Maalesef, sözde Milli Görüş davasını savunma adına sergilenen bir takım tavır ve yaklaşımlar, gerçekte Milli Görüş davasına ağır bir darbe indirmekten başka bir anlam ifade etmiyor.
Bunlardan bir örneği de, Milli Selamet Partisi dönemi adalet bakanlarından Sayın İsmail Müftüoğlu"nun Ajans5"te yayınlanan "Milli Görüş Kalesini Yıkmayın" başlıklı yazısı.
Saadet Partisi"nde yaşanan süreci "Milli Görüş kalesinin yıkılması" olarak tanımlayan ve dolayısıyla Milli Görüş camiasına gereken duyarlılığı göstermesi çağrısında bulunan Sayın Müftüoğlu"nun sergilenen bu üslup ve tavrının, her geçen zaman Milli Görüş misyonunu daha da zedelediği ve sarstığının farkında olmalıdır.
Eğer Müftüoğlu, artık gelinen noktada Sayın Kurtulmuş ve ekibinin çabalarını "Milli görüş kalesini istila etmek ve kale burcunda dalgalanan beş yıldızlı hilal filamasını gönderinden aşağıya çekmek" şeklinde tanımlayacaksa, kendileri de takdir ederler ki, artık gelinin noktada Kurtulmuş ve ekibinin Saadet partisi düzleminde kalıp siyasete devam etmelerinin hiçbir zemini kalmamıştır; dolayısıyla, Sayın Kurtulmuş ve arkadaşları bu kalenin dışına çıkma durumundadır.
Sayın Müftüoğlu yazısında, haklı olarak Erbakan hocanın hakkından ve hatırından söz etmektedir. Zaten bunu hiçbir Milli görüşçünün, bundan da öte vicdan ve izan sahibi hiçbir kimsenin göz ardı etmesi mümkün değil. Zaten bizler de sürekli olarak bu noktaya dikkat çektik.
Mesela, Saadet Partisi, milli Görüş camiası düzleminde ortaya çıkan "Erbakan tasfiye ediliyor" "Erbakan devre dışı bırakılıyor" "Erbakan"ın eli kolu bağlanıyor" gibi algının giderilmesi, camiada bu yönde oluşan sendromun giderilmesi için, sonuçta Erbakan hocadan "özür" dilemesi gerektiğini Numan Kurtulmuş ve ekibinin yüzlerine söyledik. Camiada oluşan tepkinin göz ardı edilemeyeceğini, bu tepkinin gözardı edilemez haklı ve makul gerekçelerinin bulunduğunu, kişiler, olaylar ve tartışmalar bir kenara, Erbakan hocanın ihtiramının her şeyin üstünde tutulmasının gerekliliğini özellikle belirttik.
Aldığımız cevap, "bize yapılan onca hakarete rağmen eğer susuyorsak, söylenen sözlere, yapılan açıklamalara tepki vermiyorsak, bu her şeyden önce Erbakan hocaya duyduğumuz saygı ve verdiğimiz değerden dolayıdır" şeklinde oldu. Bunun üzerine biz de "bu yeterli değil, camianın teskin olması için gereken fedakarlığı da yapmalısınız" dedik"
Fakat Milli Görüş ve Erbakan hoca adına sürdürülen birtakım salvolara baktığımızda içimiz öbür yandan kanamaya devam ediyor.
"Dünyada şer odakları, bir türlü yıkmaya muvaffak olamadıkları Milli Görüş kalesini kaleye soktukları elemanları eliyle yıkmaya çalışmaktadırlar" tespitinde bulunan Sayın Müftüoğlu, bu ifadeleriyle hakk ve adalet ölçülerini ne denli zorladığının farkında mı acaba?
Bizler böylesi ifadeleri, "emperyalizmin ve siyonizmin uzantıları" için kullanırız; nitekim ülkemizde böylelerinin efendilerine nasıl hizmet ettiklerini, İslami değerlerle, İslami uyanış ve diriliş ile medyada, politik arenada, hatta akademik ve bürokratik düzlemde nasıl arsızca bir savaşa girdiklerini; genelde bütün yeryüzünde, özelde de ülkemizde ve Ortadoğu"da yükselen İslami dalgayı kırmak, Amerikan politikalarına işlerlik kazandırmak, siyonist İsrail rejimine nefes borusu olmak gibi nasıl da çırpınıp durduklarını görüyoruz.
Yine bizler bunlara yerel istikbar ve tuğyanın sağ ve sol kolları olarak, 28 Şubat"larda Ergenekon gibi yapılanmalarında, Müslümanlara yönelik çok yönlü oligarşik tuzak ve komplolarda ayne"l yakin ve hakke"l yakin tanık oluruz.
Şimdi acaba, Sayın Müftüoğlu "Dünyadaki şer odaklarının elemanları" şeklinde tanımladıkları bu insanları, bu çabaların hangisinde gördüler? Saadet Partisi"nde yaşanan süreci böylesi bir ilişkilendirme ile açıklayacak ve insanları da buna göre yönlendirmeye çalışacaksak, şu Ergenekon denen kirli yapı bizleri içinden çıkılmaz tartışma ve polemiklerin içine çeker ki, burada yaralanan ve yıpranan yine Müslümanlar olur.
Numan Kurtulmuş"a yönelik eleştirilerin, onun siyaset ve söylemlerini sorgulamanın makul ve anlaşılabilir bir tarafı olması gerekmez mi?
Sayın Kurtulmuş da bir konuşmasında bu noktaya dikkat çekerek; iç ve dış bir takım şer odaklarının devrede olduğunu, bunun da "anayasa oylamasında evet denileceğinin açıklanmasının, siyonist rejimin Gazze"ye saldırıları ve özelde de Mavi Marmara katliamına karşı Saadet Partisi"nin sergilediği tavrın bir takım odakları harekete geçirdiğini, özelde de siyonist rejim istihbarat kaynaklarının kendisini hedefe koyduklarını" belirtince, insan soruyor "gerçekten bu 'şer güçler' işin neresinde acaba?"
Mesela, Sayın Müftüoğlu "Lider işin başından beri var olan, tabanı tatmin için ve hak adına projeler üretendir. Genel başkan ise nevzuhur olup, tepeden paraşütle inerek, ön safta alın teri dökmeden yer alandır" diyerek Numan Kurtulmuş"a kendince bir tanımlama getiriyor.
Eğer dediği gibi ise, o zaman sormazlar mı, "tepeden gelip paraşütle inen kişiyi niçin 40 yıllık köklü bir siyasi geleneğe ve büyük tücrübelere sahip birisini Milli Görüş"ün kalesine genel başkan seçtiniz? Acaba Sayın Kurtulmuş, kendisini birtakım "dış ve iç güçler"in icbari desteğini alarak mı bu partiye genel başkan olmuştu, yoksa, başta Sayın Necmeddin Erbakan Hoca"nın onayı ve delegenin tamamına yakının oyunu alarak mı genel başkan olmuştu?"
Nitekim son kongrede de tartışmalı iki listenin başında da kendisi yok muydu? Eğer yeşil liste kabul edilseydi, bugün aynı kişi "sayın Genel başkanım" denilerek kendisine ihtiram gösterilen bir başkan olmayacak mıydı? O halde, "tepeden inme paraşütle gelen" "alın teri dökmeden ön safta yer alan" şeklindeki ifadeler ile belki kendisine muhalefet edilen bir zat için istiskal edilebilir, ama bu daha çok Milli Görüş siyasi geleneğini anlamsızlaştıran, basitleştiren ve hatta kirleten bir yaklaşımdan başka bir şey değildir.
Sayın Müftüoğlu "lider" ve "genel başkan" tanımlamasını, eğer sadece Sayın Kurtulmuş"un şahsına münhasır kılarak yapıyorsa, o zaman böyle bir tanımlama Kurtulmuş"un dışındaki herhangi biri için geçerli olmayacak demektir. Böyle ise, politik kavram ve terim tanımlamalarını böylesi spesifik ve subjektif zemine indirgemek ne ilmi, ne mantıki ne de anlamlı olur. Yok eğer, genel bir tanımlama ise, Sayın Kurtulmuş"u nitelemek için yapılan bu tanımlamaların hepsi, Saadet Partisi"nde uzun dönem genel başkanlık yapan Sayın Recai Kutan için de geçerli olmayacak mı? Nitekim kendisi bir "genel başkan" idi. Yani onun için de "tepeden inme paraşütle gelen" "alın teri dökmeden ön safta yer alan" gibi tanımlamaları reva mı göreceğiz?
Sıffin savaşı sırasında Şam ordusunun başvurduğu taktiklerin savaşın seyrini değiştirmeye başlaması üzerine bazıları Hz. Ali"ye gelerek "Ya Ali, görüyorsun ki Şam ordusu siyasetle işi bu noktalara getirdi, sen niçin onlara karşı siyaset yapmıyorsun?"
Hz. Ali"nin verdiği cevap kısaca şu olmuştu: "Ben onların yaptığının çok daha fazlasını yapabilirim, ama takvam buna müsaade etmiyor!"
Bizler Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve sorunlara ilişkin tavır ve adımlarda ne zaman"takva"yı "yegane mikyas" olarak göreceğiz? Bu "takva"ya hasretimiz ne zaman bitecek? Yüreklerimizdeki hicran ateşi ne zaman sönecek?
Yazısını "Ey Milli Görüşçüler! Milli Görüş kalesinin yıkılışına seyirce kalmayın" şeklindeki çağrıyla sonlandıran Sayın Müftüoğlu'na şu itirazımı da yapmak istiyorum.
Saadet Partisi sonuçta, Ekim"in ortalarında kongreyi yapıyor. Yeni kongre sürecinde Erbakan Hoca'nın da yakında geniş katılımlı bir istişare toplantısı düzenleyceği duyuruldu. Saadet Partisi doğal olarak Muhtemel başkan adaylarından biri ile yoluna devam edecek. Bizler seçilen genel başkanın ismine bakmaksızın, Milli Görüş hareketinin değişmez sabiteleri olarak gördüğümüz ilke ve hedefleri doğrultusunda bu partinin başarılı, güçlü olması için tüm varlığımızla yanında olacağız, ancak, Milli Görüş partisi ve de Erbakan Hoca adına "Makyavelizm"in geçer akçe haline getirilmesini, adaletsizce tanımlama ve suçlamaların yapılmasını, Müslüman kardeşler arasında kin, buğz, adavet ve husumete, bundan da öte niza ve kavgalara sebebiyet verilmesini kesinlikle içimize sindiremiyor; her kimden gelirse gelsin, bu söylem ve tavırların sonuçta ümmetimizin en büyük kazanımlarından Milli Görüş kalesini yıkmaktan öte bir işlevi olmadığını vurgulamak istiyoruz.
Sonuç olarak; kongre öncesindeki geçmişe de dayanan bir siyaset, dil, üslup ayrışması, kadro ve ekip uyuşmazlığı sorunu bu günlere taşıdı. Burada üzerinde durulması ve tartışılması gereken asıl nokta, tarafların samimi dayanak ve gerekçelerini dinlemek ve gerçekten ülkemiz ve dünya Müslümanları için esenliğe giden yolların taşlarını el birliği ile döşemektir.
Burada birisini tutup ötekisine vurmak, birilerine "sadık" diğerlerine "hain" gözüyle bakmak, yılların omuz omuza geçen birlikteliklerini, emek, ter ve gözyaşı harmanlanmasını bir anda savurup atmak, Rabbimizin ve Hz. Resulüllah"ın asla hoş görmeyeceği dil ve isnatları Müslüman kardeşleri için kullanmaya başlamak, bundan da ötesi, İslam edep ve ahlak sınırlarını bütünüyle zorlayıp haysiyet cellatlığına soyunmak, sadece kişileri zedelemeyecek, bundan öte, yılların birikimlerini, kazanımlarını aradan götürüp ümmetin bağrında büyük gedikler açacaktır.
İşte "dünyadaki şer odakları"nın istediği de, ellerini ovuşturarak beklediği de budur.
velfecr