Bir "Başbakan" düşünün ki; "Darbe Anayasası"nı değiştirmek" istiyor ama "darbe mağduru" olmuş veya "darbelere karşı" olduğunu söyleyen "muhalefet partileri" tarafından engelleniyor... Bir "Başbakan" düşünün ki; çocukları sırf "başörtülü" ve "İHL mezunu" oldukları için, "sistemin dayatmaları" yüzünden bu ülkenin "üniversite"lerinde okuyamıyor, "okuyabilmek" için "yurtdışına gitmek" zorunda bırakılıyor... Bir "Başbakan" düşünün ki; eşi, GATA"da yatmakta olan Nejat Uygur"a "geçmiş olsun" ziyaretinde bulunmak istiyor ama, sırf "başörtülü" olduğu için kabul edilmiyor... Bir "Başbakan" düşünün ki, dönemin Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer tarafından, kendisine "eşsiz davetiye" gönderiliyor!..
BU MU DİKTA, BU MU FAŞİZM?
Star"dan Ergun Babahan"ın da dediği gibi; o Başbakan; gerek "inancı" ve gerek "ailesinin kılık-kıyafeti" sebebiyle, sürekli "zenci muamelesi" görüyor..
Evet, kendisi "Kunta Kinte", ailesi de "Köle Isaura" muamelesi görüyor!.. Onlara bu muameleyi reva görenler de; herhalde kendilerini "Beyaz Efendi"ler olarak görüyor olmalıdır!..
İşin en tuhaf tarafı ise şu:
İşte bu Başbakan, bunca "mağduriyet" yaşamasına, bunca "yasadışı zorbalıklar"a maruz kalmasına rağmen, "dikta" ile suçlanıyor...
Neymiş; Türkiye"de "tek parti diktası" varmış, Tayyip Erdoğan, ülkeyi "sivil faşizm"e götürüyormuş!..
Neymiş; bir yandan "askeri vesayet"ten yakınırken, bir yandan da "asker" ve "yargı" üzerinde "sivil vesayet" kurmaya çalışıyormuş!..
Adama gülerler!..
Kargalar bile güler!..
Öyle ya; "dikta" ve "faşizm" özlemi içindeki bir adam, hiç "Kürt"ler, "Alevi"ler ve "Roman"lar için "açılım" yapmaya çalışıp, onların "insanca yaşaması" için çareler üretmeye uğraşır mıydı?..
"Dikta" ve "faşizm" özlemi içindeki bir adam; "milleti yaşat ki, devlet yaşasın" prensibiyle hareket eder miydi?..
"Dikta" ve "faşizm" tutkusu olan bir adam; gecesini gündüzüne katıp, "daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük" için çırpınır mıydı?..
Ne acıdır ki;
Bu ülkede "siyaset" yapan insanlar "çağdışı yasaklar"ın kaldırılması yolunda atılan adımlara "destek" vermek ve "askeri vesayeti tamamen ortadan kaldırmak" için yapılan çalışmalara katkıda bulunmak yerine; maalesef "askerden de askerci" kesilip, "zorbalık"ları alkışlıyor!..
Bu kadar "sığlık", bu kadar "basitlik", bu kadar "seviyesizlik" ve "ucuzculuk" olmaz!..
MHP"NİN ALNINA KAZINAN KARA LEKE!
Düşünebiliyor musunuz;
MHP Milletvekili Osman Durmuş, hem de "gensoru" konusuyla hiç ilgisi olmadığı halde; Emine Hanım"ın, sırf "başörtüsü" yüzünden GATA"ya alınmayışına "destek" verip;
"Nejat Uygur"u ziyaret etmek isteyen hanımefendiye, "Gülhane"ye gitmeyin" demişler. Sizi beyaz önlüklüler sizi, 3-5 kuruşu görünce kendinizi ne sanıyorsunuz? Peygamber olarak anılan bir Başbakan"ın eşini nasıl kabul etmezsiniz? 3-5 kuruş paranıza mı güveniyorsunuz? Sizin muayenehanelerinizi kapatsın da bir görün."
Dediği, diyebildiği, yani "askere çanak tuttuğu" bir ülkede, "o muamele"yi onaylamayan, "savunmak mümkün değil" diyen Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ; "Keşke, o olay hiç yaşanmasaydı" diyor, diyebiliyor!..
Söyleyin Allah aşkına;
Org. İlker Başbuğ"un bu sözlerinden sonra, MHP"li Osman Durmuş"un tavrına "Askerden de askerci" denilmez de, ne denilir?..
Hiç şüphe yok ki;
Geçtiğimiz Salı günü TBMM kürsüsünde sergilenen "densizce" tavırlar, Emine Hanım"ın şahsında "başörtülü"lere yönelik "alaycı" ifadeler, "Türk siyasi tarihi"ne olduğu kadar, "MHP"nin tarihi"ne de "kara bir leke" olarak kazınacak, bu lekeyi hiçbir kimse, hiçbir deterjan temizleyemeyecektir!..
"Ürkeklere değil, erkeklere oy verin" diyerek yola çıkanların nasıl bir "erkek" olduklarını, "Nesrin Ünal örneği"nde görmüştük...
Yine de hayra yormuştuk!..
Ama gördük ki;
"Din"le ilgili tek sabıkaları, "Nesrin Ünal"ın başını açtırmak" değildir!.. Tek sabıkaları, "Türkçe ezan" istemek, ya da "laikliğe aykırı ayetlerin değiştirilmesi"ni istemek de değildir!..
Yine gördük ki;
"Başörtülüler ile evcil hayvanları aynı kefeye koyarak, sosyal tesislere girmelerini yasaklayan" kafanın tavrı, bir "dil" veya "kalem sürçmesi" de değilmiş!..
Bu kafa, "kökten yasakçı" imiş!..
Öyle bir yasakçı ki;
"Askerden de yasakçı!"
Gördünüz işte;
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ bile; "Emine Hanım"ın GATA"ya alınmaması" konusunda; "Keşke o olay hiç yaşanmasaydı... Bu olayı bugün savunmamız mümkün değil" deyip, bir anlamda "pişmanlık" duyduğunu, hatta üstü kapalı "özür" dilediğini beyan ederken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve kurmayları, hâlâ Osman Durmuş'a sahip çıkabiliyor, hâlâ "densiz ifadeleri"ni savunabiliyor!..
Yazık çok yazık!..
Bu mu; "Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman" olduğunu söyleyen parti?..
Ne hallere düştün MHP?..
Kimlerin eline kaldın?..
Dedik ya;
Gerek Osman Durmuş'un "alaycı ve askerden de askerci" tavırları, gerek onu savunan MHP kurmaylarının sözleri "tarih"e kazınacaktır!..
Ama "kara bir leke" olarak!..
"KEŞKE" DİYEN, GEREĞİNİ YAPAR!
Sadece MHP'nin değil, şüphesiz ki, Org. İlker Başbuğ'un sözleri de tarihe geçecektir!..
Çünkü, ilk defa bir Genelkurmay Başkanı; "Benim teröristim iyidir" mantığını terketmiş, bir "askerî uygulama"yı ilk defa eleştirmiş ve "yasadışı zorbalık"ları savunmak yerine; "keşke hiç yaşanmasaydı" diyebilmiştir!..
Umarım, MHP'nin siyasi tarihine "kara bir leke" olarak kazınacak o söylemin aksine, Org. Başbuğ'un sözleri "beyaz bir sayfa" açmaya vesile olur!..
Org. Başbuğ, madem ki "keşke" diye bir söz sarfetmiştir, madem ki "o olay hiç yaşanmasaydı" deyip, "üzüntü"sünü ifade etmiştir, o halde bu sözü "eylem"e dönüştürmek kendi ellerindedir!..
Bir an önce GATA'ya, "orduevleri"ne ve "askeri tesisler"e giriş "kural"larını değiştirmeli ve artık TSK'yı "çağdaş ordu" hüviyetine büründürmelidir!..
KIYAFET DAYATMASINDAN VAZGEÇİN!
Eğer "söylem"ler "eylem"e dönüşmezse, yani askeri mekanlara girişte "başörtüsünde iğne aranmaya" ve aynı başörtüsünün altında "bone" var mı, yok mu diye bakılmaya, "Bone Teslim Defteri" tutulmaya, düşmana taarruz esnasında "Allah Allah" diyen askerlerin "başörtülü" anaları, evlatlarının "yemin törenleri"ni "tel örgüler arkası"ndan izlemeye devam ederse, "ağızdan çıkan söz"ün hiçbir anlamı kalmaz!..
Dolayısıyla, sayın Başbuğ, "yasakçı uygulamalar"a bir an önce son vermeli, "ordu-millet kaynaşması"na vesile olacak bir "beyaz sayfa" açmalıdır!..
Çünkü; "evli bir kadın"a veya "evlenme çağı"na gelmiş bir genç kıza "kıyafet dayatması" yapmak, hiç kimsenin haddine değildir!.. "Asker"in de haddine değildir, "yargı"nın da!..
Bir genç kız ki; "özgür iradesi" ile "evlenmeye" veya "iş hayatı"na atılmaya karar verebiliyorsa, bırakın "kıyafet"ine de kendisi karar verebilsin!..
Açılacaksa açılsın, kapanacaksa kapansın!..
"18 yaşındaki bir genç kız"ın kararlarına nasıl ki hiç kimse müdahale edemiyor, "asker" de edemez, "yargı" da!..
Bırakın artık bu "yasakçılık"ları!..
Vazgeçin "dayatma"lardan!..
Sayın Başbuğ'un "üzüntü" ifade eden sözlerini bu açıdan önemsiyorum...
Ama "sözünün gereğini yapmak" şartıyla!..
Yoksa; laf ola, beri gele!..
==============
Kişiler ve kurumlar!
Org. İlker Başbuğ, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu ile yaptığı röportajda demiş ki;
"Silahlı Kuvvetlerde kişilerin yaptığı hatalar kişiler sınırında kalmıyor maalesef... Kişilerin yaptığı hatalar, kuruma mal ediliyor... Bu algı oluşuyor, bunu engelleyemiyorsunuz... Bizim halkımız TSK"dan hata yapan insanların çıkmasını kabul edemiyor. Silahlı Kuvvetlerde kişisel hatalar da olsa bu kişisel boyutta kalmıyor, kurumsallaşıyor. Bazen bu normal oluyor, çoğu zaman da bu şekle getiriliyor kasıtlı olarak."
Sayın Başbuğ"un "TSK"daki bireysel hataları" kabul etmesi, elbette sevindirici bir gelişme... Ama, bu "bireysel hata"ların "TSK"ya maledilmesini" reddediyor...
Bunda da haklı... Ama, hiç kimse "TSK"nın tamamı"nı eleştirmiyor ki!.. Herkes, "çürük elmaların ayıklanmasını" istiyor!..
Yalnız, şunu da unutmamak lâzım:
Nasıl ki "millet" olmasa "devlet" olmaz, aynen bunun gibi "kişiler" olmazsa, "kurum"lar da olmaz!..
O halde; "kurum"lar, bünyelerindeki "kişi"leri kontrol edecek.