Seyhan Sevinç*
Kudüs'ün gözlerini gördüm, yaşlı
Saçları vardı, zeytin yaprağı gibi
Sonra o beyaz taşlar, ak sakalıydı Kudüs'ün...
Her sokağında bir damla gözyaşı, bir sızlayan yürek...
Patlamaya hazır bir öfke ve şehitlerin ruhu vardı
Kudüs"te bin can vardı.
Bir de kan!
Tel Aviv"deki Ben Gurion Havalimanı"na iner inmez hiç vakit geçirmeden Kudüs"e gitmek, o kutsal topraklara ayak basmak arzusu vardı içimde" En çok merak ettiğim yer de kuşkusuz Mescid-i Aksa"ydı. İsrail, arkeolojik kazı çalışmalarına başladığında kamuoyunda Mescid-i Aksa"nın her an yıkılabileceği yönünde bir endişe belirmişti. Aynı endişeler beni de fazlasıyla etkilemiş olacak ki, Kudüs"e gidince yoldaki diğer bütün ayrıntılara kayıtsız kalmış, bütünüyle kendimi İslam"ın o ilk kıblesine kitlemiştim. Otele yerleşme faslı bittikten sonra yolculuğumuz başlıyor.
Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'ya, tarihi bir kapıdan geçerek gidiyoruz. Kapının dışında İsrail askerleri, içinde de Ürdünlü güvenlik görevlileri nöbet tutuyor. Girişte hangi dine mensup olduğumuz soruluyor. Müslüman değilseniz görevliler sizi farklı bir kapıya yöneltiyor.
Kubbet-üs Sahra bütün görkemiyle karşımızda, az ilerde de mütevazi duruşuyla Mescid-I Aksa" Uzun süre durup izliyorum bu mabedi. Ne kelimeler, ne düşünceler geçiyor beynimden!
Avluya girdiğimizde sıradışı bir hareketlilik vardı. O geniş avlu bayram yeri gibiydi. Yüzlerce çocuk, Aksa'nın bahçesinde kahvaltısını yapıyorlardı öğretmenleriyle birlikte. Gözleri ışıl ışıldı. Bu sıradan bir ziyaret değil, onları geleceğe hazırlamanın en önemli duraklarından birinde verilen kısacık bir molaydı. Aksa'nın disipliniyle ve onun ruhuyla yetişecek olan bu çocuklara Kudüs'ü Şerif'i emanet edeceklerdi ilerde.
Onlara yaklaştığınızda sordukları, "Ente Muslim?" sorusu sizi dünyanın tüm dertlerinden, kederinden alıp onların o an havasını soludukları cennet bahçesine çekiyor. İçinizde bu soruya onların beklediği cevabı vermenin huzuru varsa, o an yaşadığınız mutluluk her şeye değer.
Bülbül gibi şakıyor, telaşla birşeyler anlatıyorlardı. Gülüyorlardı bazen yerlere yatarcasına... Sanki bir hafta önce İsrail'in kör kurşunlarına hedef olup şehid düşen onların babası değilmiş gibi... Unutmuş gibilerdi bütün herşeyi. Büyüklerinin yaptıkları gibi bir unutuştu bu aslında: Korkuya kapılmamak için unutmak gerekiyordu bu topraklarda.
Daha küçük yaşta büyük gibi yaşamak aslında ne kötü?
Ama burası Kudüs... Burada çocuklar acının göğsünden sağalttıkları sütle büyür. Burada ızdırabı emerek hayata hazırlanır hepsi. O nedenle belki de bitmez burada çocuklar, çoğalırlar öldürüldükçe...
O çocukların içinde gözlerim, "Uridu Ebi!.." diyen o kız çocuğunu aradı. Hepsi ona benziyorlardı. Sanki hepsi bir şehidin ya da bir tutuklunun kanını taşıyor gibiydi.
Uridu Ebi!..
Yanında babaları yoktu. Kim bilir kaçının babası İsrail hapishanelerinde çile dolduruyordu. Sormaya dilim varmadı.
"Babamı hiç öpmedim, güneş doğduğundan beri..." diyen o kızın sesinin yankısı hâlâ kulaklarımdaydı. Hayattaki tek isteği, "her sabah babasını öpmek" olan o kız çocuğu neredeydi şimdi?
O çocuklara bakınca bizdeki çocukları, o şanslı veletleri düşündüm. Sonra kendi çocukluğumu... Yüzüm kızardı.
Çocuklar burada kahvaltılarını yaptıktan sonra kendilerine Mescid-i Aksa'yla ilgili bilgi veriliyor. Sonra sırayla içeriye alınıyor hepsi... Bahçede dolaşırken büyük gruplar halinde okul üniformalarıyla genç kızları görüyoruz. Geleceğin anneleri... Yüzlerinde nur var. Onlar da huzur içinde Mescid-i Aksa'ya doğru yöneliyor.
Mescid-i Aksa öteden beri Filistinli çocuklar için önemli bir duraktır aslında. Fakat öğreniyoruz ki bu son ziyaretler biraz farklı... İsrail, Mescid-i Aksa'nın çevresinde arkeolojik kazılar yapmaya başlayınca burası Filistinli müslümanlar için yaşamın merkezine dönüşmüş. Genç, yaşlı, herkes Aksa'ya koşuyor. Sabah küçük çocuklar geliyor Aksa'ya, sonrasında ise büyükler!
Filistinliler bu ziyaretlerle Aksa'ya daha çok sahip çıktıkları mesajını vermeye çalışıyor. Aksa ziyaretleri Hamas dahil diğer bütün gruplar tarafından belli bir sistematiğe oturtulmaya çalışılıyor.
Kudüs'te müslüman erkeklerin Cuma namazını özellikle Mescid-i Aksa"da kılmaları teşfik ediliyor. Bu nedenle Cuma vaktinde Mescid-i Aksa'nın o devasa bahçesi tıklım tıklım doluyor. Filistinliler böylelikle Mescid-i Aksa'ya sahip çıktıklarını göstermek istiyorlar.
Gezimiz sürerken öğle namazı okunuyor. Her iki camiiden ezan sesleri yükseliyor. Bir vakit namazını Mescid-i Aksa"da, diğerini de Kubbet-üs Sahra"da eda ediyoruz. Kubbet-üs Sahra"da, Hazreti Muhammed"in Mirac"a yükselirken ayaklarını bastığı o taşın altında sünnet namazı kılmaya indiğimizde, iki genç kız orada huşu içerisinde kıbleye durmuştu.
Dışardaki çocukları, namaz için bu iki camiye koşan genç kızları, anneleri, babaları ve dahası delikanlıları gördüğümde, şu sözler dökülüyor dilimden: "Ya Rabb! Mescid-I Aksa, Kubbet-üs Sahra sahipsiz değil. Kulların burada! Şahit ol YA RABB! Şahit ol!"
Ertesi gün Deniz Feneri Derneği"nin, Gazze"de Han Yunus Nasır Hastanesi"nde yaptırdığı "Acil Yardım ve Travma Merkezi"nin açılışı için yola çıktığımızda, gönlümün bir yarısını Kudüs"e bırakıp gidiyorum. Kalbiniz burada tıpkı Filistin gibi ikiye ayrılıyor. Batı Şeria"dan Gazze"ye giderken ikiye bölünüyor yüreğiniz. Bir yarısı Kudüs"te kalıyor, diğer yarısı da sizde"