Öfke patlaması bombadan daha tehlikeli bir şeydir.. Bomba bir kere patlar. Öfke patlamaya başladı mı, onu durdurmak, ondan korunmak zordur. Öfke bazan döner sahibini de vurur. Öfke ile kalkan zararla oturur genellikle. Onun için “akl-ı selim”e davet eder Allah ve insana; “Öfkeni yut” der. Öfke ve aşk akrabadır. İkisi de aklı zail eder, bana kalırsa aklı zail eden şeylerden uzak durmak gerekir.
“Sam emmi” noldi, sizin Patroitler çalışmadı galiba!!. 2 üssünüz füze ile vuruldu. İran’ın iddiasına göre 80 ölü var (Sahi İran üsdeki zayiatı nasıl bildi?). NATO yaralı da yok diyor.. ABD can kaybı olmadığını açıkladı. Füzelerin İran, Irak ve Suriye içindeki Hizbullah kamplarından fırlatıldığı iddiaları var. Önemli uyarı: Savaşlarda ilk gerçekler vurulur ve ilk ölen de gerçek olur. Çünkü genellikle iki taraf da önce gerçeği hedef alır!
Tabii her iki taraf da savaş istemiyor, şiddetten uzak durmaya çalışıyor. Hep karşı taraf tahrik ediyor!? İki taraf da bu tahrikler karşısında sessiz kalmayacaklarını söylüyor! İran öfkesinin, ABD gücünün ve kibrinin kölesi olma meylinde. Trump “Dünyanın en güçlü ordusu bizim ordumuz” diye övünüyor.
İran “çok önemli” bir komutanını kaybetti. Bu “çok önemli” kişinin kendine bağlı “özel kuvvetleri” var. Bu kuvvetler, bugüne kadar birçok özel ve önemli derin operasyona imza attılar. “Özel kuvvetler”, İran’da özerk bir yapıya sahip. İran’ın görünen devleti tek başına bu “intikam hesaplaşması”nı neticelendirmeye güç yetiremeyebilir. Hele intikamı alınacak kişi bu işin başı ise.
ABD bu saldırıları karşılıksız bırakırsa 2 kez yenilmiş sayılacak. 1-Çok güvendiği hava güvenlik sistemi bir işe yaramadı, 2-Ve bunun sonucu olarak da isabet aldı, can ve mal kaybına uğradı. Hemen bir cevap da veremedi.
Eğer yolcu uçağının düşmesi, ABD’nin bir planı değilse, bu iş sonunda döner ABD’yi vurur. Saldıran kimse, askeri bir hedefi değil sivil bir hedefi seçmiş olur ki, bu onların itibarı açısından pahalıya gelir. İran da intikam almak için, misli ile mukabelede bulunarak sivil hedeflere saldırabilir.
Aslında bu durum “Tanrıyı kıyamete zorlamak” isteyen Evangelistlerle, Mescid-i Aksa’ya saldırmak için bölgede krizin derinleşmesini isteyen Siyonistler için önemli bir fırsat sunuyor. Eğer İsrail krizi daha derinleştirmek için doğrudan İran ya da Lübnan’daki Hizbullah karargahını hedef seçerse, daha şimdiden savaş üç bölgede 3 ülkeye yayılmış olacak. 1. Cephe İran - ABD cephesi. ABD bölgede her yerde var. Okyanusta, Körfezde, Irak’da, Suriye’de, Katar’da, Kuveyt’te, BAE’de, Umman’da, Suudi Arabistan’da ve Türkiye’de. 2. Cephe İsrail -Lübnan ve Suriye Hizbullahı ve 3. Cephe Yemen’deki Husiler ve Suudi Arabistan. Suudi Arabistan savaşa girecekse, İran’ın hedefinde BAE de olacaktır ve Suudi Arabistan doğrudan İran’ı da hedef alacaktır. Yine İsrail’in hedefinde aynı zamanda İran da olacaktır. Tabii İran Afganistan üzerinden de ABD tehdidi altında olacaktır. Pakistan böyle bir çatışmada taraf olma konusunda isteksiz olduğunu açıkladı. ABD, İsrail ve İran 6. Kol faaliyetleri çerçevesinde belli nokta hedeflere ve kişilere yönelik operasyonlar düzenleyebilirler. Ya da bulanık suda balık avlamak isteyen ülke ve örgütler için de bu anlamda önemli bir fırsat doğmuş durumda. Bu gerilim, bölgede ve çatışmaya doğrudan ya da dolaylı olarak katılan taraf ülkelerde, ayrıca kendi içlerinde siyasi hesaplaşmaya malzeme yapılabilir. Mesela Trump’tan kurtulmak isteyenler bu süreci fırsat bilebilir. İsrail ve Suudi Arabistan’da, Irak ya da Suriye’de, İran’da iç karışıklıklar yaşanabilir.
Bu siyasi stres BAE’yi vurabilir mesela. BAE Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir.
Irak’taki gelişmeleri dikkatle izlemek gerekir. Irak 3’e bölünebilir ve bölgede “kutsal” bir Şii İmamet devleti doğabilir. Bu Şiilerin kendi içinde, Kürtlerin kendi içinde yeni bir çatışma zemini oluşturabilir.
Suriye’de her şey mümkün! Ve tabii süreçte Türkiye’ye çok önemli görevler düşüyor.
Aslında krizler, “pahalı bir ders” olmasının yönünde, bazı şeyleri yeniden tanzim etmek için bir “fırsat”tır da. “Kapalı damarları açan bir şok” gibi, yıkıcı bir etkisi yanında yol açıcı bir özelliği de içinde barındırır. Burada önemli olan krizi yönetme becerisi. Krizin cin’i, kendini yönetene itaat eder. Kriz keskin sirke gibidir, çoğu zaman küpüne zarar verir. Krize yokuş aşağı koşar gibi girenler, her şey yolundaymış gibi gözükse de, sonunda kendileri doğurdukları krizin kurbanı da olabilirler. Bir şeyi nasıl bitireceğinizi, nerede, ne zaman bitireceğinizi bilmiyorsanız, o öfke sarhoşluğu sizi kendi vadisine sürükler ve kazandıklarınızla birlikte sizi de tüketir. Hitler kendini böyle bitirdi. Osmanlının son döneminde İttihat Terakki kendini ve devletini böyle bitirdi!
Dünyanın şu haline bakar mısınız! Dünya kimin eline kaldı. Bu durum tam anlamı ile bir kahtı rical dönemine işaret ediyor. Pek azı müstesna ehliyet, erdem ve liyakattan yoksun insanlar. Doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi ile tüm dünyada durum büyük ölçüde aynı. Halk da aynı durumda. Aslında “Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş”. Halk siyasetin arka bahçesi STK’lar, sahibinin sesi, parayı verenin öttürdüğü düdük hükmünde bir media, hikmetten yoksun, “Ebu Cehil ve belam” kılıklı, “kitap yüklü eşek” kılıklı akademya, adalet yoksunu yargı esnafı ya da teknisyeni, selam versen rüşvet değil diye almayacak olan bürokrasi, siyasetin gölgesine sığınan, seküler kutsal misyoneri din pazarlamacısı “ruhban sınıfı”, doymak bilmeyen, helal-haram ayırt etmeyen iştihası ile yamyam işadamlarının elinde oyuncak olan bir halk var bugün dünyada.
Demokrasi mi, o kocaman bir yalandı, Thatcher’in ifadesi ile “Halk diye bir yok” ki!. O da nereden çıktı. Onları üretirsiniz, atomize eder, bloklara ayırır, birbirine karşı kışkırtır nötralize eder, sonra insanları neye inanacaklarını bilmez hale getirirsiniz. “Siesta, Fiesta, Futbol”la oyalar, “tüketim mabedi”ne dönen AVM’ler büyük bir iştiha ile kazandıkları paraları ellerinden alır bir yandan onları eğlendirir, oyalarsınız. Sonra tekrar daha fazla alışveriş yapmak için çalışsınlar diye işyerlerine gönderirsiniz. İcabında savaşırlar da, ölürler, öldürürler, onun için biraz hamaset, biraz seküler ideolojilerin inanç soslu kutsalları uğruna her şeylerini feda edebilirler.
Bu üçlemeyi Fado, Fiesta, Futbol ya da Fado, Futbol, Fatima olarak formüle edenler de var. halkı uyuşturmak için diktatörlerin 3’lü bir formül bu. Franco’nun buluşu gibi aktarılsa da aslında Fado Portekizli politikacı, Salazar Salazarin ülkesindeki müzik bağımlılığını ifade eder. Aslında bütün diktatörler birbirine benzer. Fado müziği; Fiesta eğlenceyi ifade eder. Futbol ise kendi başlı başına insanları uyutmak için icad edilmiş kocaman bir beşik sanki! “Fatima” ise Vatikan’ı ifade eder. Portekiz’in Fatima kasabasında yaşayan üç çoban çocuğun koyunlarını otlatırken Hz. Meryem’i gördüğünü söylemesinin üzerine kutsal bir mitoloji üretildi. Vatikan bu çocukların geleceğe ilişkin söyledikleri 3 kehaneti sır olarak saklar. 2017’de, Fatima olayının yaşandığı 13 Mayıs 1917’nin 100. yıldönümünde, Papa Francis de Portekiz’de bulunan hac bölgesi kabul edilen yeri ziyaret etti ve iki çoban çocuğu Jacinta ve Francisco Marto kardeşleri aziz ilan etti.
Yeryüzünde İlahlık ve Rablik taslayan, insanların üzerine hüküm koymak ve onları heva ve hevesleri uğruna terbiye etmek isteyen bir sürü adam var. Aman ha, din ve devlet büyüklerinizi, kanaat önderlerinizi, yaşam koçlarınızı (Bu da yeni çıktı), ideolojik ve politik önderlerinizi İlah ve Rab edinmeyin. Onları İdol/Put edinmeyin.
Sakın ola aklınızı kiraya vermeyin. Dikkat edelim Şeytan bizi Allah’la aldatmasın. “Zalimlere yardım etmeyin, sonra ateş size de dokunur” denmiştir. Cahillik etmeyelim. Zalimler karşısında sesiz kalmayalım. Adil şahidler olalım, Hakk’ın rızasını esas alalım. Yüzümüzü O’na dönelim inşallah.
Kim bilir bize şer gibi gelen bu olaylarda Allah bizim için hayır murat etmiştir. Ve hatırlayalım: Karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Sabır! Selâm ve dua ile.