CHP bu konuda ne kadar az -hatta hiç- konuşursa o kadar kendisi için iyi olur.
Ama…
Ak Parti içinden, muhafazakar camiadan, Ak Parti’ye ve Tayyip Erdoğan’a dost çevreden “işler iyi gitmiyor” uyarısı yapılması hayati önemdedir. Bu hukuk ihlalleri, keyfilik, partizanlık, güç kullanımı, halk iradesi üzerinde sallanan kayyım uygulamaları, kamplaştırma, bunlar sağlıklı değil, doğru değil, hatta bizzat Ak Parti’nin yola çıkarken benimsediği ilkelere uygun değil, denmesi lazım.
Diyelim Gezi olayı, 17-25 Aralık olayı, 15 Temmuz olayı bir kimya değişmesine yol açmışsa, paranoik bir iklim oluşmuşsa bunun farkına varıp acilen kendini toparlama gereğinin hatırlatılması lazım. Hatırlanması lazım.