Bir yılı aşkın zamandır kamuoyunda nicelerinin kafasında bir soru.. ‘Bu ‘başkanlık’ da nedir ve nereden çıktı?’ diye.
Çoğu tam karşılığını bilmiyor.
Ama bir algı operasyonu ile karanlık bir odada, el yordamıyla, siyah bir kediyi aramak gibi bir durum çıkarılıyor ortaya.
Kimisi, bir sultan, padişah veya kral, vs. çıkarıyor ortaya; kimisi bir diktatör, kimisi bir şef, kimisi bir başka heyula..
***
Halbuki, bizdeki mevcut anayasa düzenlemesi içinde cumhurbaşkanlığının, başkanlıktan geri kalır bir tarafı yok. Hattâ, fiilen ‘sultanlık’ gibi bir kurum var karşımızda.
Çünkü devlet yönetimiyle ilgili konularda ‘vatan hainliği’ dışında hiçbir tasarrufundan dolayı sorumlu değil; sorumsuz bir kişi, cumhurbaşkanları..
Bizde cumhurbaşkanlarının ‘vatan haini’ olarak suçlanabilmesi ise hukuken çok zor, neredeyse imkansız gibi bir şey...
Çünkü bu husustaki suçlamanın kanûnen takip edilebilmesi için TBMM’nde 184 milletvekilinin (1/3) önerisi ve 413 milletvekilinin (3/4) kabul kararıyla, suçlanan cumhurbaşkanı mahkemeye sevk edilebilir. (m. 105).
Ve böyle bir kabul gerçekleşirse, o zaman da sadece sanıklık durumu başlar ve Anayasa Mahkemesi’nde yargılanır. Ama Anayasa Mahkemesi üyelerinin de çoğu, muhtemelen, suçlanan cumhurbaşkanı tarafından bu mahkemenin üyeliğine tayin edilmiş olan kimselerden oluşur!
Yani, kendi adamları tarafından yargılanıp mahkûm edilmek gibi, pratikte gerçekleşmesi son derece zor bir durum.
***
Böyleyken, bazı muhalif liderler ve çevreler, Tayyîb Erdoğan’ın, başkanlığı, ‘yargılanmaktan kurtulmak için bir kaçış yolu olarak gördüğünden dolayı istediğini’ ileri sürüyorlar..
Ama niceleri, bu saçma iddiayı tekrarlayıp, kendilerini daha bir, ‘sözüne itibar edilmemesi gereken kimseler’ duruma düşürdüklerini bile anlamıyorlar.
Tamamiyle saçma bir iddia... Çünkü, bir defa Tayyib Erdoğan, böyle korku ve vehimlerle hareket etmeyecek bir dik duruşlu şahsiyet sahibi olduğunu, başkalarını hemen istifa ettiren darbe muhtıraları karşısında da dik durarak göstermiştir.
Buna rağmen, bir kısım akademisyenler de o muhalif çevrelere çanak tutuyorlar.
Nitekim, geçenlerde bir TV programında E.K. isimli bir hukuk prof.’u ‘başkan olunca hiçbir kontrol mekanizmasının olmayacağını’ söyleyebiliyordu. En azından, dünyadaki Başkanlık sistemlerini inceleseydi, ne kadar saçma konuştuğunu kendisi de anlardı herhalde..
Koskocaman hukuk prof.’u olmuş ama kitleleri yanıltmamak gerektiğini öğrenememiş..
***
Tayyib Erdoğan, gelecek 4 yılda da, Cumhurbaşkanlığı’nı yürütecektir.. Yani, kendisi için âcilen bir şey istiyor değil.. Nitekim, mevcut anayasanın verdiği imkanlarla, fiilen bir ‘yarı başkanlık’ uygulamasını başlatmış bulunuyor. Ama istiyor ki, kendisinden sonrasında ülke, yeniden, geçmişte olduğu gibi yönetilemez durumlara ve ‘derin devlet’ oyunlarına maruz kalmasın..
***
Bu bir temennidir. Herkes gibi, Erdoğan da ülkesinin geleceği için daha iyi temennilerde bulunmak hakkını haizdir.
İyi bir başkan olursa, ülkenin daha sağlıklı yönetileceği açıktır. Ama kötü birisi geldiğinde de, milletin anası ağlatılır.
O zaman da, mâdem ki, ölçü halkın iradesidir.. Halk da, seçimini ona göre dikkatli yapsın..
***
Unutulmasın ki, 7 Haziran- 1 Kasım 2015 arasındaki 5 aylık Hükûmetsizlik dönemini, Tayyib Erdoğan, ülkede güçlü bir hükûmet varmış gibi, tek başına yönetmiş ve bunu toplumdaki yüksek itibarı ve karizmatik gücüyle yapmıştır. Ama O, istiyor ki, böyle durumlarda kanunî imkanlarla da donanmış bir başkan olsun..
Çünkü, teknoloji çağındaki gelişmelere uygun olarak, çok süratli kararlar almayı gerektiren bir dönemdeyiz.. Başkanlık sisteminde ülkenin daha sağlıklı ve daha sur’atli kararlar alarak, daha iyi yönetilebileceğini düşünüyor.
Ve ayrıca, ‘sorumsuz’ birisi değil; halkın oyuyla seçildiği gibi, vazife dönemi sonunda da’halka hesab veren’ bir cumhurbaşkanı olmayı istiyor.
(Bu konuya yarın da devam edelim, inşaallah..)
stargazete