34. şehadet yıldönümünde Şehid Metin Yüksel Anılıyor...
"Metin Yüksel'in yirmi yıllık mücadele ile bezenmiş ve şehadetle taçlanmış yaşam hikâyesi"
ŞEHADET BİR ÇAĞRIDIR,TÜM NESİLLERE VE ÇAĞLARA
Böyle diyordu şehid Metin Yüksel" Çağları aydınlatacak yegane yolun Allah yolunda ölmek olduğunu haykırdı Fatih Camiinin avlusuna akan temiz kanlarıyla.O aşk ehliydi"Şehadete susamışlığı ve kendisinden sonra gelenlere emanet ettiği mücadele bilinci uğruna hayatını verdiği sevdasıydı"
Metin Yüksel,her zaman kardeşlerinin yardımına koşabilmek ve kardeşlerinin dertlerine derman olabilmek için çaba sarfediyordu.Hayatını İslam Ümmetininin dirilişine adamıştı. Mahalle mahalle, şehir şehir koşuyordu İslam'ı tebliğ edebilmek için.
Metin bir gün gençlerle ders yaparken diğer bir gün fakirlere yardım için koşuyordu. Bir gün mitingde en önde yürürken diğer bir gün Müslümanların izzetini korumak için İslama savaş açanlara karşı mücadele veriyordu.
İslam coğrafyasındaki olayları çok iyi takip edip, zulüm gören kardeşlerine destek için en önde haykırıyordu hakkı.Şehidlerin ardından imrenerek bakardı hep. "Şehadet inkılabın habercisidir" diyordu.Cihadı kuşanıp, Şehadeti koymuştu dualarının başına.
Daruşşafaka Lisesinin önünde kurşunlandığında Şehadet şerbetinin tadını hissetmişti"Koministlerin silahından çıkan üç kurşun vucuduna isabet etmişti.Davası için yaptığı faaliyetlerde hiç bir zaman korkmadı,geri durmadı,tereddüt etmedi Metin.Kafirlerin karşısında Uhud Dağı gibi Dimdik ayakta durdu.Mücadelesini hayatının sonuna kadar yılmadan,yorulmadan devam ettirdi.Geceleri kendi eliyle hazırladığı afişlere Fatih'i süslerken,gündüzlerini de İslam Davasının daha çok insana ulaşması için çalışıyor, gençleri organize ediyor.Fatih Akıncılarının "İyiliği Emreden ve Kötülüğü yasaklayan, eşsiz bir Kur'an nesli olması için elindn geleni yapıyordu .Hayatının hiç bir döneminde boş durmadı.O her zaman zulmün bu kadar yaygınlaştığı bir asırda Müslümanım diyen bir kimsenin boş durmasının mümkün olmadığını söylerdi. Arkadaşları bile onun bu azmi karşısında hayretlerini gizleyemiyorlardı.
Metin şehadeti arzuluyordu ve bu emeline kavuşmak için çok çalışması gerektiğinin farkındaydı. Rasûlullah'ın yasakladığı Kavmiyetçilik/Milliyetçilik davası güdenler ile yapılan bir çok kavgaya katılmıştı.Şehadetinden bir kaç gün önce gerçekleşen kavgada milliyetçilerin elindeki bütün silahları toplamıştı.Daha sonra bu silahları onlara geri vermişti.
Ve 23 Şubat 1979 Cuma"
Soğuk bir Şubat günü"Fatih camii avlusunda insanlar cuma namazı için hazırlık yaparken, Metin'de arkadaşlarıyla birlikte Camiin yakınındaki Vakıflar Yurdunda abdestini almış,arkadaşları ile birlikte Fatih Camiine doğru yola çıkıyordu. Silahını yanına almakla almamak arasında gitti geldi.Allahın evine ibadet amaçlı gittiğini düşündü ve silahını bıraktı.
Ağır adımlarla Fatih Camiine doğru yürüdü.İçinde tarif edemediği bir his,adını koyamadığı bir duygu vardı.Namazını kıldıktan sonra uzunca dua etti"Camiiden çıkmak için yavaş adımlarla kapıya yürüdü, Ayakkabılarını aldı ve Unkapanı tarafındaki büyük kapıdan dışarı çıktı.Merdivenleri yavaş yavaş indi ve Malta tarafındaki kapıya yöneldi,bir kaç adım atmıştı ki Cami avlusu "Metin" sesiyle titredi.Arkasını döndü ve sesin geldiği yöne doğru baktı.Bir el silah sesi duyuldu Cami avlusunda. Yere düşmeden evvel Tekbir getirdi Metin"Ve Allah'ın arzı bir kez daha hayatına imanına şahid tutan bir yiğidin haykırışıyla sarsıldı"Olduğu yere yığıldı Metin"Kalleşçe arkadan vurmayı şiar edinenler yere düşen Metin'in başına iki kurşun daha sıktılar"Bir karışıklık oldu avluda"Karışıklıktan istifade eden karanlık yüzlü katiller münafıkça bir tavırla tekbirler getirerek kaçtılar"
Dünyada kalanların telaşesine ve içinde bulundukları kaosa inat,Metin Allah'ın yalnızca şehidlere nasib ettiği bir iç huzur ile,özlemini çektiği şehadete kavuşuyor ve Rabbinin cennetlerine kanatlanıyordu"Tarih bir kez daha,Tevhid Mücadelesinin sancaktarlığını yapan yiğit bir gencin verdiği söze sadık kalışını kaydediyor ve O'nun mücadelesini kendinden sonra gelenlere emanet ediyordu"
Metin Cennete'e kanatlandı"İyi insanların onurlu ölümlerle Rablerine kavuşmalarının gerekliliğini hatırlatarak gitti"Açıkta kalan gözleri ile tamamlanmış,zafere ulaşmamış bir kavgayı bize emanet ederek gitti"Şehadetin ucuz olmadığını,Şehid olabilmek için ancak bir şehid gibi yaşamanın şart olduğunu öğreterek gitti"Gidişiyle de bir ders verdi bize"Ve kanı, filizlenmek için kanını bekleyen bir neslin toprağını bereketlendirdi"
O bizim öğretmenizdi"Karlı ve soğuk bir Şubat Günü,Fatih Camiinin avlusuna dökülen kanlarıyla bize son dersini verdi"Ve gitti"
27 sene geçti Metin Yüksel'in bir cemre gibi toprağa düşmesinin üzerinden"Ve bugün,yüzlerce Metin,tevhid sancağını dalgalandırmak için canlarını vermeye hazır olduklarını haykırmaktadırlar"Karanlığın dünyanın dört bir yanına yayıldığı 21.Asırda insanları Tevhid Medeniyetinin aydınlığında davet etmek için,Metin'in açtığı yolda kararlı adımlarla yürüyen binler vardır şimdi meydanlarda"Ve Ahzab 23′ün taptaze tefsiri ile bir kez daha sarsılır dünya"
"Mü'minlerden öyle erler vardır ki,Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar ve şehid oldular"Kimileri de şehidlik beklemektedir"Onlar hiç bir surette sözlerini değiştirmemiştirler."(Ahzab 23)
[Mehmet Ali Tekin]
Türkiye'li Müslümanların İmam Humeyni'yi ne zaman ve nasıl tanıdıklarını ve İmam Humeyni'nin kişiliğini sizlere aktarmaya gayret edeceğim.
Rahmetli şehidimiz Metin Yüksel ile birlikte Fatih Akıncıları'nda çalışmalar yapmaktayız. Metin Yüksel, ufku geniş ve dünya Müslümanlarıyla hemhâl olmak için çeşitli mücadele metodları geliştiren birisiydi. O dönem Filistin, Filipin, Eritre Müslümanlarının verdikleri mücadelelere destek veriyorduk. İstanbul'un ve Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde, o zamanın deyimiyle 'korsan' gösteriler düzenliyor; duvar gazeteleri adı verdiğimiz gazeteler vasıtasıyla, bu mücadelelerden fotoğrafları insanların yoğun olarak geçtiği cadde ve meydanlarda sergiliyor, bu mücadeleleri ülke insanlarına aktarmaya çalışıyorduk.
1976 yıllarının sonlarına doğruydu. Hürriyet Gazetesi'nin orta sayfalarında bulunan dış haberler bölümünde: 'İran'da Marksist Müslümanlar Ayaklandı' başlıklı bir haber çıkmıştı. Bu haberi Metin Yüksel ile birlikte Fatih'in Haydar semtindeki Fatih Akıncılar Derneği'nde, okuduk. Haberi okur okumaz, gazeteyi alıp, Metin'in babası Muhterem Sadreddin Yüksel'in evine gittik. Gazeteyi gösterip, bu hareketin İslami olup olmadığı ve destekleyip desteklememeyi sorduk. Muhterem hocamız, hiç unutamadığım şu cümlelerle, "Bunlar Ehl-i Sünnet harici bir mezhebe sahiptirler, fakat Müslümandırlar. Bu İran milleti, yani Farslar, çok inatçı bir karektere sahiptirler. Bir yola başkoydular mı; ya onu elde ederler, ya da o uğurda yok olurlar" diyerek, İran Müslümanları'nı desteklememizi söyledi.
O günden sonra, Fatih Akıncıları olarak İran Müslümanları'nın mücadelelerini, Türkiyeli Müslümanlara duyurmak için, elimizden gelen gayreti sergiledik. Öncelikle İstanbul'da üniversitelerde okuyan İran'lı Müslüman öğrencileri bulduk.
Daha sora Mercan'da bulunan Valide Han'daki İranlılar Camii'nin o zamanki İmamı Ali Ekber Mehdipur ile tanıştık. Bunlardan aldığımız bilgileri; o dönem Türkiye'de İslamcı Gençliğin gür bir sesi olarak, Yılmaz Yalçıner Ağabey tarafından yayınlanan 'Şura' gazetesine aktarıyorduk. Yılmaz Ağabey'de 'Şura' vasıtasıyla bu haberleri tüm Türkiye'ye duyuruyordu. Ayriyeten Fatih Akıncıları olarak, çeşitli semtlerde ve şehirlerde yaptığımız duvar gazetelerinde İran Müslümanları'nın mücadelelerini anlatıyor; duvar afişleri bastırıp İstanbul'un bir çok semtinde, asıyor; böylece İslam Devrimi'ni Türkiye Müslümanları'na, ilk elden duyuruyorduk.
Bu tebliğ faaliyetlerini yaparken üç dört kere, İran'lı öğrencilerle birlikte, polis tarafından göz altına alınıp, günlerce 'müteferrika'da ağırlanıyorduk! O dönem, birlikte hareket ettiğimiz İranlı üniversite öğrencilerinden bir kaçı: Behruz Amin, AbbasTekbazi, Habib İmami"
İmam, o zaman Paris'te bulunuyordu. İmam'ın tavsiyeleri teyp kasetleri ve bildiriler yoluyla, İran halkına duyurulduğunu öğrendik. Yine İmam'ın böyle bir tavsiyesi neticesinde, İran'daki Petrol işçileri greve gider. Bu grevin akabinde İran'da benzin, mazot ve gaz yağı kıtlığı başlar. Bundan dolayı, özellikle büyük şehirlerdeki evlerde, kaloriferler ve gaz sobaları çalışamaz hâle gelir. Aylardan Aralık'tır. Paris'te İmam Humeyni de bulunduğu evin ve bürosunun, kaloriferlerini kapattırır, yaktırmaz. İmam'ın etrafında çalışanlar, birkaç gün sonra, soğuktan şikayetçi olmaya başlarlar ve İmam'a yakın birisini, İmam'a durumu anlatmasını ve 'Verimli çalışabilmemiz için, kaloriferlerin yakılmasını' istirham edin derler. Temsilci, durumu İmam'a izah eder ve kaloriferlerin yakılmasını talep eder. İmam: 'Aziz İran milleti, bizim bir sözümüzle, orada soğukta titrerken; biz burada sıcak odalarımızda duramayız. İran'da ne zaman evler ısınırsa, biz de o zaman kaloriferleri yakarız.'diyerek, isteklerini geri çevirir.
İmam Humeyni'nin İran'a vardığı gün, İstanbul'daki İran Konsolosluğu'nun, İslam cumhuriyeti muhalifi öğrenciler tarafından işgale uğradığı haberini alır almaz, Metin Yüksel ve bir grup arkadaşımızla İstanbul Cağaloğlu'ndaki İran Konsolosluğu'na gidildi. Buradaki işgalci öğrencilere, nazik bir şekilde ikazlarda bulunduk. Fakat baktık ki bunlar bizim nezaketimizi anlamıyorlar; sille, tokat birbirimize girdik. İşgalci öğrencilerden kimisi kapıdan, kimisi pencereden zor kaçtılar.
İran İslam İnkılabı'nın zafere ulaşmasının sonrasındaki günlerde, Aziz İmam'a 'zırhlı araba' teklif edilir. İmam, buna şiddetle karşı çıkar ve kabul etmez.
İslam İnkılabı'nı içten ve dıştan çökertmek isteyen Büyük Şeytan Amerika sonunda, Saddam isimli maşasını razı eder ve Irak-İran savaşını başlatır. O güne kadar, Irak ile hiç ilişkisi olmayan Fransa, İngiltere gibi batılı ülkeler ve Suudi Arabistan, Ürdün, Kuveyt, BAE (birleşik Arap Emirlikleri) gibi doğulu ülkeler; Irak'a bütün güçleriyle yardım yarışına girdiler. Bu savaşta İran, sadece Irak ile değil; onun arkasında bütün bir dünya ile ve dünya teknolojisi ile savaştı. Bunu asla göz ardı etmeyelim.
O savaş dönemlerinde bile Aziz İmam, İslami hassasiyetinden asla vazgeçmemiştir. İran askerî yetkililerini, her zaman bu hususta uyarırdı. Irak topraklarında olan ve halkın yaşadığı bölgelerde bulunan askeri hedefler, bombalanacak veya uçaklarla vurulacaksa; önceden mutlaka radyo yayını yapılıp, o bölgede yaşayan halkın, bölgeyi terk etmesinden sonra hedefin bombalanması isterdi. Bu hassasiyet, tüm savaş boyunca terk edilmedi.
Vaktimiz azaldı, sözü daha fazla uzatmak istemiyorum; İmam'ın bir özelliğini daha aktarıp, sözümü bitirmek istiyorum. Aziz İmam, her türlü imkâna sahip olduğu hâlde; önceki günlük yaşantısıyla, İslam İnkılabı'nın zafere ermesinden sonraki günlük yaşantısı arasında, hiçbir fark göremezsiniz. İmam rahmete gidene kadar, tüm hayatında İran'daki Müslümanların orta hallisinin yaşadığı bir hayat kadar bile, müreffeh bir hayat yaşamadı.
Aziz İmamızı ve bizleri cennette de bir araya getirmesini yüce rabbimizden niyaz ediyor; tüm şehidlerimizin ve İmamızın ruhuna fatiha okumaya davet ediyorum"
RABBİM ŞEHADETİNİ KABUL ETSİN İNŞAALLAH"
"Eğer Allah yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz, Allah'ın size lütfedeceği mağfiret ve rahmet onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır. Andolsun ölseniz de öldürülseniz de muhakkak ki Allah'ın huzurunda toplanacaksınız." (Ali İmran 3/157-158)